Allah’a Güvenmek

Allah’a güvenmek, Allah’ın rahmetine, hikmetine güvenip, sığınmak demektir. Dinimizde buna tevekkül denir.

Tevekkül Arapça bir kelimedir ve dilimizde de aynı şekilde kullanılır. Kelime olarak vekil kılmak ve başkasına havale etmek manasını taşır. Tevekkülün Şer-i manası ise; “Allah’tan başkasından ummamak, sadece O’na yönelmek, sırf Ona sığınmak, yapılacak işlerde ancak O’nun yardım edebileceğini bilmek, başka yardımcı ve güç tanımamak, O’nun dilediği şeyin olacağını bilmek, Allah’a dayanmak ve güvenmektir”, diğer bir ifadeyle kişinin herhangi bir işe karar kılmasıyla işe başlamadan önce Allah’a tevekkül etmesi yani O’na dayanıp O’nun yardımına güvenmesidir.

Allah’a güvenmek yani tevekkül etmek Allah’ın yüceliğinin bilincinde olmaktır. Böyle güzel bir hareket ise Allah katında çok değerlidir ve insana çok fazla yararı vardır.

Allah’a tevekkül ederken, hem bu dünyayı hem de öbür dünyayı göz önünde bulundurmalıyız.. Eğer hayatımızda bir problem meydana gelmişse yani bir sıkıntı varsa, karşılığında yüce Allah bize mutlaka sevap verir diyerek, sabretmemiz Allah’a güvenmemiz gerekir.

“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.”

Furkan, 58

Evrendeki olaylar bir düzen ve yasalar çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaktadır. İnsanlar akıl ve iradeleriyle sebepleri bulabilirler. İnsan evrende geçerli olan yasaları gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır, ondan sonra Allah’a güvenir. Bir çiftçi tohum ekmeden ürün elde edemez. Çiftçi tarlasını zamanda sürmeli, ekmeli, gübrelemeli ve sulamalıdır. Sonra da bol ve iyi ürün alabilmek için Allah’tan yardım dilemelidir. Çalışmadan başarıya ulaşılamaz. Bir öğrenci önce derslerin devam edecek, doğru, dürüst çalışacak, ödevlerini zamanda yapacaktır. Sonra Allah’tan yardım isteyerek başarılı olmasını dileyecektir. Kısaca gerçek anlamda tevekkül eden kimse işinin gereğini yapar ve sonucu Allah’tan bekler.

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”

Ali İmran, 160

Bütün varlığımızla Yüce Allah’a sığınmak mutlulukların ve huzurun en güzelidir. Allah’a güvenen bir kul, huzur ve güven içinde olur. Olaylar karşısında sabır, dayanıklılık kazanarak ümitsizliğe düşmez. Çünkü o, elinden gelen her şeyi yapmış, sonucunu ise tevekkül etmiş ve Allah’a bırakmıştır.

“Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. ”

Ali İmran, 159

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a tevekkül etmek ile ilgili pek çok ayet yer alır. Yukarıda verilen örnekler gibi ne zorlukla karşılaşmış olursak olalım, Allah’a dayanıp güvenmenin öneminden biz kullara söz edilmiştir.

Tevekkül eden kişi bilmelidir ki, o Allah’ı vekil kılmıştır ve Allah’tan başka vekil yoktur. Dolayısıyla tevekkül etmekle yapılabilecek en doğru ve akılcı hareketi yapmıştır. Allah’a dua edip, O’na yönelip, O’na tevekkül ettikten sonra endişe edilecek hiçbir şey yoktur. Allah, mutlaka ve mutlaka mümin için en hayırlı sonucu oluşturacaktır. Kuran’daki, “Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter” hükmüyle Allah müminlere bu güvenceyi vermektedir.

 

Gaybı Yalnız Allah Bilir

Fal denildiği zaman genel olarak akla gelen anlam, falın gelecekten haber verdiğine inanılmasıdır. İnsanların fala inanmaları ya da pek çok fal şeklinin olması insanların bilinmeze duydukları meraktan ileri gelir.

Eski çağlarda insanların cahiliyetini kullanan kimseler, gelecekten haber verdiğini söyleyerek onları kolayca kandırıyor ve paralarını alıyordu. Bu kimseler kimi zaman kahin kimi zaman falcı kimi zaman da büyücü ya da cadı olarak adlandırılıyorlardı.

İslamiyet, insanların zıvanadan çıktığı, batıl inançların asıl inanç yerini aldığı zamanlarda gönderilmiştir. Bilindiği gibi insanlar kendi yaptıkları nesnelere tapmakta ve onlardan medet ummaktaydı. Hz. Muhammed elçiliğinde insanlığa indirilen Kuran-ı Kerim ile kafalardaki soru işaretleri gitti. Çünkü Kuran-ı Kerimde:

ʺEy inananlar! Putlar, kumar, şarap, fal, şans okları şeytan işidir. Bunlardan uzak durun ki felaha erişiniz.ʺ

yazıyordu. Bunu gören ve İslamiyet’i kabul edenler ayetteki kötü alışkanlıklardan uzaklaştılar.

Evet, ayette bildirildiği üzere dinimizde fal bakmak ve baktırmak kesinlikle haramdır. Geleceği gördüğünü iddia eden kimselerin sözleri boştur. Hiçbir anlamı ve gerçekliği söz konusu değildir. Geleceği yalnızca Allah bilir.

“De ki: Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.”

Neml, 27/65

De ki: Size ‘Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum…”

En’âm, 6/50

“Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım…”

A’râf, 7/188

Kendilerine arraf yahut kahin denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Hz. Peygamber (s.a.s.) ağır bir dille kınamış hatta kafirlikle nitelemiş ve bu konuyu Peygamberimiz (a.s.m.) bir tek cümleyle ifade etmiştir.

“Kâhinler bir şey değildirler.”

Müslim, Selam 123

Kısacası ben Müslümanım diyen kişinin faldan uzak durması gerekmektedir. Fal bakan kimse insanları kandırdığı ve yalana sığındığı için büyük günah işlemiş olur. Fal baktıran kimse de söylenenlerden etkilenip, bir an bile olsa umuda kapılsa, haram işlemiş olur. Bununla ilgili bir hadis ise şöyledir:

“Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.”

Cebrail Aleyhisselamın, “Kıyamet ne zaman kopacaktır?sorusuna Peygamberimiz:

“Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir.” demiştir. En büyük gelecek olan kıyamet hakkında bu kadar net bir cevap vermiştir.

Gayb ve gelecek bilgisi Allah’ın elinde olduğuna göre, Allah’ın elçisi dahi Allah bildirmezse bilemeyeceğine, hiçbir İslam alimi de gayb ve gelecek hakkında konuşmayacağına göre, falcı ve her ne isim verilirse verilsin bu harama düşen kimselerin sözlerine inanmak katiyen doğru değildir.

“Geleceğini merak eden fallara değil, mezarlığa, baksın. Hepimizin geleceği işte orası…”

 

Allah’ın Sıfatları

Allah’ın (c.c) sıfatlarını tüm Müslümanların mutlak bilmesi gerekir. Tüm müslümanların Allah’ın kusursuz sıfatlar taşıdığına inanması da farzdır. Allah’ın on dört tane sıfatı bulunmaktadır. Bunlar ikiye  ayrılarak açıklanmaktadır. Allah’ın Zati sıfatları altı adet, Subuti sıfatları ise sekiz adettir.

Zati sıfatları, Allah’ın zatına mahsus olan sıfatlardır. Bu sıfatların hiçbir mahluk ile bağlantısı yoktur.

Sübuti sıfatları ise, mahluklarla bağlantılı olan sıfatlardır. Bunlardan, yaratmak sıfatı hariç, diğerlerinden kullarına da sınırlı olarak ihsan etmiştir. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Bunlar da, zati sıfatlar gibi ezelidirler. Onun diri olması, bilmesi, işitmesi, görmesi, kudreti, dilemesi ve söylemesi kullarınkine hiç benzemez, bunların sadece isimleri benzer. Onun zatını ve sıfatlarının hakikatini anlamak mümkün değildir.

Hiç bir mahluk, asla yaratıcısını anlayamaz, kavrayamaz.

Peygamber efendimiz:

Allahü Teâlâ’nın yarattıklarını düşününüz, O’nun zatını düşünmeyiniz. Çünkü siz O’nun kadrini takdir edemez, O’nu anlamaya güç yetiremezsiniz buyurmuştur.

Bir başka hadis-i şerifte de buyruldu ki:

Allahü Teâlâ, hatıra gelen her şeyden uzaktır.”

Allah’ın Zati Sıfatları

1-Vücûd: Allah vardır. Vacib-ül vücûddür. Yani varlığı lazımdır. Diğer varlıklar gibi kendisini var edecek bir başkasına ihtiyacı yoktur. Onun yok olduğu hiçbir an düşünülemez. Allah’ın varlığının ezeli olduğunu anlatan sıfatıdır.

2- Kıdem: Allah’ın varlığının evveli, başlangıcının olmadığını anlatan sıfatıdır.

3-Beka: Allah’ın varlığının sonsuz olmasını açıklayan sıfatıdır.

4-Vahdaniyyet: Allah’ın tek olduğunu, eşsiz ve benzersiz olduğunu açıklayan sıfatıdır.

5- Muhalefetün-lilhavadis: Allah’ın zatında ve sıfatlarında hiçbir mahlukun zat ve sıfatlarına benzemediğini açıklayan sıfatıdır.

6- Kıyâm bi-nefsihi: Allah mekana muhtaç değildir. Madde ve mekan yok iken O var idi. Zira her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kainatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zatı nasıl idi ise, sonsuz olarak, hep öyle olduğunu açıklayan sıfatıdır.

Allah’ın Subuti Sıfatları

1-Hayat: Allah’ın yaşadığını anlatan sıfattır. Ancak O’nun hayatı yaratılmışlarınkine benzemez ve sonsuz ve sınırsızdır.

2- İlm: Allah’ın her şeyi bildiğini anlatan sıfatıdır. Bilmesi mahlukatın bilmesi ile aynı manayı taşımaz. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.

3-Sem’: Allah’ın her şeyi duyması manasındaki sıfattır ve O’nun duyması yaratılmışların duyması gibi değildir. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.

4- Basar: Allah görür. Aletsiz ve şartsız görür. Göz ile görmek değildir. Allah’ın görmek için herhangi bir uzva ihtiyaç duymamasını anlatan sıfatıdır.

5- İrade: Allah dilediğini yaratır. Her şey O’nun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur. Allah’ın isteği ile her şeyin emele gelebileceğini anlatan sıfatıdır.

6- Kudret: Allah, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez. O’na kimsenin galip gelemeyeceğini anlatan sıfatıdır.

7- Kelam: Allah, söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir. Allah’ın hiçbir kelimeye, cihaza ve uzva gereksinim duymadığını anlatan sıfatıdır.

8-Tekvin: Evrendeki her şeyin şüphesiz yaratıcısı Allah’tır ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. Allah’tan başkası için yaratıcı dememelidir.

Allah’ın Sıfatlarını Açıklayan Ayetler

“O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı apaçıktır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir.” (Hadid Suresi 3. ayet.)

“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak Yüce ve Cömert olan Rabb’ımızın varlığı bâkîdir, ebedidir, son bulmaz.” (Rahman Suresi: 26-27. ayetler.)

“Ey Muhammed de ki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas Suresi)

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura Suresi: 11. ayet.)

“Ölümsüz, diri olan Allah’a güven, Onu özenerek tesbih et.” (Furkan Suresi, 58. ayet.)

“İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Al-i Imran Suresi, 23. ayet.)

“Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece OL demektir ve o hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40. ayet.)

Hiç kimse ve hiçbir şey Allah’ın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz.

 

Allah’a Şükretmek

Yüce Allah¸ insanı en güzel bir surette yaratmış¸ ona sayısız nimetler vermiştir. Allah’ın insanoğluna verdiği nimetleri saymaya kalksak sayıp bitiremeyiz. Masmavi denizler, yemyeşil ormanlar, rengarenk çiçekler, kelebeklerin kanatlarındaki muhteşem renkler ve desenler, kuşlar, birbirinden lezzetli ve faydalı meyveler, sebzeler ve bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok güzellik… İşte bunların hepsini yaratan, tüm evreni ve canlıları yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Allahtır. İnsan şuurlu olarak düşünürse, tüm bu güzelliklerin ve hoşuna giden her şeyin, aslında Allah`ın kendisine ikram ettiği birer nimet olduğunu fark edebilir. Allah¸ verdiği bu nimetler karşısında insandan öncelikle şükür istemektedir.

“ Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. “ (Nahl Suresi, 18)

Yüce Allah, Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” buyurmak suretiyle şükredenleri müjdelemektedir. Ancak bütün bu ihsana karşılık insanlar arasından pek az kimse nimetlerin Allah’tan olduğunu idrak ederek şükür içinde Allah’a ibadet etmektedir.

Şükür, yalnızca Allah’a sözlü hamd ile değil, Rabbimizin bahşettiği nimetleri O`nun yolunda kullanmakla da olur. Bazı insanlar şükretmek için kendilerine çok büyük ya da çok özel bir nimetin verilmesi gerektiğini düşünür. Oysa insanın her anının nimet içinde geçtiği çok açık bir gerçektir. Hayatı, sağlığı, beş duyusu, nefes aldığı hava, aklı ve bunlara benzer sayısız nimet kendisine her an kesintisiz bir şekilde sunulmaktadır.

Şükür¸ nimetlerin artmasına¸ isyan ve nankörlük ise¸ bu nimetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu itibarla nimetlerin artışı veya yok oluşu bir anlamda bizim tutum ve davranışlarımıza bağlıdır. Nitekim Yüce Mevlâ’mız Kur’an-ı Kerim’deAndolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir. buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmektedir.

Sevgili Peygamberimiz her konuda olduğu gibi şükürde de inananlara en güzel örnek olmuştur. Zira şükrün Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatında somutlaştığını çok güzel bir şekilde görmekteyiz.

Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği¸ geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olan Hz. Muhammed (s.a.v)¸ Allahu Teala’nın nimetlerine şükredebilmek için ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.
Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v) namaz kıldığı zaman ayakları patlayacak derecede ayakta dururdu. Hz. Aişe (r.a):
“Ey Allah’ın Resulü! Allah senin gelmiş-geçmiş bütün günahlarını sana bağışladığı halde neden böyle yapıyorsun?” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasulü: “Ey Aişe! Şükreden bir kul olmayayım mı? buyurdu.
Nitekim Peygamber Efendimizin¸ sabah akşam dilinden düşürmediği duası:Allah’ım¸ seni zikretmek¸ sana şükretmek ve güzel ibadet etmek için bana yardım eyle!” şeklindeydi.

Allah’ın nimetlerini düşünmek, hem Allah korkusunu ve Allah sevgisini arttırmak için bir vesile hem de Allah’ın cennette müminlere göstereceği mükemmel nimetleri düşünüp cennete özlem duymak için bir vesiledir. Etrafımızda gördüğümüz her şeye bu gözle bakmalı ve Allah`ın varlığını, büyüklüğünü ve gücünü aklımızdan asla çıkarmamalıyız. Aksi halde Allah`a karşı kibirlenen şeytandan hiçbir farkımız kalmaz.

 

Şükrün tam karşılığı küfürdür. Zaten Allahu Teala insanı imtihan için yaratmıştır. Allah, verdiği nimetlere karşı şükreden ve sıkıntılara karşı sabredenlere mükâfat verir. Buna ters hareket edip küfre girenleri de cezalandırır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)

 

Yüce Allah’ın kullarının şükrüne ihtiyacı yoktur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse¸ bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir¸ övülmeye lâyıktır.” O’nun ilâhlığı¸ yüceliği ve hâkimiyeti herhangi bir kimsenin şükrü veya küfrü ile ne bir derece yükselir ne de eksilir. O¸ bizzat kendisi her şeye hâkimdir.

Rabbimiz verdiği nimetlere hakkıyla şükreden ve ona yakın olan ihlaslı kullardan olmamızı nasip eylesin.

 

 

Ramazan Kuran Ayıdır

 

AYET : BAKARA SURESİ – 185. AYET 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

           MEALİ :

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.”   (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Ramazan ayına erişmiş bulunuyoruz. Manevî hayatımızda seçkin yeri olan bu aya bizleri eriştiren yüce Rabbimize hamd ediyor, bu ayı nasıl değerlendireceğimizi bize öğreten sevgili Peygamberimiz (SAV)’e salât ve selâm ediyoruz.

Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Peygamberimiz (SAV) bu aydan söz ederken: “Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur.” buyurmuştur.

Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, o da şudur: Yılın ayları ile gün ve geceleri, zamanın dilimleri olmak itibariyle aynıdır, aralarında bir fark yoktur. Ancak önemli bazı dinî ve millî olayların meydana geldiği zaman dilimleri diğerlerine göre farklıdır. İşte Ramazan da böyledir. Bu ayda meydana gelen olaylara baktığımızda bu ayın diğer kamerî aylardan üstünlüğü anlaşılmış olur. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayından şöyle söz eder:

 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirildiği aydır.”  (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Demek ki Ramazan’ı diğer kamerî aylardan üstün kılan özelliklerin başında, insanlık için bir hidâyet rehberi olan Kur’an-ı Kerîm’in bu ayda inmesi ve inmeye başlamış olmasıdır.

Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü Allah Teâlâ onu, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV) vasıtasıyla göndermiştir. Allah Teâlâ, Peygamberimiz (SAV)’den başka Peygamber görevlendirmeyeceği gibi başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim, Cebrâil (AS) aracılığı ile Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunmuştur. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’in hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Mushaf haline getirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Bu özelliği taşıyan başka bir kitap yoktur. Diğer semavî kitaplar (İncil, Tevrat ve Zebûr) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilâve ve çıkartmalar yapılmak sûretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Teâlâ tarafından va’d buyrulmuştur.

Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ:

     “Doğrusu Kur’an-ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz.”  (HİCR SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, sadece Mushaflarda yer almamış, indiği günden itibaren çok kimse tarafından tamamen ezberlenmiştir.

Kur’an-ı Kerim, eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamberimiz (SAV) sadece onu insanlara tebliğ etmeye memurdur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

قُلْ مَن كَانَ عَدُوّاً لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ:

     “De ki, her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an’ı Allah’ın izni ile kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve müminlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir.”   (BAKARA SURESİ –  97. AYET)

Yani o,ne Cebrail’in ve ne de senin sözündür. Cebrail (AS) da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor:

 

وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَافَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ:

     “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’da şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”  (BAKARA SURESİ – 23. AYET)

 

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُواْ بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ:

     “Yoksa onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz (doğru söylediğinize inanıyorsanız) Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.”   (HÛD SURESİ – 13. AYET)

Evet, Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil bir sure meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamayacağını da haber vermiştir. Kur’an şöyle buyurur:

 

قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُواْ بِمِثْلِ هَـذَا الْقُرْآنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً:

     “De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.”   (İSRA SURESİ – 88. AYET)

Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır.

Mekke müşrikleri Kur’an’ın gönülleri aydınlatan, onu dinleyenleri ifade ve üslup bakımından hayretlere düşüren nurunu söndürmek için her çareye başvurmuşlardır. Onun benzerini getirmek için güvendikleri şair ve edipleri bir araya getirmişler çalışmalar yapmışlardır. Fakat bu çalışmalar Kur’an’ın fesahat ve belâgati karşısında çok sönük kalmış ve onlarca da Kur’an-ı Kerim’le mukayeseye değer bulunmamış, bu yüzden:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ:

     “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz.”   (FUSSİLET SURESİ – 26. AYET)

Demek zorunda kalmışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in İngilizce mütercimlerinden Palmer: “En güzide Arap yazarları değeri itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir eser yazamamışlarsa hayret edilmemelidir. Çünkü Kur’an, benzeri yazılamayacak tek kitaptır.” demiştir.

Kur’an-ı Kerim, İslâmiyet’in ana kitabıdır. Dinin esasıdır. Dinî hükümlerin dayanağı olan delillerin birincisidir. Dinî hükümlerin esaslarını ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, semavî kitapların da özetidir. İnsan ve insan topluluklarını inanç, ibadet, ahlâk ve sosyal yönden maddî ve manevî mutluluğa ulaştıracak her şeyi bildirmiştir. Bir ayet-i kerime şöyledir:

 

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ.

     “Ey Muhammed, sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur’an-ı indirdik.”   (NAHL SURESİ – 99. AYET)

Pek çok ayette tekrar tekrar hatırlatılan bir husus da Kur’an-ı Kerim’in insanları doğruya ve doğru yola hidayet eden bir kitap olarak gönderilmiş olduğudur. Bu husus gerçekten çok önemli ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu ayet-i Kerimelerden bir tanesine işaretle yetineceğiz. Allah şöyle buyuruyor:

 

إِنَّ هَـذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُالْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً كَبِيراً:

     “Doğrusu bu Kur’an en doğru yola hidayet eden ve yararlı işler yapan müminlere büyük ecir olduğunu, ahirette inanmayanlara yakıcı azap hazırladığımızı müjdeler.”  (İSRA SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, insan ilişkilerine büyük önem verir. Bugün toplumların en çok ihtiyaç duydukları toplumsal barışı sağlayacak hususları detaylarına kadar açıklar. Önce kişinin gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildirir. Toplumun özünü oluşturan aile hayatı ile karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletlerarası münasebetlere varıncaya kadar sosyal hayatın bütün kurallarını gösterir; en yüksek, en güzel ahlâk prensiplerini öğretir. Çok basit gibi görünen ve fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan selâmlaşmaktan ve evlere izin alarak girme adabına varıncaya kadar detaylara yer verir.

Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, insana büyük değer verir.

 

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ:

     “And olsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık.”   (TÎN SURESİ – 4. AYET)

Buyurarak insanın yaratıklar içerisinde en güzel surete sahip olduğunu bildirir. Ayrıca insanın üstünlüğüne işaret etmek üzere de şöyle der:

 

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىكَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً:

     “Biz gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”   (İSRA SURESİ – 70. AYET)

Kur’an-ı Kerim’in insana verdiği değeri saymaya gerek yok. Çünkü Kur’an, insandan başka kâinatta olan her şeyin insanoğlunun emrine âmâde kılındığını ve insana hizmet için yaratıldığını bildirir. Bu konuda şu ayet-i kerimeyi hatırlatmak yeterli olur:

 

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ:

     “Allah’ın göklerdeki ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır (yazıklar olsun).”   (LOKMAN SURESİ – 20. AYET)

Kur’an-ı Kerim, zina, fuhuş, adam öldürmek, yalan söylemek, iftira etmek, haksızlık yapmak, israf etmek, hıyanette bulunmak, gıybet ve sarhoşluk gibi toplumu temelinden sarsan kötülükleri yasaklar.

Kur’an-ı Kerim, daima ileriyi emreder. “Babalarımızdan böyle gördük” diyerek akıl ve ilim ile açıklanamayan alışkanlıklardan ayrılmak istemeyenleri ayıplar ve körü körüne taklidi reddeder. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bir örnek olmak üzere İbrahim (AS) ile kavmi arasında geçen bir konuşmayı hikâye eder ve şöyle der:

 

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ:قَالُوانَعْبُدُ أَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ:قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْتَدْعُونَ:أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ:قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَاكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ:قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ:

      “Hani o,babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? Demişti. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz.” diye cevap verdiler. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?”   (ŞUARA SURESİ – 70/75. AYETLER)

İlk inen ayeti:

 

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ:

    “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”   (ALAK SURESİ – 1. AYET)

Olan Kur’an-ı Kerim, daima ilme teşvik eder. Fenne ve müspet ilimlere karşı asla tavır almaz. Akla ve düşünceye özel yer verir. Kâinatı ve kâinattaki yaratılış inceliklerini düşünmeye davet eder. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyerek ilmin üstünlüğünü vurgular.

Özet olarak şunu söylemek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim, insan için inmiştir. İnsanı dünya ve âhirette mutlu kılacak her şeyi ihtiva eden bir kitaptır. Böyle bir kitabı rehber edinen yanılmaz. Ona sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez. Onun gösterdiği yoldan yürüyen şaşırmaz ve onu okuyanın ecri az olmaz.

Şüphe yok ki, Kur’an-ı Kerim’i okumaktan maksat, manasını öğrenip yapın dediklerini yapmak ve yasaklarından sakınmaktır. Çünkü Kur’an, Allah’ın insanlara gönderdiği mesajıdır. Bu mesajın içeriğini anlamadan sadece onu okumanın, gerçek anlamda onu okumak demek olmayacağı açıktır. Bu konuda Peygamberimiz (SAV)’e verilmiş olan görevi ifade eden ayet-i kerimeyi hatırlatmak yararlı olur. Kur’an şöyle buyuruyor:

 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:

     “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’an-ı indirdik. Umulur ki düşünüp anlarlar.”   (NAHL SURESİ – 44. AYET)

Kur’an’ı okumaktan asıl maksadın manasını öğrenip onu hayata geçirmek olmakla beraber, ayrıca onu okumanın da sevap olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Peygamberimiz (SAV):

“Bir kimsenin Kur’an’dan bir harf okuması bir hasenedir. Her haseneye de on sevap vardır. Ben size “Elif Lâm Mim” bir harftir demiyorum. Belki “Elif” başlı başına bir harftir, “Lâm” bir harftir, “Mim” bir harftir.” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’den bir harf okuyana on sevap verildiğine göre “Elif Lâm Mim” diyen kimse üç harf okumuş olacağı için otuz sevabı var demektir.

Bu Hadîs-i Şerif, Kur’an-ı Kerîm’i okumanın da sevap olduğunu ifade ediyor ki, buna aykırı olan görüşler bir değer taşımaz. Burada bir başka noktaya işaret etmekte yarar vardır. O da ölüler için Kur’an okumak konusudur.

Akaid kitaplarımızda şöyle bir ifade vardır: “Hayatta olanların ölüler için yapacakları dualardan ve onlar için verecekleri sadaka, yapacakları hayırlardan ölüler yararlanırlar.”

Çünkü Peygamberimiz (SAV) mezarlığa uğradığında onlara selâm vermiş ve dua etmiştir. Buna göre ölüler için okunan Kur’an’ dan da yararlanırlar mı?

İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşlerini nakletmeden önce bir hususa işaret etmek istiyorum. Ülkemizde mezarlıkta ve ölüler için genel olarak Kur’an-ı Kerim’in Yasin suresi okunmaktadır. Bakınız bu surede Allah ne buyuruyor:

 

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ:لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيّاً وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ:

     “Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve inanmayanlara da azap sözünün hak olması içindir.”   (YASİN SURESİ – 69/70. AYETLER)

Bu ayet-i kerimelerde Kur’an’ın, hayatta olanları uyarmak ve onlara yol göstermek, rehberlik etmek için indiği açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hem de ölüler için okunması âdet haline gelen bir surede. Demek Kur’an, ölüler için değil, yaşayanlar için inmiştir. Bu konuda merhum şair M. Akif ERSOY ne güzel söylemiş:

“İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”

Evet, Allah rızası için Kur’an-ı Kerim’i okumak bir ibadettir ve her ibadet gibi bu da sevaptır. Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse bu sevabı dilerse ölünün ruhuna bağışlayabilir ve ölü de bundan yararlanır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’i Allah rızası için değil de bir ücret karşılığında okumak sevap olmayacağı için ölünün bundan yararlanması da söz konusu değildir. Şu nokta çok önemlidir. Bir işin ibadet olabilmesi, o işin yalnız Allah rızası için yapılmış olmasına bağlıdır. Değil bir ücret karşılığı, gösteriş için yapılan ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin bile Allah katında bir değeri yoktur. İmam Şafiye göre ise Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşmaz.

Özetleyecek olursak, bir kimse yalnız Allah rızası için Kur’an okur ve bunun sevabını dilediği ölünün ruhuna bağışlayabilir, ölü de bundan yararlanır. Ancak başkasına para karşılığında ölüleri için Kur’an okutmanın bir faydası yoktur.

Denizden bir avuç mesabesinde anlatmaya çalıştığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, işte bu ayda inmeye başlamıştır. Bunun için bu aya “Kur’an ayı” denmektedir.

Her konuda olduğu gibi Ramazan ayı konusunda da örnek alacağımız kimse Peygamberimiz (SAV)’dir. Peygamberimiz (SAV),Ramazan ayında diğer aylardan daha çok Kur’an-ı Kerim’le ilgilenirdi. Kendisine vahiy getiren melek Cebrail (AS) Ramazanın her gecesinde Peygamberimiz (SAV)’le buluşur Kur’an okurlardı.

Hz. Fâtıma validemizden gelen bir rivayete göre, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail (AS) her yıl Kur’an-ı Kerim’i benimle mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele etti. Öyle sanıyorum ki ölümüm yaklaşmıştır.”

Ashâb-ı Kirâm’ın hafız ve âlim olanlarından Ubey İbni Ka’b ile Muaz (R.anhuma) Ramazanda Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi. Hafız olmayanlar ise ezberledikleri sureleri okurlardı. Büyük İslâm âlimi Ebû Hanife (Allah ona rahmet eylesin) nin Ramazan ayında geceleri Kur’an-ı Kerim’i okumakla ihya ettiği rivayet edilir.

Ramazanda camilerimizde mukabele okunması, evlerimizde Kur’an-ı Kerim’in hatmedilmesi, Peygamberimiz (SAV)’in ve onu örnek alan ashabının ve İslâm âlimlerinin Ramazan hayatından alınmış güzel örneklerdir. Peygamberimiz (SAV)’’in huzurunda okunan, yazılan ve ezberlenen Kur’an-ı Kerim’in zamanımıza kadar bir kelimesi eksilmeden gelmiş olması, Peygamberimiz (SAV)’in Ramazan hayatının eseridir. Ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan olayların başında yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamış olmasıdır. Diğer bir olay da, İslâm’ın beş esasından biri olan oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmiş bulunmasıdır.

Böylesine mübarek bir aya kavuşmanın sevinci içerisindeyiz. Bunu fırsat bilerek bu ayı oruç tutarak, Kur’an okuyarak, ibadet yaparak geçirmeliyiz. Kimseyi incitmemeye özen göstermeliyiz. Yoksulları ve kimsesiz çocukları korumalıyız. Böyle yaptığımız takdirde Allah’ın rızasını kazanmış oluruz. Ne mutlu Ramazan-ı Şerifi bu şekilde değerlendirenlere.

Bu duygularla hepinizin Ramazan-ı Şerifini kutluyor, hepimiz, ülkemiz, milletimiz ve hatta insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Amin.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ