Hz. Fatıma’nın Hayatı

Hz. Fatıma, İslamiyet’in gelmesinden yaklaşık bir yıl önce Sünni inanışına göre 606, Şiʿa’ya göre 614 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Fatıma, “sütten kesilmiş” anlamına gelmektedir. Hz.Fatıma (r.a), Peygamber babasının engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babasındaki merhameti ve güzel ahlakı, annesindeki asaleti ve cömertliği gördü. Hz. Fatıma hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlak sahibiydi. Üstün bir zekası vardı ve son derece alçak gönüllüydü.  Çok az konuşurdu. Cömertti, ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. Hz. Peygamber kızına o kadar şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı. “Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim” diyen insanların yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber’in getirdiği İslam’dı. Hz. Fatıma babasının İslam uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakarlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, efendimizin üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fatıma, kapıyı açınca babasını tanıyamadı ve ağlamaya başladı. Ablaları da ağlıyordu. Peygamber efendimiz ise kendilerine gülümsüyordu: “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sukunete kavuşturmaya çalışıyordu. Fakat küçük Fatıma ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeye gayret etti.

Hz. Fatıma’nın çocukluğu bu şekilde Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken annesini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara eza ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babasına hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine’ye hicret etti.

Hz. Fatıma’nın doğumundan önce Muhammed’in muhalifleri, onun son oğlunun da öldüğünü görünce, Muhammed’in soyunu sürdürecek kimse kalmadığı için yolunun bu yüzden mahvolacağı yönünde propaganda başlatmışlardı Bu propagandaya Kevser Suresi ile cevaρ verilmiştir: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin iςin namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.” Muhammed’in soyu, Fatıma ve eşi Ali’nin çocukları yoluyla devam etmiştir, çünkü Muhammed’in vefatından sonra hayatta kalan tek çocuğu Fatıma’dır.  Küçük yaşından itibaren, babasının her işine koşturması, onu bir anne gibi koruyup kollaması sebebiyle, babası Muhammed ona; ‘Ümmü Ebiha’ yani “Babasının Annesi” lakabını vermiştir.

Fatıma, Peygamber efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Artık büyümüş ve evlenecek yaşa gelmişti. Bu sebepten Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erişebilmek için ashab-ı kiramın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebu Bekir (r.a.) sonra Hz. Ömer (r.a.)’den talepler geldi. Efendimiz bu yakın dostlarına: “Fatıma hakkında Allah Teala’nın emrini bekleyelim.” buyurmuştu. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebu Talib ailesi Hz. Ali’yi bu konuda acele davranması için uyardı. Fakat o: “Ebu Bekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diye çekindiğini söyledi.  İkna ederek onu istemeye razı ettiler. Evliliği ile ilgili olarak Hz. Ali (r.a.) kendisi şöyle anlatır: Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz’i, Ümmü Seleme (r.a) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selam verdim, içeri buyur ettiler. Efendimiz bana yanında yer gösterdi. Bende edepli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir muradın var.”buyurdu. Bende: “Ya Rasulallah! Anam-babam sana feda olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fatıma’yı istemeye geldin.” buyurdu Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fatıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: “Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teala kendi katında Fatıma’yı sana nikahladı. Senden önce melek gelip, bana bu hali haber verdi.” dedi. Efendimiz, zırh parasının bir miktarını alıp düğün için gerekli  ihtiyaçları, çeyizleri almak için Hz. Ebubekir’e uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye (r.a.) emanet olarak gönderdi. Hz. Ebubekir, Selman ve Bilal (r.a.) yardımcıları ile birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler. Çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı: 1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder, 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim,  2 adet Yemen işi üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.

Günler geçiyor düğün günü yaklaşıyordu. Efendimiz, Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen’den Fatıma’yı (r.a) giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi ve Hz. Fatıma bindirildi. Yuları Selman-ı Farisi’nin (r.a.) eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali’nin evine getirildi. Böylece Hz. Fatıma şanına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin 2. yılının Zilhicce ayında yapıldı. Peygamber efendimiz düğün gecesi abdest aldı ve Hz. Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne ve iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fatıma’ya da aynı şekilde davrandı ve: “Allahümme barik fima ve barik lehüma fi neslihima= Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.” buyurdu ve: “Ey Allah’ım ! Fatıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.” diye dua etti. Hz. Ali için de aynı duayı tekrar ederek: “Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.” buyurdu. Yeni gelin ve damada bu duaları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: “Vallahi Ey Fatıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikahladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahabenin evvelidir. İslam’ın büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslam’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatte bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fatıma’nın hakkına riayet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı. Fatıma, Ali bin Ebu Talib ile olan evliliğinde, ikisi kız, üçü oğlan olmak üzere beş çocuk sahibi olmuştur. Çocuklarının isimleri;

Muhsin bin Ali, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Zeyneb bint Ali, Ümmügülsüm bint Ali’ dir.

Hz. Fatıma (a.s)’ın ibadetine gelince, birçok geceleri ibadetle geçirdiği söylenir. Her namazdan sonra okunması sünnet olan, Resulullah tarafından bir hediye olarak öğretilen Fatımat’üz-Zehra Tesbihatı (34 defa Allah-u Ekber, 33 defa Elhamdulillah, 33 defa Sübhanallah ) ibadetteki yüce makamına bir işarettir.

Hz. Fatıma’nın (s.a) ömrü 18 sene gibi kısa bir süre olmasına rağmen ilimdeki makamı o dereceye varmıştır ki Kur’an’ın tefsiriyle ilgili buyrukları Hz. Ali (a.s) tarafından kaleme alınmış ve bu yolla meydana gelen kitap Ehl-i Beyt İmamlarının ilmi kaynaklarından biri olmuştur. Böylece o sonradan gelen imamlar için de bir muallime sayılmıştır.

Hz.Fatıma (s.a) Resulullah (s.a.v)’den sonra çok kısa bir süre yaşamıştır. Bu süre bazı kaynaklara göre, altı ay bazısına göre de 95 veya 100 gündür. Medine’de vefat etmiş ve vasiyeti üzerine geceleyin gizlice defnedilmiştir ve mezarı hala bilinmemektedir.

Hz. Fatıma’nın Sözleri

“Ey Allahım! Baba ve anamı ve boynumda hakkı olan herkesi en iyi mükafatınla benden taraf mükafatlandır. Ey Allah’ım benim durumumu yaratılış gayem uğrunda uğraşmak için müsait kıl, senin üstlendiğin (rızık) için çalışmakla meşgul eyleme, ben senden mağfiret diliyorum, öyleyse beni azaba uğratma; ben sana yalvarıyorum, beni mahrum bırakma.”

“Allah, şarap içmeyi, pislik ve kötülükleri önlemek için haram kılmıştır.”

“Siz ey Allah’ın kulları! O’nun emir ve nehiylerinin muhatabı sizsiniz. Din ve vahyi taşıyanlar (ahkamı kendinizde uygulamak için) Allah’ın eminleri ve onu diğer milletlere ulaştıracak elçileri sizsiniz.”

“Allah, zekatı nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için farz kıldı.”

“Allah’ım! Beni verdiğin rızıkla kanı eyle, yaşattığın sürece ayıplarımı ört ve bana afiyet nasib eyle, ölümüm gelip çattığında bağışla beni ve bana rahmeyle, mukadder etmediğin şeyi elde etmek için boşuna uğraşmakla beni yorma, bana mukadder kıldığına da ulaşmayı kolaylaştır.”

“Babam Hz. Muhammed (sav) insanların hidayeti için kıyam etti, onları sapıklıktan kurtardı, körlükten çıkarıp basiret verdi onlara; sağlam bir dine hidayet etti, doğru yolu gösterdi onlara.”

“Allah, orucu ihlasın sağlamlaşması için farz kıldı.”

“Allah’ım! Nefsimi bana küçük göster ve kendi makamını benim nazarımda büyült, itaatini, senin rızana uygun amel etmeyi ve senin gazabına sebep olan işten uzak durmayı bana ilham eyle, ey rahmeti bütün rahmedenlerden daha çok olan.”

“Allah, anne babaya iyilik yapmayı ilahi gazaptan korunma vesilesi kıldı.”

“Allah’ın kitabı. Kendisine uyanı Allah’ın rızasına götürür. O’na kulak vereni kurtuluşa sevk eder. O kitapla Allah’ın aydın hüccetlerine, açıklanmış farzlarına, yasaklanmış haramlarına, belli nişanelerine, yeterli delillerine, övülmüş erdemlerine, hibe olan ruhsatlarına ve yazılı şeriatlarına ulaşılır.”

 

 

 

 

 

 

 

Kainatın Sevgilisi: Hz. Muhammed (SAV)

Sevgi dediğimiz hisler  duyguların en güçlüsüdür. Allah aşkı, Resulüllah sevgisi, insanımızın dini hayatını zenginleştiren ve ayakta tutan başlıca unsurdur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) dünya üzerinde ve tarihinde yaşamış, en çok sevilen kişi sıfatına sahiptir. O, insanların en yücesi ve de en sevgilisidir. Efendimiz, Allahu Teala’nın kainatı onun yüzü suyu hürmetine yarattım dediği, iftihar kaynağıdır.

Öyle ki, Allah-u Teala Hz. Peygamber’e Habibim hitabını uygun görmüştür.

O, her bakımdan üstün özelliklere sahiptir. Evet “Muhammed bir beşerdir, ama her insan gibi bir beşer değildir.

“O, taşların arasında bir yakut gibidir.”

Hz. Peygamber’e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmek İslâm’ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

Hiç şüphesiz ki; Allah sevgisinden sonra sevgiye en lâyık olan Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Zira Yüce Allah bir ayet-i kerimede Hz.Peygamber (s.a.v)’e hitaben şöyle buyurmaktadır:

“(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

Ümmetinin çokça sevdiği kainatın sevgilisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed de ümmetinin sevgisini karşılıksız bırakmamıştır. Ashabını ve müminleri çok sevmiştir. Ümmeti için gözyaşı döktüğü de olmuştur.

“Şanım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatli merhametlidir.” (Tevbe 128)

O, ümmetinin hidayeti için kendini feda edecek kadar haris (hırslı) bir peygamberdir. Arapçada ‘hırs’ kelimesi şiddetli tutkuyu ve bir şeyi elde etmek için duyulan aşırı isteği ifade etmektedir. İslâm’a karşı hareket edenler için bile bu kadar üzülen bir elçinin, kendi ümmetine muhabbeti yüce Rabbimiz (cc) tarafından övülmüştür.

Peygamberimiz (s.a.s), Allah Teala tarafından Esmaü’l-Hüsna’dan olan “raûf” ve “rahim” isimleriyle nitelen¬dirilmiştir. Rauf “çok şefkatli”, Rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın kendi sıfatlarından ikisiyle Resûlü’nü anması, Efendimizin Allah katında ne kadar değerli olduğunun işaretidir. İman edenlerin bu dünyada sıkıntıya düşmeleri O’na ağır gelmiş, işkenceler altında eziyet çekmelerine karşı çaresiz kalması O’nu üzmüştür. Ancak Efendimiz ümmetini rahatlatacak çareleri Allah’ın izniyle her zaman bulabilmiştir.

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”

Ahzâb Suresi, 56. Ayet

Peygamberimize salat-ü selam birçok şekilde getirilebilir.

•Allahümme salli alâ Muhammed
•Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed
•Sallallahü aleyhi ve sellem
•Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasulallah

 

Tebbet Suresi

Tebbet Suresi, Mekke döneminde inmiştir. Sure, 5 ayettir. “Tebbet sözcük olarak kurusun, kahrolsun manasına gelmektedir.

Ebu Leheb hakkında inmiştir. Zira o, eziyet etmek kasdıyla Resulullah’ın yoluna gizlice diken koymuş, bu işte kendisine karısı da yardım etmişti. Allah Teâlâ kendisine yakınlarını uyarıp İslam’a çağırmasını emredince Hz. Peygamber Safa tepesine çıkmış, orada bulunan Kureyş kabilesi mensuplarını yanına çağırarak onlara İslam’ı tebliğ etmiş; ancak Resulullah’ın amcası Ebû Leheb bu olaya kızarak, “Kuruyup yok olasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” demesi üzerine bu sure inmiştir.

Sure, “Mesed Suresi” diye de anılır.

Tebbet Suresi Arapça Okunuşu

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ ﴿١﴾ مَٓا اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ ﴿٢﴾ سَيَصْلٰى نَاراً ذَاتَ لَهَبٍۚ﴿٣﴾ وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ ﴿٤﴾ ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿

Tebbet Suresinin Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim.

1- Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb.
2- Mâ ağnâ ‘anhu mâluhû ve mâ keseb.
3- Seyaslâ nâran zâte leheb.
4- Vemraetuhû hammâlete’l-hatab.
5- Fî cîdihâ hablun min mesed.
Tebbet Suresinin Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
1- Ebu Leheb’in elleri kurusun, (yok olsun) zaten yok oldu ya.
2- Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı. (kurtarmadı)
3- (O) alevli bir ateşe girecektir.
4- Karısı da, odun hamalı (ve),
5- Boynunda bükülmüş bir ip olarak (ateşe girecektir.)

Tebbet Suresi Fazileti

Her çeşit hastalıklara okunan surelerden biri de Tebbet Suresidir. Bir hastaya 7 kere bu sure okunur.

Nazar değen kimseye okunurken Tebbet Suresi dahi 3 kere okunan surelere ilave edilir.

Tebbet Suresi, haksız yere düşmanlık yapan zalime karşı 1000 kez okunursa, düşman helak olur.

Yani, düşmanına galip gelirsin. Davanı kazanırsın. Sen haklı olduğun için davanda sen haklı çıkarsın demek olur.

Kim Tebbet suresini okursa, umarım ki, Allahü Teâlâ onunla Ebû Leheb’i bir yerde birleştirmez.

Yeryüzünün En Hayırlı Hanımı: Hz.Hatice

Hz. Hatice validemiz 556 yılında Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Esedoğulları kabilesinden Huveylid, annesi ise yine Kureyş’e mensup Amiroğulları’ndan Fatıma bint Zaide b. Cündeb’dir.

Hz. Hatice Cahiliye’nin kirine bulaşmamış, tertemiz bir hayat yaşamıştı. Üstün iffeti sebebiyle İslam’dan önce “Tâhire” lakabıyla tanındı, daha sonra Allah Rasûlü (sav)’nün en büyük hanımı olması sebebiyle “Kübra” olarak anıldı.

Hz. Hatice, Peygamberimizin ilk eşi ve aynı zamanda kendisine inanların da ilkiydi. Nikahları kıyıldığında Hatice annemiz kırk, efendimiz yirmi beş yaşlarındaydı.

Hatice annemiz müşriklerin zulmü karşısında Efendimizi hiç yalnız bırakmadı. Efendisinin en sıkıntılı anında, sözleriyle onu teselli eden, sevgisiyle, saygısıyla büyüklüğünü gösteren, bakışlarıyla, hizmetiyle gönlünü ferahlatan neşe dolu bir arkadaş oldu. Yaşça büyük olmasına rağmen o, bir hanımefendi olarak efendisine son derece hürmetkar davrandı. Çok nazik hareket etti. Son peygambere hanım olma şerefini en büyük nimet bildi. Bunun için maddi ve manevi hiçbir fedakarlıktan çekinmedi. Hizmetiyle aile yuvasını cennetten bir köşe haline getirdi. Misafirperverdi. Cömertti. Şefkat ve merhametliydi. Yetimlere, kimsesizlere sığınakdı. Güleryüzlüydü. Firaset sahibi idi. Efendisinin gözünden, sözünden ve hareketlerinden maksadını anlardı.

Hazret-i Hatice (r.a.) annemizin ve Efendimizin evliliklerinden iki erkek, dört kız çocuğu oldu. İlk çocukları Kasım’dı. Efendimiz onunla künyelendi. Ebe’l-Kasım dendi. İki yaşına kadar yaşadı. Kızları ise, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idi. Son çocukları Abdullah’dı. Nübüvvetten sonra doğdu. Çok kısa ömürlü oldu. Daha henüz sütten kesilmeden öldü.

Hz. Peygamber, peygamberlik görevini üstlenmesinin birkaç yıl öncesinden itibaren özellikle yılın Ramazan aylarında Hira Dağı’ndaki bir mağarada hayat yaşamaya başladı. Orada ibadet ederdi. Tefekküre dalar, Kâbe’yi seyrederdi. Bu gidiş gelişler esnasında yoldaki ağaçlar kendine selâm verir oldu. Bir takım ışıklar görmeğe sesler duymağa başladı. Bunların cinlerle ve kâhinlerle ilgili olduğunu zannederek korkardı. Zaman zaman bu hallerini hayat arkadaşı ve sırdaşı muhtereme hanımına anlatır ondan teselli beklerdi.

40 yaşına ulaştığında, Hira’da bulunduğu 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde, vahiy meleği Cebrail (as) gelerek kendisine Allah’ın “oku” emrini ulaştırdı.

Hz. Peygamber bu isteğe “Ben okuma bilmem.” cevabını verdi.

Bu diyalog aynı şekilde tekrarlandıktan sonra Cebrail (as) en sonunda O’na Alâk suresinin ilk beş ayetini okumaya başladı:

“Oku, yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rabb ki, yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini de o öğretti.”

Hz Muhammed (Sav) bu olayın üzerine korku ve heyecanla Hira’dan ayrılıp evine koştu. Eşi Hz. Hatice’ den üstünün örtmesini istedi. Bir süre sakinleştikten sonra kalktı ve başından geçenleri eşine anlattı. Hz. Hatice bunların kötü bir şey olamayacağını, zira O’nun akrabayı gözeten, ihtiyaç sahiplerine yardım eden ve misafirlere ikramda bulunan bir kişi olduğunu söyleyerek O’nu teselli etti.

Gerçekten de Hz. Hatice’nin Rasulullah (sav)’ın hayatındaki en önemli rollerinden biri, peygamberlik geldiği zaman kendisine herkesten önce iman etmesi ve onu bütün varlığı ile desteklemesidir.

Hz. Hatice (r.anha) daha sonra Rasulullah (sav)’ı amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götürerek olanları bir de ona anlatmasını söyledi. Varaka, Mekke’de Tevrat ve İncil’i okumuş, geçmişe ait bilgilerden haberdar bir kişi olarak tanınıyordu. Hıristiyan âlim Efendimiz’i dinledi.

“Bu gördüğün melek, bütün Peygamberlere vahiy getiren melektir. Sen bu ümmetin Peygamberisin. Ah, ne olurdu kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman ben sağ ve genç olsaydım.” dedi.

Efendimiz:
“Onlar beni çıkaracaklar mı?” dedi.

Varaka:
“Evet çıkaracaklar” dedi ve şunları ilâve etti:

“Yeni bir din tebliğ eden kimse yoktur ki, düşmanlık ve işkence görmesin. Eğer ben senin dâvet günlerine yetişecek olursam sana yardım ederim” diye de destek verdi.

Hazreti Hatice annemiz, Efendimiz’i hep düşünceli görmekteydi. Büyük bir görev yüklenmişti. İçinde bulunduğu cemiyette bu vazifeyi yerine getirmek kolay değildi. Bütün dünya karşısında yer alıyordu.

Efendimiz bu büyük derdini annemize:

“Bana kim inanır ya Hatice!” şeklinde ifade etti.

Soyu sopu, zenginliği, güzelliği ve olgunluğu ile şeref timsali annemiz büyüklüğüne büyüklük katan, firasetli davranışıyla şeref ve izzetini artıran şu sözleriyle Efendimize destek verdi:

“Sana kim inanmaz ki? Önce ben inandım.”

Hz. Hatice annemiz bu sözlerinin ardından kelime-i şehadet getirdi. İslâm’ın ilk mü’mini oldu.

Allah Resûlü’nün ilk destekçisi oldu. Hz. Hatice, ilklerin ilkiydi. İlk eş, ilk göz ağrısı ve ilk mümin. Sevgili Peygamberimiz, Cebrail’den namaz kılmayı öğrenir öğrenmez ilk olarak ona koştu. Namazı ilk ona öğretti. İlk kez ona imam oldu ve cemaatle ilk namazı onunla kıldı. Hatice deyince çok sevmiş ve çok sevilmiş bir eşten söz etmekteyiz.

Hz. Hatice annemiz 65 yaşında iken gözlerini dünyaya kapadı ve şeref, izzet ve iftihar dolu bir hayatı geride bıraktı.
Hz. Peygamberimiz, Hz. Hatice hayatta olduğu müddetçe başka biriyle evlenmemiş ve O’na olan sonsuz saygı ve muhabbetini böylece ortaya koymuştur.

Hz. Hatice validemiz kendisinden sonra gelecek İslam hanımefendilerine, hayatı anlama, kavrama ve yaşama konularında olduğu kadar, İslam davasına sahip çıkma hususunda da Efendimize gösterdiği refikalığı ile eşsiz bir örnektir.

“Selam olsun sana, ey müminlerin annesi. Selam olsun sana, ey Resullerin efendisinin zevcesi. Selam olsun sana, ey dünya kadınlarının efendisi olan Fâtımet-üz Zehrâ’nın anası. Selam olsun sana, ey ilk iman eden kadın. Selam olsun sana, ey malını, servetini Seyyid-ül Enbiya’nın yardımında sarf eden, O’na elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyen ve düşmanlar karşısında O’nu müdafaa eden. Ey Cebrail’in kendisine selam verdiği ve yüce Allah’tan kendisine selam getirdiği kimse. Ne mutlu sana Allah’ın verdiği fazl-u ihsandan dolayı. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun.”

Cennetin Hazinesi

“Bismillahirrahmanirrahim. Lâ Havle ve Lâ Kuvvete İllâ Billâhil Aliyyil Azim.”

Sıkça zikretmemizin oldukça faziletli ve faydalı olduğu bu sırlı zikir ayet değil, duadır.

LÂ HAVLE DUASI ARAPÇA YAZILIŞI

Allah’a sığındığımız, huzur bulduğumuz ve tüm sıkıntılarımızın devası olan bu güzel dua, “Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.” manasına gelmektedir.

Bir kul bu duayı okuyarak yüce Allah’a:

“Yüce Allah’ım! Senin sonsuz yardımın oladan ben asla bir şey başaramam. Ve bu aciz kulunun senden başka dayanacağı, yardım dileceği bir şeyi yoktur” itirafını ifade etmektedir.

Yüce Mevla’nın kainatı onun yüzü suyu hürmetine yarattım dediği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v) Hz. Ali Efendimize hitaben şöyle buyurmuştur:

“Ya Ali! Ne zaman bir darlığa ve sıkıntıya düşersen, bir bela ve musibete uğrarsan şöyle dua et:

Bismillahirrahmanirrahim. Lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İlla Billâhil Aliyyil Azim.”

Bu faziletli dua her derde devadır. Bu dertlerin en küçüğü ise kalp darlığı, iç sıkıntısıdır.

Zor bir duruma düşen, “Bismillahirrahmanirrahim ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim’ derse, Allahü Teâlâ, onu her türlü bela ve musibetten korur.

Cennet hazinesi olan, ‘Sübhanallahi vel-hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber, vela havle vela kuvvete illa billah’ demeye devam edenin ağaçtan yaprak döküldüğü gibi günahları dökülür.

Bir kimse, huzuruna girmeye mecbur olduğu bir amirin veya bir hâkimin veya herhangi bir devlet adamının yanına girmeden önce bir defa “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” okur ve ondan sonra girerek hafifçe ve hissettirmeden huzuruna girdiği zatın üzerine doğru üfler ise, o kimseden hiçbir kötü muamele ve hiçbir hakaret görmez, aksine hürmet ve yardıma nail olur.

“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” zikrini vird edinen ve lisanını alıştırarak onu okumaya devam eden kimse her bir isteğinde ve arzusunda bilhassa rızık hususunda zarurete ve sıkıntıya düşmez, düşmanlarının ve hasedlerin şerrinden, şeytan ve cinlerin tasallutlarından emin olur ve korunur.

Haksız yere hapis, tutuklu olan kimse yedi gece yatsı namazından sonra 333 defa “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm”okur ve her okumasın sonunda bulunduğu hapis halinden kurtulması için dua ederse biiznillah o kimse bulunduğu hapisten veya herhangi bir tutukluluktan kurtulur ve kurtulur.

Dua ve Sevgi ile.