Ahlak ile İlgili Temel Bilgiler

  • Ahlak nedir?
    Ahlak; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:
    1. Güzel ahlak
    2. Kötü ahlak
  • Güzel ahlak neye denir?
    Allah’ın ve Resulü’nün emir ve tavsiye ettiği, diğer insanların da yapılmasından hoşlandığı güzel söz ve davranışlara güzel ahlak denir. Büyüklere saygı göstermek, güler yüzlü olmak, doğru konuşmak, canlılara merhamet etmek gibi.
  • Güzel ahlak, bireye neler kazandırır?
    1. Kişiyi Allah’a yaklaştırır.
    2. Kendi iç huzurunu sağlayıp toplumdaki saygınlığını artırır.
    3. Aile yapısını güçlendirir.
    4. Bu dünyada kazandırdıklarının yanı sıra ahiret kazancı da sağlar.
  • Güzel ahlak, topluma neler kazandırır?
    1. Toplumda huzuru ve barışı sağlar.
    2. Toplumu saygın kılar.
  • Kötü ahlak neye denir?
    Allah’ın yasak ettiği, Peygamber Efendimiz’in razı olmadığı, insanların zarar gördüğü kötü işlere, çirkin söz ve davranışlara kötü ahlak denir. Yalan söylemek ve hırsızlık yapmak gibi.
  • En güzel ahlak sahibi kimdir?
    En güzel ahlak örneğimiz Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’ dir.
  • Peygamber Efendimiz’in güzel ahlakından beş tanesini sayınız.
    1. Yalan söylemezdi.
    2. Çok cömertti.
    3. Merhametliydi.
    4. Alçakgönüllüydü.
    5. Bütün insanları, bilhassa çocukları çok severdi.
  • Ahlakî vazifelerimiz kaça ayrılır?
    1. Allah’a ibadet etmek.
    2. Allah’ın yarattıklarına şefkat ve merhamet göstermek.
  • Allah’a karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak.
    2. İbadet vazifelerimizi yerine getirmek.
    3. Emirlerine uygun hareket edip yasak ettiği şeylerden sakınmak.
    4. Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak.
    5. O’nun adını saygı ile anmak.
    6. Verdiği nimetlere şükretmek.
  • Peygamberimiz’e karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. O’nun son peygamber olduğuna inanmak.
    2. O’nu çok sevmek; ismi anıldığında salavat-ı şerife okumak.
    3. Sünnetlerini uygulamak.
    4. Güzel ahlakını kendimize örnek almak.
  • Salavat-ı şerife nasıl okunur?
    Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed.
  • Kur’an’ı Kerime karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Kur’an-ı Kerim’in son kitap olduğuna inanmak.
    2. Usûlüne uygun olarak okumak.
    3. Manasını anlamaya çalışmak.
    4. Okurken ve dinlerken son derece saygılı olmak.
    5. İçindeki emirleri yapmak, yasaklardan sakınmak.
  • Annemize ve babamıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Onlara karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak.
    2. Allah’a isyana davet etmedikleri sürece emirlerini dinlemek.
    3. Yaşlandıklarında bakımlarını üstlenmek.
    4. Öldüklerinde onları rahmetle anmak.
  • Bedenimize karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Dengeli ve helalinden beslenmek.
    2. Sağlığımızı korumak.
    3. Temiz olmak.
  • Ruhumuza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Ruhumuzu yanlış inançlardan temizlemek.
    2. Faydalı bilgilerle donatmak.
    3. Kötü düşünce ve huylardan arındırmak.
    4. Güzel huylarla süslemek.
  • Anne ve babaların çocuklara karşı vazifeleri nelerdir?
    1. Onlara güzel bir isim vermek.
    2. Onları ruh ve beden yönünden sağlıklı yetiştirmek ve onlara haram yedirmemek.
    3. İyi bir eğitim verip örnek bir insan olarak yetiştirmek.
    4. Onlara sevgi ile yaklaşmak ve adaletli davranmak.
  • Eşlerin birbirlerine karşı vazifeleri nelerdir?
    1. Her konuda birbirlerine yardımcı olmalıdırlar.
    2. Kazançlarını israf etmemelidirler.
    3. Çocukların eğitim ve öğretimiyle birlikte ilgilenmelidirler.
    4. Saygıda ve sevgide kusur etmeyip birbirlerine karşı nazik ve yumuşak olmalıdırlar.
  • Hısım ve akrabalara karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Zaman zaman ziyaretlerine gidip hal ve hatırlarını sormak.
    2. Yardıma muhtaç olanlara yardım etmek.
    3. Sıkıntılı anlarında yanlarında olmak.
  • Komşularımıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Selamlaşmak.
    2. İyi geçinmek.
    3. Haklarını gözetmek.
    4. İyi ve kötü günlerinde yanlarında olmak.
  • Bir Müslüman diğer bir Müslüman’ın öldüğünü duyduğu zaman ne söyler?
    “İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn= Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz!” ve “Allah rahmet etsin!” der.
  • Bir Müslüman diğer bir Müslüman’ın hapşırdığını duyduğu zaman ne demelidir?
    Hapşıran: Elhamdülillah (Allah’a hamd olsun)
    Duyan: Yerhamükellah (Allah sana rahmetiyle muamele etsin)
    Hapşıran: Yehdîna ve yehdîkümüllah (Allah bizi ve sizi doğruya iletsin).
  • Müslüman olmayanlara karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Onlarla insanî ilişkiler içerisinde yaşamak.
    2. Mal ve canlarına zarar vermemek.
    3. Onlara dinimizi ve kültürümüzü güzel bir şekilde tanıtmak.
    4. Hak ve özgürlüklerine saygılı olmak.
  • Vatanımıza karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Vatanımızı sevip iç ve dış düşmanlara karşı korumalıyız.
    2. Vatanımızın gelişmesi için çok çalışmalıyız.
    3. Yıkıcı ve bölücü davranışlara karşı uyanık olmalıyız.
    4. Kamu mallarını korumalıyız.
  • Şehit kime denir?
    Allah yolunda; din, vatan ve millet uğrunda savaşırken ölenlere denir.
  • Gazi kime denir?
    Allah yolunda; din, vatan ve millet uğrunda savaşıp sağ kalanlara denir.
  • Topluma karşı vazifelerimiz nelerdir?
    1. Başkalarının kutsal değerlerine saygılı olmak.
    2. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi göstermek.
    3. Kendisi için istediğini başkası için de istemek.
    4. Kamu mallarını korumak, toplu taşıma araçlarına zarar vermemek; cami, okul, park, bahçe ve benzeri ortak kullanım alanlarını kirletmemek vb.
  • Hayvanlara, bitkilere ve doğal çevreye karşı vazifelerimiz neferdir?
    1. Hayvanlara eziyet etmemek, onları korumak.
    2. Doğal güzellikleri korumak; onlara zarar veren, kötü görünüm sergileyen şeyleri ortadan kaldırmak.
    3. Çöpleri sokaklara, yerlere rastgele atmamak ve tükürmemek.
    4. Bu kurallara uymayanları uyarmak ve eğitmek.
  • İslam ahlakına uyan Müslümanlar’da hangi özellikler bulunur?
    1. İman esaslarına inandığı gibi yaşar.
    2. Anne ve babasına saygı gösterir.
    3. Müslümanlar’ı kardeş bilir.
    4. Eliyle ve diliyle kimseyi incitmez.
    5. İyi insanlarla arkadaşlık yapar.
    6. Sigara, alkol ve uyuşturucu gibi zararlı maddeleri kullanmaz.

 

Gaybı Yalnız Allah Bilir

Fal denildiği zaman genel olarak akla gelen anlam, falın gelecekten haber verdiğine inanılmasıdır. İnsanların fala inanmaları ya da pek çok fal şeklinin olması insanların bilinmeze duydukları meraktan ileri gelir.

Eski çağlarda insanların cahiliyetini kullanan kimseler, gelecekten haber verdiğini söyleyerek onları kolayca kandırıyor ve paralarını alıyordu. Bu kimseler kimi zaman kahin kimi zaman falcı kimi zaman da büyücü ya da cadı olarak adlandırılıyorlardı.

İslamiyet, insanların zıvanadan çıktığı, batıl inançların asıl inanç yerini aldığı zamanlarda gönderilmiştir. Bilindiği gibi insanlar kendi yaptıkları nesnelere tapmakta ve onlardan medet ummaktaydı. Hz. Muhammed elçiliğinde insanlığa indirilen Kuran-ı Kerim ile kafalardaki soru işaretleri gitti. Çünkü Kuran-ı Kerimde:

ʺEy inananlar! Putlar, kumar, şarap, fal, şans okları şeytan işidir. Bunlardan uzak durun ki felaha erişiniz.ʺ

yazıyordu. Bunu gören ve İslamiyet’i kabul edenler ayetteki kötü alışkanlıklardan uzaklaştılar.

Evet, ayette bildirildiği üzere dinimizde fal bakmak ve baktırmak kesinlikle haramdır. Geleceği gördüğünü iddia eden kimselerin sözleri boştur. Hiçbir anlamı ve gerçekliği söz konusu değildir. Geleceği yalnızca Allah bilir.

“De ki: Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.”

Neml, 27/65

De ki: Size ‘Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum…”

En’âm, 6/50

“Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım…”

A’râf, 7/188

Kendilerine arraf yahut kahin denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Hz. Peygamber (s.a.s.) ağır bir dille kınamış hatta kafirlikle nitelemiş ve bu konuyu Peygamberimiz (a.s.m.) bir tek cümleyle ifade etmiştir.

“Kâhinler bir şey değildirler.”

Müslim, Selam 123

Kısacası ben Müslümanım diyen kişinin faldan uzak durması gerekmektedir. Fal bakan kimse insanları kandırdığı ve yalana sığındığı için büyük günah işlemiş olur. Fal baktıran kimse de söylenenlerden etkilenip, bir an bile olsa umuda kapılsa, haram işlemiş olur. Bununla ilgili bir hadis ise şöyledir:

“Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.”

Cebrail Aleyhisselamın, “Kıyamet ne zaman kopacaktır?sorusuna Peygamberimiz:

“Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir.” demiştir. En büyük gelecek olan kıyamet hakkında bu kadar net bir cevap vermiştir.

Gayb ve gelecek bilgisi Allah’ın elinde olduğuna göre, Allah’ın elçisi dahi Allah bildirmezse bilemeyeceğine, hiçbir İslam alimi de gayb ve gelecek hakkında konuşmayacağına göre, falcı ve her ne isim verilirse verilsin bu harama düşen kimselerin sözlerine inanmak katiyen doğru değildir.

“Geleceğini merak eden fallara değil, mezarlığa, baksın. Hepimizin geleceği işte orası…”

 

Manevi Mucize Kur’an

Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk verecek
derecede büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin mûcizeleri
dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde,
Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecek bir mucizedir.

Hz. Peygamber bir hadislerinde “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mûcize verilmiş olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir” buyurmuştur (Buhârî, “İ‘tisâm”, 1).

Kur’ân-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mucizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslubu, şaşırtıcı nazmı (ifadesi, lafzı), fesahat ve belagatıyla onları aciz bırakmıştır. Ümmi olan Peygamber’in, Allah’tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur’an, en yüksek gerçekleri kapsamaktadır. Bilim ve tekniğin sonradan ulaştığı gerçekleri Kur’an asırlarca önceden haber vermiş, hiçbir buluş ve bilimsel gelişme, onun içeriği ile ters düşmemiştir.

Ramazan Kuran Ayıdır

 

AYET : BAKARA SURESİ – 185. AYET 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

           MEALİ :

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.”   (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Ramazan ayına erişmiş bulunuyoruz. Manevî hayatımızda seçkin yeri olan bu aya bizleri eriştiren yüce Rabbimize hamd ediyor, bu ayı nasıl değerlendireceğimizi bize öğreten sevgili Peygamberimiz (SAV)’e salât ve selâm ediyoruz.

Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Peygamberimiz (SAV) bu aydan söz ederken: “Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur.” buyurmuştur.

Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, o da şudur: Yılın ayları ile gün ve geceleri, zamanın dilimleri olmak itibariyle aynıdır, aralarında bir fark yoktur. Ancak önemli bazı dinî ve millî olayların meydana geldiği zaman dilimleri diğerlerine göre farklıdır. İşte Ramazan da böyledir. Bu ayda meydana gelen olaylara baktığımızda bu ayın diğer kamerî aylardan üstünlüğü anlaşılmış olur. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayından şöyle söz eder:

 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirildiği aydır.”  (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Demek ki Ramazan’ı diğer kamerî aylardan üstün kılan özelliklerin başında, insanlık için bir hidâyet rehberi olan Kur’an-ı Kerîm’in bu ayda inmesi ve inmeye başlamış olmasıdır.

Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü Allah Teâlâ onu, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV) vasıtasıyla göndermiştir. Allah Teâlâ, Peygamberimiz (SAV)’den başka Peygamber görevlendirmeyeceği gibi başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim, Cebrâil (AS) aracılığı ile Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunmuştur. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’in hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Mushaf haline getirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Bu özelliği taşıyan başka bir kitap yoktur. Diğer semavî kitaplar (İncil, Tevrat ve Zebûr) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilâve ve çıkartmalar yapılmak sûretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Teâlâ tarafından va’d buyrulmuştur.

Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ:

     “Doğrusu Kur’an-ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz.”  (HİCR SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, sadece Mushaflarda yer almamış, indiği günden itibaren çok kimse tarafından tamamen ezberlenmiştir.

Kur’an-ı Kerim, eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamberimiz (SAV) sadece onu insanlara tebliğ etmeye memurdur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

قُلْ مَن كَانَ عَدُوّاً لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ:

     “De ki, her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an’ı Allah’ın izni ile kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve müminlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir.”   (BAKARA SURESİ –  97. AYET)

Yani o,ne Cebrail’in ve ne de senin sözündür. Cebrail (AS) da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor:

 

وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَافَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ:

     “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’da şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”  (BAKARA SURESİ – 23. AYET)

 

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُواْ بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ:

     “Yoksa onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz (doğru söylediğinize inanıyorsanız) Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.”   (HÛD SURESİ – 13. AYET)

Evet, Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil bir sure meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamayacağını da haber vermiştir. Kur’an şöyle buyurur:

 

قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُواْ بِمِثْلِ هَـذَا الْقُرْآنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً:

     “De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.”   (İSRA SURESİ – 88. AYET)

Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır.

Mekke müşrikleri Kur’an’ın gönülleri aydınlatan, onu dinleyenleri ifade ve üslup bakımından hayretlere düşüren nurunu söndürmek için her çareye başvurmuşlardır. Onun benzerini getirmek için güvendikleri şair ve edipleri bir araya getirmişler çalışmalar yapmışlardır. Fakat bu çalışmalar Kur’an’ın fesahat ve belâgati karşısında çok sönük kalmış ve onlarca da Kur’an-ı Kerim’le mukayeseye değer bulunmamış, bu yüzden:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ:

     “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz.”   (FUSSİLET SURESİ – 26. AYET)

Demek zorunda kalmışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in İngilizce mütercimlerinden Palmer: “En güzide Arap yazarları değeri itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir eser yazamamışlarsa hayret edilmemelidir. Çünkü Kur’an, benzeri yazılamayacak tek kitaptır.” demiştir.

Kur’an-ı Kerim, İslâmiyet’in ana kitabıdır. Dinin esasıdır. Dinî hükümlerin dayanağı olan delillerin birincisidir. Dinî hükümlerin esaslarını ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, semavî kitapların da özetidir. İnsan ve insan topluluklarını inanç, ibadet, ahlâk ve sosyal yönden maddî ve manevî mutluluğa ulaştıracak her şeyi bildirmiştir. Bir ayet-i kerime şöyledir:

 

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ.

     “Ey Muhammed, sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur’an-ı indirdik.”   (NAHL SURESİ – 99. AYET)

Pek çok ayette tekrar tekrar hatırlatılan bir husus da Kur’an-ı Kerim’in insanları doğruya ve doğru yola hidayet eden bir kitap olarak gönderilmiş olduğudur. Bu husus gerçekten çok önemli ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu ayet-i Kerimelerden bir tanesine işaretle yetineceğiz. Allah şöyle buyuruyor:

 

إِنَّ هَـذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُالْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً كَبِيراً:

     “Doğrusu bu Kur’an en doğru yola hidayet eden ve yararlı işler yapan müminlere büyük ecir olduğunu, ahirette inanmayanlara yakıcı azap hazırladığımızı müjdeler.”  (İSRA SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, insan ilişkilerine büyük önem verir. Bugün toplumların en çok ihtiyaç duydukları toplumsal barışı sağlayacak hususları detaylarına kadar açıklar. Önce kişinin gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildirir. Toplumun özünü oluşturan aile hayatı ile karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletlerarası münasebetlere varıncaya kadar sosyal hayatın bütün kurallarını gösterir; en yüksek, en güzel ahlâk prensiplerini öğretir. Çok basit gibi görünen ve fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan selâmlaşmaktan ve evlere izin alarak girme adabına varıncaya kadar detaylara yer verir.

Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, insana büyük değer verir.

 

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ:

     “And olsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık.”   (TÎN SURESİ – 4. AYET)

Buyurarak insanın yaratıklar içerisinde en güzel surete sahip olduğunu bildirir. Ayrıca insanın üstünlüğüne işaret etmek üzere de şöyle der:

 

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىكَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً:

     “Biz gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”   (İSRA SURESİ – 70. AYET)

Kur’an-ı Kerim’in insana verdiği değeri saymaya gerek yok. Çünkü Kur’an, insandan başka kâinatta olan her şeyin insanoğlunun emrine âmâde kılındığını ve insana hizmet için yaratıldığını bildirir. Bu konuda şu ayet-i kerimeyi hatırlatmak yeterli olur:

 

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ:

     “Allah’ın göklerdeki ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır (yazıklar olsun).”   (LOKMAN SURESİ – 20. AYET)

Kur’an-ı Kerim, zina, fuhuş, adam öldürmek, yalan söylemek, iftira etmek, haksızlık yapmak, israf etmek, hıyanette bulunmak, gıybet ve sarhoşluk gibi toplumu temelinden sarsan kötülükleri yasaklar.

Kur’an-ı Kerim, daima ileriyi emreder. “Babalarımızdan böyle gördük” diyerek akıl ve ilim ile açıklanamayan alışkanlıklardan ayrılmak istemeyenleri ayıplar ve körü körüne taklidi reddeder. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bir örnek olmak üzere İbrahim (AS) ile kavmi arasında geçen bir konuşmayı hikâye eder ve şöyle der:

 

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ:قَالُوانَعْبُدُ أَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ:قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْتَدْعُونَ:أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ:قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَاكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ:قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ:

      “Hani o,babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? Demişti. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz.” diye cevap verdiler. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?”   (ŞUARA SURESİ – 70/75. AYETLER)

İlk inen ayeti:

 

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ:

    “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”   (ALAK SURESİ – 1. AYET)

Olan Kur’an-ı Kerim, daima ilme teşvik eder. Fenne ve müspet ilimlere karşı asla tavır almaz. Akla ve düşünceye özel yer verir. Kâinatı ve kâinattaki yaratılış inceliklerini düşünmeye davet eder. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyerek ilmin üstünlüğünü vurgular.

Özet olarak şunu söylemek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim, insan için inmiştir. İnsanı dünya ve âhirette mutlu kılacak her şeyi ihtiva eden bir kitaptır. Böyle bir kitabı rehber edinen yanılmaz. Ona sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez. Onun gösterdiği yoldan yürüyen şaşırmaz ve onu okuyanın ecri az olmaz.

Şüphe yok ki, Kur’an-ı Kerim’i okumaktan maksat, manasını öğrenip yapın dediklerini yapmak ve yasaklarından sakınmaktır. Çünkü Kur’an, Allah’ın insanlara gönderdiği mesajıdır. Bu mesajın içeriğini anlamadan sadece onu okumanın, gerçek anlamda onu okumak demek olmayacağı açıktır. Bu konuda Peygamberimiz (SAV)’e verilmiş olan görevi ifade eden ayet-i kerimeyi hatırlatmak yararlı olur. Kur’an şöyle buyuruyor:

 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:

     “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’an-ı indirdik. Umulur ki düşünüp anlarlar.”   (NAHL SURESİ – 44. AYET)

Kur’an’ı okumaktan asıl maksadın manasını öğrenip onu hayata geçirmek olmakla beraber, ayrıca onu okumanın da sevap olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Peygamberimiz (SAV):

“Bir kimsenin Kur’an’dan bir harf okuması bir hasenedir. Her haseneye de on sevap vardır. Ben size “Elif Lâm Mim” bir harftir demiyorum. Belki “Elif” başlı başına bir harftir, “Lâm” bir harftir, “Mim” bir harftir.” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’den bir harf okuyana on sevap verildiğine göre “Elif Lâm Mim” diyen kimse üç harf okumuş olacağı için otuz sevabı var demektir.

Bu Hadîs-i Şerif, Kur’an-ı Kerîm’i okumanın da sevap olduğunu ifade ediyor ki, buna aykırı olan görüşler bir değer taşımaz. Burada bir başka noktaya işaret etmekte yarar vardır. O da ölüler için Kur’an okumak konusudur.

Akaid kitaplarımızda şöyle bir ifade vardır: “Hayatta olanların ölüler için yapacakları dualardan ve onlar için verecekleri sadaka, yapacakları hayırlardan ölüler yararlanırlar.”

Çünkü Peygamberimiz (SAV) mezarlığa uğradığında onlara selâm vermiş ve dua etmiştir. Buna göre ölüler için okunan Kur’an’ dan da yararlanırlar mı?

İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşlerini nakletmeden önce bir hususa işaret etmek istiyorum. Ülkemizde mezarlıkta ve ölüler için genel olarak Kur’an-ı Kerim’in Yasin suresi okunmaktadır. Bakınız bu surede Allah ne buyuruyor:

 

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ:لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيّاً وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ:

     “Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve inanmayanlara da azap sözünün hak olması içindir.”   (YASİN SURESİ – 69/70. AYETLER)

Bu ayet-i kerimelerde Kur’an’ın, hayatta olanları uyarmak ve onlara yol göstermek, rehberlik etmek için indiği açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hem de ölüler için okunması âdet haline gelen bir surede. Demek Kur’an, ölüler için değil, yaşayanlar için inmiştir. Bu konuda merhum şair M. Akif ERSOY ne güzel söylemiş:

“İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”

Evet, Allah rızası için Kur’an-ı Kerim’i okumak bir ibadettir ve her ibadet gibi bu da sevaptır. Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse bu sevabı dilerse ölünün ruhuna bağışlayabilir ve ölü de bundan yararlanır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’i Allah rızası için değil de bir ücret karşılığında okumak sevap olmayacağı için ölünün bundan yararlanması da söz konusu değildir. Şu nokta çok önemlidir. Bir işin ibadet olabilmesi, o işin yalnız Allah rızası için yapılmış olmasına bağlıdır. Değil bir ücret karşılığı, gösteriş için yapılan ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin bile Allah katında bir değeri yoktur. İmam Şafiye göre ise Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşmaz.

Özetleyecek olursak, bir kimse yalnız Allah rızası için Kur’an okur ve bunun sevabını dilediği ölünün ruhuna bağışlayabilir, ölü de bundan yararlanır. Ancak başkasına para karşılığında ölüleri için Kur’an okutmanın bir faydası yoktur.

Denizden bir avuç mesabesinde anlatmaya çalıştığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, işte bu ayda inmeye başlamıştır. Bunun için bu aya “Kur’an ayı” denmektedir.

Her konuda olduğu gibi Ramazan ayı konusunda da örnek alacağımız kimse Peygamberimiz (SAV)’dir. Peygamberimiz (SAV),Ramazan ayında diğer aylardan daha çok Kur’an-ı Kerim’le ilgilenirdi. Kendisine vahiy getiren melek Cebrail (AS) Ramazanın her gecesinde Peygamberimiz (SAV)’le buluşur Kur’an okurlardı.

Hz. Fâtıma validemizden gelen bir rivayete göre, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail (AS) her yıl Kur’an-ı Kerim’i benimle mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele etti. Öyle sanıyorum ki ölümüm yaklaşmıştır.”

Ashâb-ı Kirâm’ın hafız ve âlim olanlarından Ubey İbni Ka’b ile Muaz (R.anhuma) Ramazanda Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi. Hafız olmayanlar ise ezberledikleri sureleri okurlardı. Büyük İslâm âlimi Ebû Hanife (Allah ona rahmet eylesin) nin Ramazan ayında geceleri Kur’an-ı Kerim’i okumakla ihya ettiği rivayet edilir.

Ramazanda camilerimizde mukabele okunması, evlerimizde Kur’an-ı Kerim’in hatmedilmesi, Peygamberimiz (SAV)’in ve onu örnek alan ashabının ve İslâm âlimlerinin Ramazan hayatından alınmış güzel örneklerdir. Peygamberimiz (SAV)’’in huzurunda okunan, yazılan ve ezberlenen Kur’an-ı Kerim’in zamanımıza kadar bir kelimesi eksilmeden gelmiş olması, Peygamberimiz (SAV)’in Ramazan hayatının eseridir. Ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan olayların başında yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamış olmasıdır. Diğer bir olay da, İslâm’ın beş esasından biri olan oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmiş bulunmasıdır.

Böylesine mübarek bir aya kavuşmanın sevinci içerisindeyiz. Bunu fırsat bilerek bu ayı oruç tutarak, Kur’an okuyarak, ibadet yaparak geçirmeliyiz. Kimseyi incitmemeye özen göstermeliyiz. Yoksulları ve kimsesiz çocukları korumalıyız. Böyle yaptığımız takdirde Allah’ın rızasını kazanmış oluruz. Ne mutlu Ramazan-ı Şerifi bu şekilde değerlendirenlere.

Bu duygularla hepinizin Ramazan-ı Şerifini kutluyor, hepimiz, ülkemiz, milletimiz ve hatta insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Amin.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Sur ve Sura Üfürüş

Kelime olarak sûr, “seslenmek, boru, üflenince ses çıkaran boynuz” anlamlarına gelir. Terim olarak “kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için İsrâfil (a.s.) tarafından üfürülecek olan boru”ya sûr denilir. Hz. Peygamber bir hadislerinde sûrun, kendisine üflenen bir boru ve boynuz olduğunu haber vermişlerdir (Tirmizî, “Kıyâmet”, 8). Fakat bu borunun mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr da bütün âhiret hallerinde olduğu gibi dünyadaki borulara benzetilemez.

Kur’an âyetlerinden anlaşıldığına göre, İsrâfil (a.s.) sûra iki defa üfürecektir. İlkinde Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden sarsılacak (nefha-i feza‘=korku üfürüşü) ve her şey yıkılıp ölecek ve kıyamet kopacak (nefha-i sâik=ölüm üfürüşü), ikincisinde de insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine koşacaklardır. İsrâfil’in sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman ise kesin olarak
bilinmemektedir.