Sevgi dediğimiz hisler duyguların en güçlüsüdür. Allah aşkı, Resulüllah sevgisi, insanımızın dini hayatını zenginleştiren ve ayakta tutan başlıca unsurdur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) dünya üzerinde ve tarihinde yaşamış, en çok sevilen kişi sıfatına sahiptir. O, insanların en yücesi ve de en sevgilisidir. Efendimiz, Allahu Teala’nın kainatı onun yüzü suyu hürmetine yarattım dediği, iftihar kaynağıdır.
Öyle ki, Allah-u Teala Hz. Peygamber’e Habibim hitabını uygun görmüştür.
O, her bakımdan üstün özelliklere sahiptir. Evet “Muhammed bir beşerdir, ama her insan gibi bir beşer değildir.
“O, taşların arasında bir yakut gibidir.”
Hz. Peygamber’e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmek İslâm’ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.
Hiç şüphesiz ki; Allah sevgisinden sonra sevgiye en lâyık olan Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.
Zira Yüce Allah bir ayet-i kerimede Hz.Peygamber (s.a.v)’e hitaben şöyle buyurmaktadır:
“(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Ümmetinin çokça sevdiği kainatın sevgilisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed de ümmetinin sevgisini karşılıksız bırakmamıştır. Ashabını ve müminleri çok sevmiştir. Ümmeti için gözyaşı döktüğü de olmuştur.
“Şanım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatli merhametlidir.” (Tevbe 128)
O, ümmetinin hidayeti için kendini feda edecek kadar haris (hırslı) bir peygamberdir. Arapçada ‘hırs’ kelimesi şiddetli tutkuyu ve bir şeyi elde etmek için duyulan aşırı isteği ifade etmektedir. İslâm’a karşı hareket edenler için bile bu kadar üzülen bir elçinin, kendi ümmetine muhabbeti yüce Rabbimiz (cc) tarafından övülmüştür.
Peygamberimiz (s.a.s), Allah Teala tarafından Esmaü’l-Hüsna’dan olan “raûf” ve “rahim” isimleriyle nitelen¬dirilmiştir. Rauf “çok şefkatli”, Rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın kendi sıfatlarından ikisiyle Resûlü’nü anması, Efendimizin Allah katında ne kadar değerli olduğunun işaretidir. İman edenlerin bu dünyada sıkıntıya düşmeleri O’na ağır gelmiş, işkenceler altında eziyet çekmelerine karşı çaresiz kalması O’nu üzmüştür. Ancak Efendimiz ümmetini rahatlatacak çareleri Allah’ın izniyle her zaman bulabilmiştir.
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”
Ahzâb Suresi, 56. Ayet
Peygamberimize salat-ü selam birçok şekilde getirilebilir.
•Allahümme salli alâ Muhammed
•Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed
•Sallallahü aleyhi ve sellem
•Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasulallah
Salâvat getirirken al-i Muahmmed denilmeli mi?
Şunu biliyoruz ki Suyuti kendi tefsirinde, Buhari, Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace şöyle naklederler: Resulullah’a, Ey Allah’ın Resulu! Sana selam verme yolunu biliyoruz, nasıl sana salavat getirelim diye sorduklarında Peygamber: “Şöyle deyin dedi: Allahumme sallı ala Muhammed ve al-ı Muhammed kema sallayte ala İbraihe ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid. Allahumme Barik Ala Muhammedin ve al-i Muhammed kema barekte ala İbrahime ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid.” Suyuti bu hadisten başka aynı manayı ifade eden 18 hadis nakletmektedir ve bu hadislerin tümü salâvat getirirken al-i Muhammedin de eklenmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. İbn-i Hacer es-Savaık kitabında Peygamber’in, eksik salâvat getirilmesini ve sadece “Allahumme sallı ala Muhammed” denilmesini yasakladığını ve salavat getirirken Allahumme sallı ala Muhammedin ve Al-i Muhammed denilmesini emrettiğini nakletmiştir.