Ahlak ile İlgili Temel Bilgiler

  • Ahlak nedir?
    Ahlak; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:
    1. Güzel ahlak
    2. Kötü ahlak
  • Güzel ahlak neye denir?
    Allah’ın ve Resulü’nün emir ve tavsiye ettiği, diğer insanların da yapılmasından hoşlandığı güzel söz ve davranışlara güzel ahlak denir. Büyüklere saygı göstermek, güler yüzlü olmak, doğru konuşmak, canlılara merhamet etmek gibi.
  • Güzel ahlak, bireye neler kazandırır?
    1. Kişiyi Allah’a yaklaştırır.
    2. Kendi iç huzurunu sağlayıp toplumdaki saygınlığını artırır.
    3. Aile yapısını güçlendirir.
    4. Bu dünyada kazandırdıklarının yanı sıra ahiret kazancı da sağlar.
  • Güzel ahlak, topluma neler kazandırır?
    1. Toplumda huzuru ve barışı sağlar.
    2. Toplumu saygın kılar.
  • Kötü ahlak neye denir?
    Allah’ın yasak ettiği, Peygamber Efendimiz’in razı olmadığı, insanların zarar gördüğü kötü işlere, çirkin söz ve davranışlara kötü ahlak denir. Yalan söylemek ve hırsızlık yapmak gibi.
  • En güzel ahlak sahibi kimdir?
    En güzel ahlak örneğimiz Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’ dir.
  • Peygamber Efendimiz’in güzel ahlakından beş tanesini sayınız.
    1. Yalan söylemezdi.
    2. Çok cömertti.
    3. Merhametliydi.
    4. Alçakgönüllüydü.
    5. Bütün insanları, bilhassa çocukları çok severdi.
  • Ahlakî vazifelerimiz kaça ayrılır?
    1. Allah’a ibadet etmek.
    2. Allah’ın yarattıklarına şefkat ve merhamet göstermek.
  • Allah’a karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak.
    2. İbadet vazifelerimizi yerine getirmek.
    3. Emirlerine uygun hareket edip yasak ettiği şeylerden sakınmak.
    4. Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak.
    5. O’nun adını saygı ile anmak.
    6. Verdiği nimetlere şükretmek.
  • Peygamberimiz’e karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. O’nun son peygamber olduğuna inanmak.
    2. O’nu çok sevmek; ismi anıldığında salavat-ı şerife okumak.
    3. Sünnetlerini uygulamak.
    4. Güzel ahlakını kendimize örnek almak.
  • Salavat-ı şerife nasıl okunur?
    Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed.
  • Kur’an’ı Kerime karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Kur’an-ı Kerim’in son kitap olduğuna inanmak.
    2. Usûlüne uygun olarak okumak.
    3. Manasını anlamaya çalışmak.
    4. Okurken ve dinlerken son derece saygılı olmak.
    5. İçindeki emirleri yapmak, yasaklardan sakınmak.
  • Annemize ve babamıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Onlara karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak.
    2. Allah’a isyana davet etmedikleri sürece emirlerini dinlemek.
    3. Yaşlandıklarında bakımlarını üstlenmek.
    4. Öldüklerinde onları rahmetle anmak.
  • Bedenimize karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Dengeli ve helalinden beslenmek.
    2. Sağlığımızı korumak.
    3. Temiz olmak.
  • Ruhumuza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Ruhumuzu yanlış inançlardan temizlemek.
    2. Faydalı bilgilerle donatmak.
    3. Kötü düşünce ve huylardan arındırmak.
    4. Güzel huylarla süslemek.
  • Anne ve babaların çocuklara karşı vazifeleri nelerdir?
    1. Onlara güzel bir isim vermek.
    2. Onları ruh ve beden yönünden sağlıklı yetiştirmek ve onlara haram yedirmemek.
    3. İyi bir eğitim verip örnek bir insan olarak yetiştirmek.
    4. Onlara sevgi ile yaklaşmak ve adaletli davranmak.
  • Eşlerin birbirlerine karşı vazifeleri nelerdir?
    1. Her konuda birbirlerine yardımcı olmalıdırlar.
    2. Kazançlarını israf etmemelidirler.
    3. Çocukların eğitim ve öğretimiyle birlikte ilgilenmelidirler.
    4. Saygıda ve sevgide kusur etmeyip birbirlerine karşı nazik ve yumuşak olmalıdırlar.
  • Hısım ve akrabalara karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Zaman zaman ziyaretlerine gidip hal ve hatırlarını sormak.
    2. Yardıma muhtaç olanlara yardım etmek.
    3. Sıkıntılı anlarında yanlarında olmak.
  • Komşularımıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Selamlaşmak.
    2. İyi geçinmek.
    3. Haklarını gözetmek.
    4. İyi ve kötü günlerinde yanlarında olmak.
  • Bir Müslüman diğer bir Müslüman’ın öldüğünü duyduğu zaman ne söyler?
    “İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn= Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz!” ve “Allah rahmet etsin!” der.
  • Bir Müslüman diğer bir Müslüman’ın hapşırdığını duyduğu zaman ne demelidir?
    Hapşıran: Elhamdülillah (Allah’a hamd olsun)
    Duyan: Yerhamükellah (Allah sana rahmetiyle muamele etsin)
    Hapşıran: Yehdîna ve yehdîkümüllah (Allah bizi ve sizi doğruya iletsin).
  • Müslüman olmayanlara karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Onlarla insanî ilişkiler içerisinde yaşamak.
    2. Mal ve canlarına zarar vermemek.
    3. Onlara dinimizi ve kültürümüzü güzel bir şekilde tanıtmak.
    4. Hak ve özgürlüklerine saygılı olmak.
  • Vatanımıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Vatanımızı sevip iç ve dış düşmanlara karşı korumalıyız.
    2. Vatanımızın gelişmesi için çok çalışmalıyız.
    3. Yıkıcı ve bölücü davranışlara karşı uyanık olmalıyız.
    4. Kamu mallarını korumalıyız.
  • Şehit kime denir?
    Allah yolunda; din, vatan ve millet uğrunda savaşırken ölenlere denir.
  • Gazi kime denir?
    Allah yolunda; din, vatan ve millet uğrunda savaşıp sağ kalanlara denir.
  • Topluma karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Başkalarının kutsal değerlerine saygılı olmak.
    2. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi göstermek.
    3. Kendisi için istediğini başkası için de istemek.
    4. Kamu mallarını korumak, toplu taşıma araçlarına zarar vermemek; cami, okul, park, bahçe ve benzeri ortak kullanım alanlarını kirletmemek vb.
  • Hayvanlara, bitkilere ve doğal çevreye karşı vazifelerimiz neferdir?
    1. Hayvanlara eziyet etmemek, onları korumak.
    2. Doğal güzellikleri korumak; onlara zarar veren, kötü görünüm sergileyen şeyleri ortadan kaldırmak.
    3. Çöpleri sokaklara, yerlere rastgele atmamak ve tükürmemek.
    4. Bu kurallara uymayanları uyarmak ve eğitmek.
  • İslam ahlakına uyan Müslümanlar’da hangi özellikler bulunur?
    1. İman esaslarına inandığı gibi yaşar.
    2. Anne ve babasına saygı gösterir.
    3. Müslümanlar’ı kardeş bilir.
    4. Eliyle ve diliyle kimseyi incitmez.
    5. İyi insanlarla arkadaşlık yapar.
    6. Sigara, alkol ve uyuşturucu gibi zararlı maddeleri kullanmaz.

 

Mümin, Kafir ve Münafık

Mümin
Allah’a, Hz. Peygamber’e ve O’nun haber verdiği şeylere yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler ahirette cennete girecekler, orada pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Günahkar müminler, suçları ölçüsünde ahirette cezalandırılsalar da sonunda cennete konulacaklardır. Müminlerin ebedi cennetlik olacağına dair Kur’an’da pek çok ayet vardır.

Kafir
İslam dininin temel prensiplerine inanmayan, Hz. Peygamber’in yüce Allah’tan getirdiği kesin olan ve tevatür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan (zarûrât-ı dîniyye) bir veya birkaçını yahut da tamamını inkar eden kimseye kafir denir. Mesela namazın farz, şarabın haram oluşunu inkar eden, meleklerin ve cinlerin varlığını kabul etmeyen kimse kafirdir. Kafir sözlükte “örten” anlamına gelmektedir. Gerçek ve doğru inancı örttüğü, yanlış şeylere inandığı için böyle kimselere kafir denmiştir. Bir insan kafir olarak ölürse ebedi cehennemde kalacaktır. Bu konudaki ayetlerden birinde şöyle buyrulmuştur: “(Ayetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üstünedir. Onlar ebediyen o lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır” (el-Bakara 2/161-162).

Münafık
Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve onun, Allah’tan getirdiklerini kabul ettiklerini söyleyerek, Müslümanlar gibi yaşadıkları halde, kalpten inanmayan kimselere münafık denir. Münafıkların içi başka dışı başkadır. Sözü özüne uygun değildir. Bir ayette şöyle buyrulur: “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler” (el-Bakara 2/8). Münafıkların gerçekte kafir oldukları bir başka ayette şöyle ifade edilir: “Onların Allah yolundan sapmalarının sebebi, önce iman edip sonra inkar etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar” (el-Münâfikun 63/3). Münafıklar İslam toplumu için açık kafirden daha tehlikelidirler. Çünkü onlar dıştan Müslümanmış gibi gözüktüklerinden tanınmaları mümkün değildir; içten içe Müslüman toplumun huzur ve düzenini bozar, kuzu postuna bürünerek dikkatsiz ve bilgisiz Müslümanları yanlış yönlere sürüklerler. Peygamberimiz vahiyle kimlerin münafık olduğunu bilir, bu sebeple de onlara önemli görevler vermezdi. Hz. Peygamber’den sonra insanlar için böyle bir bilgi kaynağı (vahiy) söz konusu olmadığından ve Müslüman olduğunu söyleyenlerin iç dünyasını araştırmak da doğru olmadığından münafık, dünyada Müslüman gibi işlem görür. Onun cezası ahirete kalmıştır. Bir ayette açıklandığı üzere cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunur: “Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar (derk-i esfel). Artık onlara asla bir yardımcı da bulamazsın” (en-Nisâ 4/145)

İslam ve İman İlişkisi

İslam sözlükte, “itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, esenlikte kılmak” anlamlarına gelir. Terim olarak, “yüce Allah’a itaat etmek, Hz. Peygamber’in din adına bildirmiş olduğu şeylerin hepsini kalp ile tasdik edip dil ile söyleyerek, inandıklarını yaşamak, sözleri ve davranışları ile kabul edip benimsediğini göstermek” demektir.

kuranKur’ân-ı Kerîm‘de iman ile İslam , bazen aynı bazen farklı anlamda kullanılmıştır. İman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa bu durumda İslam kelimesi, İslam’ın gerekleri olan hükümlerin dinden olduğuna inanmak, İslam’ı bir din olarak benimsemek ve ona boyun eğmek manasına gelir. İslam çok geniş bir kavramdır ve teslimiyet demektir. Teslimiyet ise üç türlü olur. Ya kalben olur ki, bu kesin inanç demektir. Ya dille olur ki, bu da ikrardır. Ya da organlarla olur ki, bunlar da amellerdir. İşte İslam’ın üç şeklinden biri olan kalbin teslimiyetine ve bağlılığına iman denilir. Şu ayette iman ile İslam aynı anlamda kullanılmaktadır: “…Ancak ayetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin” (en-Neml 27/81).

Eğer iman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa, o zaman her mümin müslimdir, her müslim de mümindir. İman ile İslam’ın farklı kavramlar olarak ele alınması durumunda her mümin, müslim olmakta, fakat her müslim, mümin sayılmamaktadır. Çünkü bu anlamda İslam, kalbin bağlanışı ve teslimiyeti değil de, dilin ve organların teslimiyeti, belli amellerin işlenmesi demektir. Bu durumda İslam daha genel bir kavram, iman daha özel bir kavram olmaktadır. Mesela münafık, diliyle Müslüman olduğunu söyler, buyrukları yerine getiriyormuş izlenimi verir, fakat kalbiyle inanmaz. Münafık gerçekte inanmadığı halde, dünyada Müslümanmış gibi gözükebilir. Şu ayet-i kerîmede iman ile İslam ayrı kavramlar olarak geçmektedir: “Bedevîler inandık dediler. De ki: Siz iman etmediniz,ama boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…” (elHucurât 49/14).

Kudüs’ün Tarihi ve Önemi

KUDÜS NEREDE?

Akdeniz ve Ölü Deniz (Lut Gölü)’in kuzey sınırı arasında yer almaktadır. Doğu Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde, alan ve nüfus olarak, İsrail’in büyük şehridir. 800.000 üzerinde nüfusa ve 125.1 km² alana sahiptir. Kudüs, üç semavi din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsaldır. Kudüs konumu itibariyle İsrail ve Filistin’in orta noktasında yer almaktadır. Bu nedenle her iki ülke için de büyük öneme sahip olmaktadır. Kudüs’ün diğer ismi, İsrailliler tarafından Jarusalem olarak bilinmektedir. Kudüs‘ün tarihi, bilinene göre milattan önce 2000’lere kadar uzanmaktadır. Tarihi boyunca iki kez yok olma kaderini tadan şehir, 23 işgale, 52 saldırıya tanıklık etmiştir. Hz. Muhammed S.A.V’in İslamiyet’in yayılmasında önemli bir nokta olan Kudüs’ten Miraç’a yükseldiği ve Mescid-i Aksa’nın burada inşa edildiği bilinmektedir. İsa’nın burada çarmıha gerildiği rivayeti ve bu nedenle buranın hac noktası olarak kabul görmesi Hristiyanlar için, Milattan önce 10. Yüzyılda Kral Davud’un ele geçirmesi ise Kudüs’ü Yahudiler için anlamlı kılmıştır.

Kudüs, Yehuda Dağlarında bulunan platonun güneyinde bulunur. Şehrin rakımı 760 metredir. Bütün Kudüs, vadiler ve kuru nehir yataklarıyla çevrelenmektedir. Kidron, Hinnom ve Tyropeon vadileri, eski şehrin güneyindeki bölgede buluşur. Kidron Vadisi, Eski şehrin doğusuna doğru gider ve Zeytin Dağlarını ikiye ayırır. Kutsal kitap döneminde, Kudüs, badem, zeytin ve palmiye ağaçlarından oluşan ormanlarla çevrelenmişti. Yüzyıllar boyu süren savaş ve hor görme, bu ormanların yok olmasına sebep oldu. Su temini Kudüs’ün yaşadığı en büyük problemler arasında yer alır. Bu durum tarihi ve karışık su kemerleri, tüneller, havuzlar ve sarnıçlarla kanıtlanır. Kudüs Akdeniz ve Tel Aviv’in 60 km doğusundadır. Şehrin karşısına 35 km uzaklıkta, Ölü Deniz vardır ve Ölü deniz, dünyanın en düşük seviyede bulunan su birikintisidir. Komşu şehirler ve kasabalar arasında, güneyde Betlehem (Beyt-ül Lahim) ve Beit Jala, doğuda Abu Dis ve Ma’ale Adumin, batıda Mevaseret Zion ve kuzeyde Ramallah ve Giv’at Ze’ev vardır. Kudüs ormanının yakınında, batı tarafında bulunan Herzl Dağı İsrail’in millî mezarlığıdır.

KUDÜS’ÜN TARİHİ VE ÖNEMİ

Kudüs’ün tarihi, bilinene göre milattan önce 2000’lere kadar uzanmaktadır. Tarihi boyunca iki kez yok olma kaderini tadan şehir, 23 işgale, 52 saldırıya tanıklık etmiştir. Hz. Muhammed S.A.V’in İslamiyet’in yayılmasında önemli bir nokta olan Kudüs’ten Miraç’a yükseldiği ve Mescid-i Aksa’nın burada inşa edildiği bilinmektedir. İslam için önemli olduğu kadar Yahudi ve Hristiyan dinleri için kabul gören bazı yapıtaşları burada bulunmaktadır. İsa’nın burada çarmıha gerildiği rivayeti ve bu nedenle buranın hac noktası olarak kabul görmesi Hristiyanlar için, Milattan önce 10. Yüzyılda Kral Davud’un ele geçirmesi ise Kudüs’ü Yahudiler için anlamlı kılmıştır.

Kudüs, barındırdığı dini değerlerle üç din için ortak kutsal öneme sahip olduğu merkezdir. Harita üzerinde Filistin ve İsrail’in orta noktasında yer alan Kudüs, 800 bin kişilik nüfusa sahiptir. İçerisinde Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı, Kubbet-Us-Sahra gibi dini öneme sahip yerler bulunmaktadır.

Kudüs’ün hem İsrail milliyetçiliği hem de Filistin milliyetçiliği arasındaki merkezi pozisyonunu göz önünde bulundurduğumuzda, 5000 yıllık yerleşik hayatı barındıran tarihi incelerken gereken seçicilik, genelde ideolojik ön yargı veya görüşlerden etkilenir. Örneğin, Şehrin Yahudi dönemleri, İsrailli milliyetçiler (Siyonistler) için önemlidir ve onlara göre, modern Yahudiler, antik İsraillilerden ve Makabiler’den geldiğini iddia ederler. Öte yandan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi olmayanlara ait dönemler ise Filistin Milliyetçiliği için önemlidir. Filistin milliyetçilerine göre, günümü Filistinlileri, bölgede bulunan farklı insan topluluklar oluşturmuştur. Sonuç olarak, iki taraf ta şehrin tarihini, şehir üzerindeki iddialarını güçlendirmek adına politikleştirmektedir.

 

Tekfir

Tekfir, Müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkar özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kafir saymak demektir. İrtidad ise Müslümanın dinden çıkması anlamına gelir. Dinden çıkana mürted denilir. Bu itibarla tekfir bir şahsın başkaları tarafından küfrüne hükmedilmesi, irtidad ise kişinin kendi irade ve ifadesiyle İslam’dan ayrılması ve hukuk düzeni tarafından da mürted sayılması demektir.

Bir Müslümanın kafir olduğuna hükmedilmesi onu pek ağır dünyevi sonuçlara, müeyyide ve mahrumiyetlere mahkum etmek anlamına geldiğinden, tekfir konusunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır. Bu, bireysel bir isnat ve iddia anlamındaki tekfir için de toplumsal bir yargı anlamındaki irtidad için de böyledir. Gelişigüzel tekfir iddialarına dayanılarak irtidad hükümleri uygulanamaz.

İslam kültüründeki tekfir ve irtidad kavramları, din ve vicdan hürriyetinin sınırlandırılması ve tehdit altında tutulması değil, toplumun ortak değerlerine ve dini inançlarına karşı aleni saygısızlık ve saldırganlığı önleme, toplumda gerekli olan huzur ve sükûnu güvence altına alma, nesilleri inkarcılığın olumsuz etkilerinden koruma, tekfir edilen şahsa gerekli yaptırımların uygulanmasıyla da kamu vicdanı açısından adaleti gerçekleştirme gibi gayelere matuf bir tedbir ve toplumsal sağduyu refleksi niteliğindedir. Yersiz yapılan tekfir, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında
toplum hayatında kapatılamayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur. Çünkü bu durumdaki bir kimse, gerçek durumunu Allah bilmekle birlikte, toplumda Müslüman muamelesi görmez, selamı alınmaz, kendisine selam verilmez, kestikleri yenilmez. Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldüğünde cenaze namazı kılınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez. Tekfir bu denli ağır sonuçlar doğurduğu içindir ki, Hz. Peygamber Medine toplumunda, münafıkların varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslamlaştırma siyaseti izlemiş, pek çok hadiste de “Ben Müslümanım” diyeni küfürle suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir hadiste “Kim bir insanı kafir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner”  buyrulurken, bir başka hadiste de şöyle denilmiştir:

Bir insan Müslüman kardeşine ey kafir diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner” . Hadislerden de anlaşılacağı gibi bir kimseyi küfürle itham ederken göz önünde bulundurulması gereken husus, o kimsenin küfür olan bir inancı gönülden benimsediğinin iyi tespit edilmesidir. Muhatap küfrü açıkça benimsemiyorsa, onun inanç, söz veya davranışı ile küfre girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak gerekir. Hz. Peygamber’in anılan tavsiyelerini göz önünde bulunduran bilginler “ehl-i kıbleden olup da günah işlemiş bulunan bir kimseyi bundan dolayı tekfir etmemeyi” Ehl-i sünnet’in temel prensipleri arasında zikretmişlerdir.