Ahirete İman Bilinmesi Gerekenler

  • Ahiret nedir?
    Dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin karşılığının verileceği yerdir.
  • Ahiret hayatının safhaları nelerdir?
    1. Kabir hayatı
    2. Kıyametin kopması
    3. Yeniden diriliş
    4. Mahşer
    5. Amel defterlerinin dağıtılması
    6. Hesap
    7. Mizan
    8. Sırat
    9. Şefaat
    10. Cennet
    11. Cehennem
  • Ahiret hayatı nedir?
    Kıyametin kopmasından sonra başlayacak olan sonsuz hayata ahiret hayatı denir.
  • Ahiret hayatı ne ile başlar?
    Ölüm ile başlar.
  • Kıyamet nedir?
    Dünyanın sona erip ölülerin yeniden diriltilmesidir.
  • Ölüm nedir?
    İnsanın belli ve ölçülü olan hayatının sona ermesi ile yeni ve sonsuz hayatın başlamasıdır.
  • Ölüm, yok olmak mıdır?
    Hayır, bir âlemden diğer bir âleme göç etmektir.
  • Kabir nedir?
    Canımızın vücudumuzdan ayrılması ile cansız kalan cesedimizin bırakıldığı yerdir.
  • Kabir hayatı nedir?
    Cesedimizin kabre koyulması ile başlayan ve ahiret gününe kadar devam edecek bir hayat ve bir zamandır.
  • Haşr ne demektir?
    Allah’ın, insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilişten sonra bir araya toplamasıdır.
  • Mahşer neye denir?
    İnsanların hesap vermek üzere toplandıkları yere denir.
  • Mahşerde; ilk sorgu hangi konuda olacaktır?
    Mahşerde İlk sorgu namaz konusunda olacaktır.
  • Sur ne demektir?
    Hazreti İsrafil’in (aleyhisselam) kıyameti başlatmak üzere üfüreceği âlettir.
  • Kıyamet ne zaman kopacak?
    Kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez.
  • Mizan ne demektir?
    Ahirette hesaptan sonra herkesin amellerinin tartıldığı ilahî adalet ölçüsünün adıdır.
  • Sırat ne demektir?
    Cehennem’in üzerine kurulmuş manevî bir köprüdür. Herkes bu köprünün üzerinden geçecektir. Mü’minler geçip Cennet’e ulaşacak, kâfirler ise geçemeyip Cehennem’e düşecekler.
  • Şefaat ne demektir?
    Günahı olan müminlerin günahlarının bağışlanması, günahı olmayanların da Cennet’e daha yüksek dereceyle girme si için peygamberlerin ve Allah katında dereceleri yüksek olan kimselerin Allah’a yalvarmaları ve dua etmeleridir.
  • Cennet ne demektir?
    Müminler için ahirette hazırlanmış mükâfat yeridir.
  • Cehennem ne demektir?
    İman etmeyenler ile inandığı hâlde günah işleyenlerin cezalarını çekecekleri yer.
  • Şefaat ne demektir?
    Allah’ın sevgisini kazanmış kişilerin dünyada yaptıkları iyi ameller nedeniyle diğer insanlar için Allah’tan af dilemeleri.
  • Kimler şefaat edebilir?
    Peygamberler, âlimler, şehitler, hafızlar ve Allah’ın veli kulları.
  • Havz nedir?
    Cennet’te müminlere sunulacak tatlı ve berrak içeceğin bulunduğu havuz.
  • Hesap nedir?
    İnsanların dünyada yaptıklarından sorguya çekilmeleridir.

Dinimizde Niyet ve Amel

Niyet, kastetmek, karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi, ne yaptığını bilerek yapmak anlamına gelir. Kişinin kalpteki tercihidir. Niyet her şeyin özü ve başıdır; amellerin ruhudur.

Niyet ile iman birbirini doğuran, birbirini doğrulayan, birbirini gerekli kılan, birbirini tamamlayan iki temeldir. İman ve itikat, halis ve makbul niyetin tarlasıdır. İyi bir niyet de doğru imanın ve itikadın meyvesidir.

Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

“Kıyamet günü Allah’ın huzuruna öyle bir kul getirilir ki, adamın sıradağlar gibi iyi amelleri vardır. Fakat bu arada: “Falancada hakkı olan gelip alsın.” diye bir ses duyulur. Bu ses üzerine birçokları gelip adamın iyi amellerinden hakları kadarını alıp götürürler. Sonunda iyi amelleri tükenip te adam şaşkın gibi ortada kalınca, Allah kendisine şöyle buyurur: “Benim katımda sana ait öyle bir hazine var ki, ondan ne senin ne meleklerin ne de kullarımın haberi yoktur.” buyurur. Adam: “Ya Rabbi, nedir o hazine?” diye sorunca, Allah ona şöyle buyurur: “Bu hazine, senin niyet edip de yapamadığın iyiliklerdir. Onların her birisi için defterine yetmiş kat sevap yazdım.”

Anlatıldığına göre İsrail oğullarından bir abit, bir gün bir kum yığınının yanından geçerken o kumun un olmasını ve onunla o yıl büyük bir kıtlık içinde bunalan yöre halkının karnını doyurabilmeyi özledi. Bunun üzerine Allah, o zamanın peygamberine vahyederek şöyle buyurdu: “O kuluma, görmüş olduğu kum yığını kadar unu olmuş ta hepsini halka dağıtmış gibi sevap yazdığımı bildir.

Yine anlatıldığına göre kıyamet günü bir kul Allah’ın huzuruna getirilince sağ eline verilen amel defterinde hac, umre, zekat, sadaka gibi birçok ameller görür ve içinden: “Bunların hiç birini ben işlemedim, herhalde bu benim amel defterim değil.” der. Bunun üzerine Allah kendisine şöyle buyurur: “Oku, o senin amel defterindir. Sebebine gelince, sen ömrün boyunca: “Keşke param olsaydı da hacca gitseydim. Keşke param olsaydı da zekât ve sadaka verebilseydim, Allah yolunda savaşabilseydim.” der dururdun. Ben de niyetinde samimi olduğunu bildiğim için yapmayı özlediğin o amellerin tümünün sevabını sana yazdım.”

O halde Hadis-i Şerif ile buyrulduğu üzere Ameller, niyetlere göredir.”

Amellerin sahih olması niyetlerin salih olmasıyla mümkündür. Amellerin sevabı ancak sahih ve salih bir niyet ile mümkündür. Niyet, kalbin amelidir. Bu sebeple dilin bunda bir yükümlülüğü yoktur.

Peygamberimizin (s), aşağıdaki hadis-i şerifte ifade buyurduğu üzere, Allah (c.c), insanları, soy soplarına ve şekillerine göre değil, halis niyetlerin merkezi olan kalplerine göre değerlendirir.

“Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” 
Allah (c.c); insanların inanç, karar ve eylemlerinden bizzat kalbi sorumlu tutar. Buna karşılık, dil bir şeye niyet etmiş iken kalp bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Şüphe yok ki Allah, insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri de kalplerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir. Her hain bakıştan ve gönülden geçen her duygudan  haberdardır. Bu sebeple Allah insanın samimi niyetine değer verir.

“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (16/Nahl 97)


Ayetten de anladığımız üzere, Allah salih amel işleyenlere bu dünyada güzel bir hayat ve ahirette ise mükafatlar vadediyor. Bu yüzden, salih amel işlemek, insanları Allah’a yakınlaştıracak ve aynı zamanda onlar için hayatlarını daha güzel hale getirecektir.

 

Abdest ve Faziletleri

Abdest maddi temizlik ile manevi temizliği içinde barındıran, kişisel temizliğimizi sağlamak ile beraber Müslümana gönül huzuru ve manevi güç veren bir ibadet adımıdır. Müslüman, abdest alarak hem ruhen hemde bedenen kendisini ibadete hazırlamış olmaktadır.  Buna İslam dininde “hadesten taharet ve necasetten taharet” denilir. Vücutta görülen maddî bir pisliği temizlemek, necasetten taharettir, Görülmeyen bir pislik için temizlenmek ise, hadesten taharettir. Namaz kılmak için abdest almak, cünup iken yıkanmak gibidir.

Vücudun hasta olmasına sebep olacak mikrop yolları, abdest vesilesiyle günde beş defa temizlenmiş olur. Böylece birçok hastalığın önü alınmış vücudun sinir sistemi ve kan dolaşımı daha düzenli hale gelir. . Müslümana düşen mümkün olduğunca abdestli gezmek, çokça abdestli olmaktır. Abdestli olmak dinimizce büyük sevaptır, hemde güzel bir alışkanlıktır.

Abdestli gezmek sünnettir. Peygamber Efendimiz (asm) abdestsiz gezmezlerdi. Müslüman kimselerde bu sünneti olabildiğince yaşarsa büyük sevap kazanır.

“Allah temizdir, temizi sever.”

“Temizlik dinin yarısıdır.”

Her alınan abdest ile birlikte günahlar dökülüp gider ve mahşer gününde abdest azalarının her birinin de ayrı ayrı parlayacağı müjdelenmiştir.

Abdest Almanın Fazileti İle İlgili Bazı Hadisler:

1- Ebû Hüreyre (ra) rivayet etmiştir: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Dikkat edin! Size, Allah’ın hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği amelleri haber vereyim mi? Meşakkatli de olsa abdesti tam ve adabına riayet ederek almak, uzak yerden camiye gitmek ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemektir.”

2- Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Abdest alan bir Müslüman, ağzına ve burnuna su verdiğinde ağzı ve burnu ile işlemiş olduğu günahları dökülür gider. Yüzünü yıkadığında yüzünden, hatta iki göz kapakları arasından günahları dökülür gider. Başını meshettiğinde hataları başından, hatta kulaklarından dökülür, gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayakları ile işlediği hataları ayaklarından, hatta tırnaklarının arasından çıkar gider. Böylece o kul, günah ve hatalarından temizlenmiş olur.”

3- Ömer bin Hattâb (ra) anlatmıştır: Allah Resulü (asm) şöyle buyurmuştur: “Kim güzelce abdest alır, abdestinde kuru yer kalmaz, sonra da ‘Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh’ derse, ona Cennet’in sekiz kapısı açılır! Dilediğinden girsin!”

Peygamberimiz Ümmetinden Görmediklerini Nasıl Tanıyacak?

Resûlullah bir kabristana geldiğinde şöyle buyurmuştur:

“Selam size ey mü’minler topluluğunun yurdu! Muhakkak biz de Allah dilerse size katılacağız. Biz kardeşlerimizi görmeyi arzu ederiz.” Yanındakiler:

“Ya Resûlallah biz senin kardeşlerin değil miyiz? deyince Resûlullah:

‘’Siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise daha sonra gelecek olanlardır.’’

Onlar; “Sonra gelecek ümmetini nasıl tanırsın, yâ Resûlallah?” diye sorunca şöyle buyurmuştur:

“Ne dersiniz bir adamın siyah atların arasında alnı beyaz sekili bir atı olsa, onu tanımaz mı?” deyince “Tabi ki tanır.” diye tasdik ettiler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Onlar kıyâmet günü abdestten dolayı uzuvları beyaz ve parlak olarak gelirler de ben onları Havz-ı Kevser’e sokarım.” (Müslim, Cenâiz, 104)

Abdest, namaz için farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir ayet yer almaktadır:

‘’Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve –başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın.’’

Ayetten anlayacağımız üzre abdestin dört farzı vardır.

Bunlardan ilki yüzü yıkamaktır. Sonrasında ise sırasıyla kolları dirseklerle birlikte yıkamak, başı meshetmek, ayakları topuklarla birlikte yıkamaktır.

Abdestimizin bozulmasına yol açacak durumlar nelerdir?

1-Vücudumuzun herhangi bir bölgesinden kan, veya herhangi bir maddenin çıkması.

2-İdrar, dışkı, mezi, meni, kan gibi bir necasetin, herhangi bir sıvının veya maddenin çıkması.

3-Yellenmek.

4-Ağız dolusu kusmak. Yemek veyahut safra olsun, abdest bozulmaktadır.

5-Namazda sesli olarak gülmek.

6-Cinsel ilişki veya aşırı temas.

 

 

 

 

 

 

Dinimizde Aksırma Adabı

Aksırma (hapşırma), Allah’ın insana bahşettiği şaşırtıcı bir savunma mekanizmasıdır. Çünkü aksırma ihtiyacı hissettiğimiz zaman engel olamayız. Vücudunuza bu mekanizma konulmamış olsaydı, bize rahatsızlık veren pek çok zararlı maddelerden ve tozlardan kurtulamazdık. İnsan aksırınca çok kısa bir an kalbin atışı durur ve tekrar çalışmaya başlar. İşte bu, insanın ölüp de tekrar hayata dönmesi gibidir. Bu sebeple aksırma engellenmemelidir. Zira aksırma esnasında duran kalp, tekrar çalışmayabilir. Cenabı Hakk’ın insana tekrar kalbin çalışması nimetini vermesi karşısında da ‘elhamdülillah’ diyerek Cenâb-ı Hakka şükredilir.

Peygamber Efendimiz’in yanında iki kişi aksırmıştı. Efendimiz onlardan birine “Yerhamükellâh” (Allah sana rahmet etsin.) dedi fakat diğer kişiye söylemedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimizin “Yerhamükellâh” demediği kişi:“Ona yerhamükellâh dediniz; ben aksırdım, bana niye demediniz?” diye sorunca Peygamber Efendimiz:

O kişi elhamdülillâh dedi, sen ise demedin.” buyurdu.

Aksırdığımız vakit, “Elhamdulillah” demek sünnettir. Eğer bir kimse aksırıp “Elhamdülillâh” derse, bunu duyan tüm Müslümanların, “Yerhamükellah” diye aksıran kişiye karşılık vermesi gerekir. Bu şekilde mukabelede bulunmaya “Teşmit” denilir. Bu önemli bir görev olup İslâm’ın muâşeret kâidelerinden sayılır.

Hz. Peygamber, “Müslümanın, Müslüman üzerinde altı hakkı vardır; karşılaştığında selâm vermek, davetine icâbet etmek, nasihat istediğinde nasihat vermek, aksırıp da hamdettiğinde teşmîtte bulunmak, hastalığında ziyaret etmek ve cenazesinde bulunmaktır.” buyurmuştu. Müslümanlar arasında sevginin, birlik ve beraberliğin yaygınlaşmasına ve Allah’ın rahmetine vesile olan teşmîtin Hz. Âdem’den bu yana gelenekleşmiş bir muaşeret kaidesi olduğu söylenebilir. Teşmit bir hak olup bu hakkın dünyada yerine getirilmediği takdirde kıyamet gününde talep edileceği bildirilmiştir. Nitekim Beyhakı’nin rivayet ettiği ve İbn Hibbân’ın da sahih kabul ettiği bir hadise göre, Allah Teâlâ Âdem’i yaratınca Âdem aksırmış, ona “Elhamdülillâh” demesini ilham etmiş ve Âdem’e “Yerhamükellah” diyerek karşılıkta bulunmuştur.

Fakat aksırana “Çok yaşa!” dendiğini ve aksıran kişinin de “Sen de gör!” diye karşılık verdiğini günlük hayatımızda pek çok kez duymuş, bizzat şahit olmuşuzdur. Bu tür ifadelerin islâmî teşmît ile bir ilgisi yoktur. Müslüman kimsenin bu tür ifadeleri kullanması hoş olmamakla birlikte dinimizce hiçbir anlam ifade etmemektedir. Kişinin yakınlarına yapacağı en güzel iyilik ona dua etmesidir. Aralarında hem duayı çoğaltmaları hemde Allah’ın hoşnutluğunu kazanma vardır. Peygamber Efendimiz (sav) “Kim ahir zamanda benim bir sünnetimi ihya ederse, ona yüz şehit sevabı vardır.” buyurmuştur. Böyle bir sünneti ihya etmeye çalışmakta onlardan biridir, dünya ve ahiretimiz için en hayırlı olandır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksırdığmda elini veya elbisesini ağzına koyar sesini gizler veya aksırmayı içinden yapardı’. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin bu hareketi, çevrede bulunan insanları, bulaşıcı hastalıklardan korumaya yönelik, ilâhî hikmetin gereği, bir nevi vahiyle kendisine ilhâm edilen bir davranıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Üç defaya kadar aksıran kimseye dua edilir. Eğer daha fazla aksıracak olursa; ister dua edersin, ister etmezsin. [Çünkü artık o hastadır]” (EbûDâvud, Edeb; 91)

“Arşa Yükselenen Aksırma Duası”

Amir ibnu Rebia (Radıyallahu Anh) anlatıyor: “Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in arkasında namaz kılan birisi, namazda aksırdı ve şu duayı okudu: “Mübarek, ihlaslı ve çok hamdle Allah’a hamdederiz, tâ Rabbimiz razı oluncaya kadar; dünya ve ahiret işindeki rızasından sonra da (hamdimize devam ederiz). Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan çıktıktan sonra:

-“Namazda dua okuyan kimdi?” diye sordu. Ancak okuyan kişi sustu. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tekrar sordu: “Duayı kim okudu? Zira fena bir şey söylemedi.” Bunun üzerine adam: “Bendim, bu dua ile sadece hayır murad ettim” dedi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem);

-“(Duanız) Rahman’ın Arşına kadar yükseldi.” buyurdu.

Dua ve sevgi ile…

Din

“Din” farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Diyanet İşleri Başkanlarından Hamdi Akseki, dini şöyle tanımlamıştır: “Din; Allah tarafından vaz’ olunmuş bir kanundur. İnsanlara saadet yollarını gösterir. Onların saadete erişmelerine delalet eder. Yaratılışındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne suretle ibadet yapılacağını bildirir. İnsanları hayır olan işlere sevk eder.” Yine eski Diyanet İşleri Başkanlarından Hamdi Yazır ise dini şöyle tanımlamıştır: “Din zevi’l-ukulü hüsnü ihtiyarlarıyla bizzat hayırlara sevk eden bir vaz’ı ilâhîdir.” Buna göre; dinin muhatabı, akıl sahipleridir. Dolayısıyla cansız varlıklar (cemâdât), bitkiler (nebâdat), hayvanlar, deliler, akılsızlar, çocuklar ve bunaklar din ile mükellef değildirler.

kaderDinin şartı, “akıl” ve “irade”dir. Hak Din, vahye dayanır. Hak Dinin kurallarını koyan bizzat Allah’tır. Din; insanı imana ve salih amellere sevk etmek, haramlardan ve kötülüklerden alıkoymak, ahlakını güzelleştirmek böylece, onun dünya ve ahiret saadetini sağlamak için vaz edilmiştir. Dinin ilgi alanı; insanın bütün inanç, söz, fiil ve davranışlarıdır. Din insanın bütün faaliyetleri ile ilgilenir. Bazılarının sandığı gibi din; sadece insan ile Allah arasındaki ilişkileri düzenlemekten ibaret değildir. Din; İnsanın Allah ile insanlar, canlılar ve çevre ile olan ilişkilerini düzenler. Bu sebeple son din İslamın yüce kitabı Kur’an; insanın; nasıl iman edip ibadet edeceğini bildirdiği gibi yemesinden içmesine, evlenmesinden boşanmasına, ticaretinden mirasının taksimine, konuşmasından yürümesine, annenin çocuğunu kaç sene emzirmesinden, birisinin evine nasıl girileceğine, çocukların, ana-babalarının yatak odalarına ne zaman ve nasıl gireceklerinden yemeğin birlikte veya ayrı ayrı yenmesinin günah olmadığına… varıncaya kadar bütün söz, fiil ve davranışlarıyla ilgili temel kurallar getirmiştir. Yani “Din/İslam”; inançlar manzumesinden ibaret olmadığı gibi gönüllere, zihinlere, evlere ve camilere de mahkum ve mahsus değildir. Din, isteğe bağlıdır. Dini kabul veya reddetmek insanların iradelerine bırakılmıştır. İcbârî değildir. Çünkü اه َ َ ِ ْكر َا لا يــــن ِ الـــــد ِّ” ِ dinde zorlama yoktur.” Dinin ihtiyârî olması, insanın hayatı ve ölümü ile imtihana tabi tutulması sebebiyledir. İmtihan halinde olanın iradesinde hür olması gerekir. Dini kabul etmek zorunlu olsaydı, bütün insanlar mümin olurdu. Yüce Allah, Peygamberine

, َّى حت ت ْك ِرُه النَّ َ اس َ ْ َت ُ َن ْ َ uِيعً َ ا اَفأ ِض ُ كُّلُهم ْ مَ ْن ِ  ْ الاَر َ َن ُّ َك َ لأَم ْ َMاءَ رَب َولَو 6َ ِ ن ِ َ ُكونُوا مُ ْؤم ي

“(Ey Resulüm!), Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?” demektedir. (Yunus 10/ 99) Allah, Hakkı göndermiş, inanıp inanmamayı insanların isteğine bırakmıştır.

 … ْ َ ْكُفر فْلي َ ْن َ Mاءَ َ وم ْن َ ِ ُ ْؤم فْلي فَم ْن َ Mاءَ َ َ ْ ِّ ُكم رَب ْن ِ م الحُّق َوُقِل ْ َ

“(Ey Peygamberim!) De ki: Hak Rabb’inizden (gelmiş) dir. Öyle ise dileyen iman etsin dileyen de inkâr etsin…”(Kehf 18/29)

Allah, insanları iman veya inkâr etmekte serbest bırakmakla birlikte onları iman etmeye ve salih ameller işlemeye teşvik etmiş, inkâr ve isyandan sakındırmıştır. Yukarıdaki âyetin devamında bunu açıkça görmekteyiz Allah, peygamberleri vasıtasıyla tevhit ve ibadet esaslarını bildirmiştir. Bütün peygamberler, insanlara Hak Dini tebliğ edip açıklamışlardır. Bu Hak Dini kabul edenlerin adı, “Müslüman” dır. Bu ismi veren de bizzat Allah’tır:

ا ُْل َ قب ْن َ ِ م 6َ ِ ِم ْسل ُ ُ ْ الم ّ ُ يكم سمI َ َ ُهو

“...Gerek önceki (kitaplarda) gerekse bu (Kur’an) da size Müslüman adını veren Allah’tır..” (Hac 22/78) Şu ayetler de bu gerçeği ifade etmektedir:

… 6َ ِ ِم ْسل ُ َن ْ الم ِ ا ُك َون م ا ْن َ ْ ُتَ ِر ام ُ َ … و

Nuh (a.s.), “…Bana Müslümanlardan olmam emredildi…” (Yûnus 10/72)

… ِ لَ َك َمْ6 ِ َا مُ ْسل َ ْلن اجع ا و ْ َ َ ن َّ َب ر

İbrahim ve İsmail (a.s.), “Ey Rabb’imiz! Bizi Sana Müslüman olanlardan kıl…” (Bakara 2/128)

ُم َون ِ ْ مُ ْسل ُم ْت ان َ و َّ َ ف َلاَ تمُ ُوت َّن اِلا َ ّ َ ين ِ ُ الد اص َط Iفى لَ ُكم اOْ َّن َ ِ َّ ا َى ن … يَابُ

Yakup (a.s.), “…Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslamı) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölün.” (Bakara 2/132)

6َ ِ ِم ْ مُ ْسل ُم ْت ْن ُ كن ََّكُلوا اِ تو َ ِ ْه ََلي َ … فع

Musa (a.s.), “Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz, eğer Müslümanlar iseniz O Allah’a güvenin/tevekkül edin.” (Yûnus10/84)

 ُم َون ِ َنَّا مُ ْسل ا ِ ا ْMَهْدب َ و اOَ َّا بِ ِ َن ام اOَ ْ َصارُ ِ ان ُّ َون نَ ْxُ نَ َارِ ي الحو َ ْ َق َال

İsa (a.s.)’ın havarileri, “…Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız. Allah’a iman ettik. Şahit olun ki biz Müslümanlarız.” (Âl-i İmrân 3/52.)

ُ اO ْ الاِ ْس َلام َْد ِ ّ َ ين عِ ن ِ الد َّن ِ ا

“Allah katında din sadece İslam’dır.” (Âl-i İmrân 3/19)

 الخ ِ ا‘ِ َ ين َن ْ َ ِ ِ م َة ِ ر َ ِ  ْ الاIخ وُهو ُْه َ ن ِ م ََل َ ِغ َ غَْf ْ الاِ ْس َلامِ دِينً َ ا فَل ْن يُ ْقب ت ْ َ ْن يَب َوم

“ Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir. …” (Âl-i İmrân 3/85) Hak Din İslam’ın son Peygamberi, Muhammed (s.a.v.), ilahi kitabı da Kur’an’dır. Kur’an da son kitaptır. Şimdi Peygamber konusuna geçiyoruz.