Üç Ayların Fazileti

Allah (c.c.) bizler için rahmeti bol olan günler ve aylar bahşetmiştir. Nasıl ki günler arasında Cuma günü faziletli bir gün ise, üç aylar olarak bildiğimiz Receb, Şaban ve Ramazan ayları da mübarek aylardır. Receb ayı girince Peygamberimiz (s.a.v.) “Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl! Bizi Ramazan’a ulaştır.” diye dua ederdi. Recep ayında, Regaip ve Mirac; Şaban ayında Berat; Ramazan ayında ise Kadir Gecesi gibi dört ayrı gece bulunmaktadır. Bu gecelere halk arasında kandil geceleri de denir. Kandil anlayışı Peygamber Efendimizin zamanında yoktu. Hicri üçüncü asırda genelde tasavvufi çevreler tarafından kutlanmaya başlanmıştır. Osmanlı da ise ilk kez 2. Selim zamanından itibaren minarelerde kandillerin yakılmaya başlanması ile birlikte Kandil olarak anılmaya başlanmış ve görkemli törenlerle kutlanmaya başlanmıştır.

Bu mübarek aylarda kefaret ve kaza borcu olanlar oruçlarını tutabilirler. Üç aylarda namazları kaçırmamaya, nafile ve kaza orucu tutmaya, zikir ve duaları çoğaltmaya, Kur’an okumaya, tövbeleri yenilemeye, nefis muhasebesi yapmaya özen göstermeliyiz. Bu aylar dua ve tövbelerimizin kabul edilme ümidinin daha fazla olduğu aylardır.

Bu ayların Müslümanlarca değerli olmasının sebeplerinden birisi de Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu aylar hakkında verdiği haberlerdir. Efendimiz(s.a.v.); “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır.” buyurmuştur.

RECEB AYI: Receb kelimesi herhangi bir şeyden korkmak, utanmak veya bir kimseyi heybetinden dolayı ululamak manalarına gelir. Bir ayet-i kerime meali:

“Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmet edilen] aylardır.” [Tevbe 36]

Cahiliye devrinde Araplar, putları için bu ayda kurban keserlerdi. Araplar arasında mukaddes bilinen Receb ayı, haram aylardan biridir. Receb ayı, birbirini takip eden bu üç aydan (haram olan diğer aylar)hemen sonra gelmediği ve yedinci sırada olduğu için Recebü’l ferd adı da verilmiştir. Recep ayı, içinde iki kandil gecesi bulunmasından dolayı faziletli bir aydır. Kim recep ayının bir gününü oruç tutarak geçirirse Allah’ın rızasını kazanmış olur. Allah’ın gazabı ondan uzaklaşır ve cehennem kapılarından birisi ona kapanır.

Regaip Kandili

Regaip; kelime olarak herhangi bir şeyi istemek, arzulamak ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. Recep ayının ilk Cuma gecesi Regaip Kandili’ dir. Müslümanlar için Cuma gecesi ayrıca kıymetlidir. Bu iki önemli gece bir araya gelince daha kıymetli olur. Allah Teala bu gecede Müminlere ihsanlar ve ikramlar yapar.

Miraç Kandili

Recep ayının içinde bulanan bir başka gece de bereketin coştuğu mübarek Miraç Gecesidir. Allah Teala’nın sevgili kulu ve rasulü Hz. Muhammed (s.a.v.)’i; Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdüğü ve oradan da kendi huzuruna yükselttiği bir gecedir.

Miraçta, Efendimize (s.a.v.)’e şu üç şey verildi:  1) Beş vakit namaz 2) Bakara Suresinin son kısmı (Amenerresulü) 3) Bu ümmetten Allah’a şirk koşmayan kimselerin günahlarının bağışlanacağı müjdesi. 

ŞABAN AYI: Şaban ayının Araplar arasındaki eski adı ‘Azil’ dir.  Şaban ayının en önemli hususiyetlerinden birisi de, Berat gecesinin bu ayın on beşinci gecesine tesadüf etmesidir. Aişe annemiz buyuruyor ki:“Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi.” [Buhari]

Berat Kandili

Günahlardan kurtulmak, ilahi affa ulaşmak için Allah’ın biz Müslümanlara lütfettiği kıymetli bir gecedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Şaban ayının 15. gecesi olduğunda o geceyi ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece güneşin batışından fecre kadar (olan sürede) dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim! Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim! Şifa isteyen yok mu, şifa vereyim! Başka isteği olan yok mu, ona da istediğini vereyim.” buyurur.

  • Anne ve babasını incitenler,
  • Büyücüler,
  • Başkalarına kin besleyenler,
  • İçki düşkünleri bu gecenin faziletinden yararlanamazlar.

 

RAMAZAN AYI: Kur’an ve oruç ayı olup, içerisinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini de barındırır. Peygamberimiz s.a.v. ’in “Ümmetimin ayıdır” diye bahsettiği, iyilik, tövbe, istiğfar ve sabır ayıdır. Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında şöyle buyuruyor:

“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teala, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.”

Ramazan Ayının Özellikleri

  • Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır. Bütün insanlığı huzura ve saadete kavuşturmak için gönderilen Kur’an-ı Kerim bu ayda inmeye başlamıştır.
  • Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi Ramazan Ayındadır.
  • İslam’ın beş esasından biri olan oruç bu aya tahsis edilmiştir.
  • Teravih namazı da bu aya mahsus ibadetlerimizdendir.

Kadir Gecesi

Ramazan ayı içinde kutlanan ve “bin aydan daha hayırlı olduğu” Kur’an-ı Kerimde açıklanan bir gecedir. Kadir kelime olarak; değer, kıymet ve itibar anlamlarına gelir. Bu gece melekler Allah’ın emriyle yeryüzüne iner ve Müslümanlara dua ederler. Kadir Gecesi, Allah katında kıymeti pek yüksek bir gecedir. Ramazan ayı içinde gizlenmiştir bu nedenle hangi günün Kadir Gecesi olduğu tam olarak belli değildir. Peygamberimiz onu tek sayılı günler içinde, mesela Ramazan’ın üçü, yedisi, yirmi yedisinde aramamızı söylemiştir. Alimlerimizin büyük bir kısmı Ramazan’ın 27. gecesi Kadir Gecesi’dir demişlerdir.

Bayram Namazı Nasıl Kılınır?

cemaatle-namaz

Bayram namazı şöyle kılınır:

İmam, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır ve ellerini bağlar. Cemaat de aynı şekilde tekbir getirip ellerini bağlar. İmam ve cemaat içlerinden “Sübhâneke” duasını okur. Sonra imam ve cemaat, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır, eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp yana bırakılır. Sonra aynı şekilde “Allâhü ekber” diyerek bir tekbir daha alınır ve eller yine yana bırakılır. Üçüncü kere “Allâhü ekber” diyerek tekbir alınır ve bu sefer eller bağlanır. Tekbirler arasında üç defa “sübhanellâhil-azîm” diyecek kadar beklenir. Bundan sonra cemaat susup bekler.

İmam, gizlice eûzü-besmele çeker, Fatiha ve bir sureyi sesli olarak okur, sonra rukû ve secdeler yapılır ve ikinci rekâta kalkılır. İkinci rekatta imam, gizlice besmele çeker ve “Fatiha” ve “bir sure”yi sesli olarak okur. Ardından imam ve cemaat, “Allâhü ekber” diyerek tekbir alır, eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp yana bırakılır. Peşinden aynı şekilde “Allâhü ekber” diyerek bir tekbir daha getirilip eller yine yana bırakılır. Sonra “Allâhü ekber” diyerek üçüncü bir tekbir daha alınır ve eller yine yana salınır. İlk rekâtta olduğu gibi ikinci rekâtta da tekbirler arasında “sübhânellahil-azîm” diyecek kadar beklenir. Üçüncü tekbirin akabinde “Allâhü ekber” diyerek rukûa varılır. Tıpkı birinci rekâtta olduğu gibi rukû ve secdeler tamamlanır.

İkinci secdeden sonra oturulur. “Tahiyyât”, “Salli” “Bârik”, “Rabbenâ Âtinâ” ve “Rabbenağfirlî” duaları okunur. Sağa ve sola selama verilerek namazdan çıkılır.
Buna göre bayram namazlarının her iki rekâtında, diğer namazlara göre fazladan üçer tekbir getirilmiş olur ki bunlara “zevâid tekbirleri” denir. Bu tekbirleri getirmek
vaciptir.

Şafiî Mezhebine göre her iki rekâtta da Fatiha suresinden önce olmak üzere, birinci rekâtta yedi, ikinci rekâtta beş tekbir alınır. Selam verildikten sonra imam-hatip minbere çıkar ve oturmadan bir hutbe okur.  Bu hutbe iki kısımdan oluşur.

Cuma namazında hutbe okumak cumanın geçerli olmasının şart iken bayram namazında sünnettir. Yine hutbe cuma namazında namazdan önce, bayram namazında ise namazdan sonra okunur. İmam-hatip, bayram hutbelerinde genel olarak bayramın
birleştirici özelliğinden bahseder. İslam kardeşliği, yardımlaşma gibi konulara değinir. Ayrıca, Ramazan Bayramı hutbesinde, zekat ve sadaka ibadetleri; Kurban Bayramı hutbesinde ise Kurban ibadeti ve teşrik tekbirleri hakkında bilgiler verir.

Gücü yeten kimse namaza yürüyerek gider ve giderken yolda tekbir getirir; güler yüzlü ve sevinçli bir tavır sergiler. Peygamberimiz (s.a.s.) böyle yapmıştır. (Tirmizî, “Salât”, 384)

Ramazan Kuran Ayıdır

 

AYET : BAKARA SURESİ – 185. AYET 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

           MEALİ :

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.”   (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Ramazan ayına erişmiş bulunuyoruz. Manevî hayatımızda seçkin yeri olan bu aya bizleri eriştiren yüce Rabbimize hamd ediyor, bu ayı nasıl değerlendireceğimizi bize öğreten sevgili Peygamberimiz (SAV)’e salât ve selâm ediyoruz.

Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Peygamberimiz (SAV) bu aydan söz ederken: “Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur.” buyurmuştur.

Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, o da şudur: Yılın ayları ile gün ve geceleri, zamanın dilimleri olmak itibariyle aynıdır, aralarında bir fark yoktur. Ancak önemli bazı dinî ve millî olayların meydana geldiği zaman dilimleri diğerlerine göre farklıdır. İşte Ramazan da böyledir. Bu ayda meydana gelen olaylara baktığımızda bu ayın diğer kamerî aylardan üstünlüğü anlaşılmış olur. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayından şöyle söz eder:

 

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ:

     “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirildiği aydır.”  (BAKARA SURESİ – 185. AYET)

Demek ki Ramazan’ı diğer kamerî aylardan üstün kılan özelliklerin başında, insanlık için bir hidâyet rehberi olan Kur’an-ı Kerîm’in bu ayda inmesi ve inmeye başlamış olmasıdır.

Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü Allah Teâlâ onu, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV) vasıtasıyla göndermiştir. Allah Teâlâ, Peygamberimiz (SAV)’den başka Peygamber görevlendirmeyeceği gibi başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim, Cebrâil (AS) aracılığı ile Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunmuştur. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’in hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Mushaf haline getirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’e vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Bu özelliği taşıyan başka bir kitap yoktur. Diğer semavî kitaplar (İncil, Tevrat ve Zebûr) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilâve ve çıkartmalar yapılmak sûretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Teâlâ tarafından va’d buyrulmuştur.

Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ:

     “Doğrusu Kur’an-ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz.”  (HİCR SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, sadece Mushaflarda yer almamış, indiği günden itibaren çok kimse tarafından tamamen ezberlenmiştir.

Kur’an-ı Kerim, eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamberimiz (SAV) sadece onu insanlara tebliğ etmeye memurdur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

قُلْ مَن كَانَ عَدُوّاً لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ:

     “De ki, her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an’ı Allah’ın izni ile kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve müminlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir.”   (BAKARA SURESİ –  97. AYET)

Yani o,ne Cebrail’in ve ne de senin sözündür. Cebrail (AS) da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor:

 

وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَافَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ:

     “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’da şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”  (BAKARA SURESİ – 23. AYET)

 

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُواْ بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ:

     “Yoksa onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz (doğru söylediğinize inanıyorsanız) Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.”   (HÛD SURESİ – 13. AYET)

Evet, Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil bir sure meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamayacağını da haber vermiştir. Kur’an şöyle buyurur:

 

قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُواْ بِمِثْلِ هَـذَا الْقُرْآنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً:

     “De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.”   (İSRA SURESİ – 88. AYET)

Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır.

Mekke müşrikleri Kur’an’ın gönülleri aydınlatan, onu dinleyenleri ifade ve üslup bakımından hayretlere düşüren nurunu söndürmek için her çareye başvurmuşlardır. Onun benzerini getirmek için güvendikleri şair ve edipleri bir araya getirmişler çalışmalar yapmışlardır. Fakat bu çalışmalar Kur’an’ın fesahat ve belâgati karşısında çok sönük kalmış ve onlarca da Kur’an-ı Kerim’le mukayeseye değer bulunmamış, bu yüzden:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ:

     “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz.”   (FUSSİLET SURESİ – 26. AYET)

Demek zorunda kalmışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in İngilizce mütercimlerinden Palmer: “En güzide Arap yazarları değeri itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir eser yazamamışlarsa hayret edilmemelidir. Çünkü Kur’an, benzeri yazılamayacak tek kitaptır.” demiştir.

Kur’an-ı Kerim, İslâmiyet’in ana kitabıdır. Dinin esasıdır. Dinî hükümlerin dayanağı olan delillerin birincisidir. Dinî hükümlerin esaslarını ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, semavî kitapların da özetidir. İnsan ve insan topluluklarını inanç, ibadet, ahlâk ve sosyal yönden maddî ve manevî mutluluğa ulaştıracak her şeyi bildirmiştir. Bir ayet-i kerime şöyledir:

 

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ.

     “Ey Muhammed, sana, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur’an-ı indirdik.”   (NAHL SURESİ – 99. AYET)

Pek çok ayette tekrar tekrar hatırlatılan bir husus da Kur’an-ı Kerim’in insanları doğruya ve doğru yola hidayet eden bir kitap olarak gönderilmiş olduğudur. Bu husus gerçekten çok önemli ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu ayet-i Kerimelerden bir tanesine işaretle yetineceğiz. Allah şöyle buyuruyor:

 

إِنَّ هَـذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُالْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً كَبِيراً:

     “Doğrusu bu Kur’an en doğru yola hidayet eden ve yararlı işler yapan müminlere büyük ecir olduğunu, ahirette inanmayanlara yakıcı azap hazırladığımızı müjdeler.”  (İSRA SURESİ – 9. AYET)

Kur’an-ı Kerim, insan ilişkilerine büyük önem verir. Bugün toplumların en çok ihtiyaç duydukları toplumsal barışı sağlayacak hususları detaylarına kadar açıklar. Önce kişinin gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildirir. Toplumun özünü oluşturan aile hayatı ile karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletlerarası münasebetlere varıncaya kadar sosyal hayatın bütün kurallarını gösterir; en yüksek, en güzel ahlâk prensiplerini öğretir. Çok basit gibi görünen ve fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan selâmlaşmaktan ve evlere izin alarak girme adabına varıncaya kadar detaylara yer verir.

Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, insana büyük değer verir.

 

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ:

     “And olsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık.”   (TÎN SURESİ – 4. AYET)

Buyurarak insanın yaratıklar içerisinde en güzel surete sahip olduğunu bildirir. Ayrıca insanın üstünlüğüne işaret etmek üzere de şöyle der:

 

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىكَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً:

     “Biz gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”   (İSRA SURESİ – 70. AYET)

Kur’an-ı Kerim’in insana verdiği değeri saymaya gerek yok. Çünkü Kur’an, insandan başka kâinatta olan her şeyin insanoğlunun emrine âmâde kılındığını ve insana hizmet için yaratıldığını bildirir. Bu konuda şu ayet-i kerimeyi hatırlatmak yeterli olur:

 

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ:

     “Allah’ın göklerdeki ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır (yazıklar olsun).”   (LOKMAN SURESİ – 20. AYET)

Kur’an-ı Kerim, zina, fuhuş, adam öldürmek, yalan söylemek, iftira etmek, haksızlık yapmak, israf etmek, hıyanette bulunmak, gıybet ve sarhoşluk gibi toplumu temelinden sarsan kötülükleri yasaklar.

Kur’an-ı Kerim, daima ileriyi emreder. “Babalarımızdan böyle gördük” diyerek akıl ve ilim ile açıklanamayan alışkanlıklardan ayrılmak istemeyenleri ayıplar ve körü körüne taklidi reddeder. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bir örnek olmak üzere İbrahim (AS) ile kavmi arasında geçen bir konuşmayı hikâye eder ve şöyle der:

 

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ:قَالُوانَعْبُدُ أَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ:قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْتَدْعُونَ:أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ:قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَاكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ:قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ:

      “Hani o,babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? Demişti. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz.” diye cevap verdiler. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?”   (ŞUARA SURESİ – 70/75. AYETLER)

İlk inen ayeti:

 

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ:

    “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”   (ALAK SURESİ – 1. AYET)

Olan Kur’an-ı Kerim, daima ilme teşvik eder. Fenne ve müspet ilimlere karşı asla tavır almaz. Akla ve düşünceye özel yer verir. Kâinatı ve kâinattaki yaratılış inceliklerini düşünmeye davet eder. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyerek ilmin üstünlüğünü vurgular.

Özet olarak şunu söylemek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim, insan için inmiştir. İnsanı dünya ve âhirette mutlu kılacak her şeyi ihtiva eden bir kitaptır. Böyle bir kitabı rehber edinen yanılmaz. Ona sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez. Onun gösterdiği yoldan yürüyen şaşırmaz ve onu okuyanın ecri az olmaz.

Şüphe yok ki, Kur’an-ı Kerim’i okumaktan maksat, manasını öğrenip yapın dediklerini yapmak ve yasaklarından sakınmaktır. Çünkü Kur’an, Allah’ın insanlara gönderdiği mesajıdır. Bu mesajın içeriğini anlamadan sadece onu okumanın, gerçek anlamda onu okumak demek olmayacağı açıktır. Bu konuda Peygamberimiz (SAV)’e verilmiş olan görevi ifade eden ayet-i kerimeyi hatırlatmak yararlı olur. Kur’an şöyle buyuruyor:

 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:

     “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’an-ı indirdik. Umulur ki düşünüp anlarlar.”   (NAHL SURESİ – 44. AYET)

Kur’an’ı okumaktan asıl maksadın manasını öğrenip onu hayata geçirmek olmakla beraber, ayrıca onu okumanın da sevap olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Peygamberimiz (SAV):

“Bir kimsenin Kur’an’dan bir harf okuması bir hasenedir. Her haseneye de on sevap vardır. Ben size “Elif Lâm Mim” bir harftir demiyorum. Belki “Elif” başlı başına bir harftir, “Lâm” bir harftir, “Mim” bir harftir.” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’den bir harf okuyana on sevap verildiğine göre “Elif Lâm Mim” diyen kimse üç harf okumuş olacağı için otuz sevabı var demektir.

Bu Hadîs-i Şerif, Kur’an-ı Kerîm’i okumanın da sevap olduğunu ifade ediyor ki, buna aykırı olan görüşler bir değer taşımaz. Burada bir başka noktaya işaret etmekte yarar vardır. O da ölüler için Kur’an okumak konusudur.

Akaid kitaplarımızda şöyle bir ifade vardır: “Hayatta olanların ölüler için yapacakları dualardan ve onlar için verecekleri sadaka, yapacakları hayırlardan ölüler yararlanırlar.”

Çünkü Peygamberimiz (SAV) mezarlığa uğradığında onlara selâm vermiş ve dua etmiştir. Buna göre ölüler için okunan Kur’an’ dan da yararlanırlar mı?

İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşlerini nakletmeden önce bir hususa işaret etmek istiyorum. Ülkemizde mezarlıkta ve ölüler için genel olarak Kur’an-ı Kerim’in Yasin suresi okunmaktadır. Bakınız bu surede Allah ne buyuruyor:

 

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ:لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيّاً وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ:

     “Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve inanmayanlara da azap sözünün hak olması içindir.”   (YASİN SURESİ – 69/70. AYETLER)

Bu ayet-i kerimelerde Kur’an’ın, hayatta olanları uyarmak ve onlara yol göstermek, rehberlik etmek için indiği açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hem de ölüler için okunması âdet haline gelen bir surede. Demek Kur’an, ölüler için değil, yaşayanlar için inmiştir. Bu konuda merhum şair M. Akif ERSOY ne güzel söylemiş:

“İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”

Evet, Allah rızası için Kur’an-ı Kerim’i okumak bir ibadettir ve her ibadet gibi bu da sevaptır. Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse bu sevabı dilerse ölünün ruhuna bağışlayabilir ve ölü de bundan yararlanır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’i Allah rızası için değil de bir ücret karşılığında okumak sevap olmayacağı için ölünün bundan yararlanması da söz konusu değildir. Şu nokta çok önemlidir. Bir işin ibadet olabilmesi, o işin yalnız Allah rızası için yapılmış olmasına bağlıdır. Değil bir ücret karşılığı, gösteriş için yapılan ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin bile Allah katında bir değeri yoktur. İmam Şafiye göre ise Kur’an okumanın sevabı ölüye ulaşmaz.

Özetleyecek olursak, bir kimse yalnız Allah rızası için Kur’an okur ve bunun sevabını dilediği ölünün ruhuna bağışlayabilir, ölü de bundan yararlanır. Ancak başkasına para karşılığında ölüleri için Kur’an okutmanın bir faydası yoktur.

Denizden bir avuç mesabesinde anlatmaya çalıştığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, işte bu ayda inmeye başlamıştır. Bunun için bu aya “Kur’an ayı” denmektedir.

Her konuda olduğu gibi Ramazan ayı konusunda da örnek alacağımız kimse Peygamberimiz (SAV)’dir. Peygamberimiz (SAV),Ramazan ayında diğer aylardan daha çok Kur’an-ı Kerim’le ilgilenirdi. Kendisine vahiy getiren melek Cebrail (AS) Ramazanın her gecesinde Peygamberimiz (SAV)’le buluşur Kur’an okurlardı.

Hz. Fâtıma validemizden gelen bir rivayete göre, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail (AS) her yıl Kur’an-ı Kerim’i benimle mukabele ederdi. Bu sene iki defa mukabele etti. Öyle sanıyorum ki ölümüm yaklaşmıştır.”

Ashâb-ı Kirâm’ın hafız ve âlim olanlarından Ubey İbni Ka’b ile Muaz (R.anhuma) Ramazanda Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi. Hafız olmayanlar ise ezberledikleri sureleri okurlardı. Büyük İslâm âlimi Ebû Hanife (Allah ona rahmet eylesin) nin Ramazan ayında geceleri Kur’an-ı Kerim’i okumakla ihya ettiği rivayet edilir.

Ramazanda camilerimizde mukabele okunması, evlerimizde Kur’an-ı Kerim’in hatmedilmesi, Peygamberimiz (SAV)’in ve onu örnek alan ashabının ve İslâm âlimlerinin Ramazan hayatından alınmış güzel örneklerdir. Peygamberimiz (SAV)’’in huzurunda okunan, yazılan ve ezberlenen Kur’an-ı Kerim’in zamanımıza kadar bir kelimesi eksilmeden gelmiş olması, Peygamberimiz (SAV)’in Ramazan hayatının eseridir. Ramazan ayını diğer aylardan üstün kılan olayların başında yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamış olmasıdır. Diğer bir olay da, İslâm’ın beş esasından biri olan oruç ibadetinin bu aya tahsis edilmiş bulunmasıdır.

Böylesine mübarek bir aya kavuşmanın sevinci içerisindeyiz. Bunu fırsat bilerek bu ayı oruç tutarak, Kur’an okuyarak, ibadet yaparak geçirmeliyiz. Kimseyi incitmemeye özen göstermeliyiz. Yoksulları ve kimsesiz çocukları korumalıyız. Böyle yaptığımız takdirde Allah’ın rızasını kazanmış oluruz. Ne mutlu Ramazan-ı Şerifi bu şekilde değerlendirenlere.

Bu duygularla hepinizin Ramazan-ı Şerifini kutluyor, hepimiz, ülkemiz, milletimiz ve hatta insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Amin.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Vacip

Sözlükte “sabit, lâzım, var ve gerekli olan şey” anlamına gelen vâcip fıkıh ilminde fakihlerin çoğunluğuna göre farz ile eş anlamlı olup şâriin mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil demektir. Hanefîler ise kat‘î delille sabit olan hükme farz, zannî delille sabit olan hükme vâcip diyerek ikili bir ayırım yapmışlardır. Ancak Hanefîler, vâcibin de farz gibi kesin olarak yapılması gerektiği görüşündedir. Onların bu ayırımı daha çok delilin kuvvetini ve inkârın dinî sonuçlarını göstermeyi hedefler. Bu sebeple Hanefîler vâcibi çoğu yerde “amelî farz” olarak da adlandırırlar. Meselâ fıtır
sadakası, namazda Fâtiha’nın okunması, vitir ve bayram namazları, kurban kesme zannî delille sabit olduğundan Hanefîler’e göre farz değil vâciptirler.Hanefîler’e göre vâcip iki kısma ayrılır:

a) Kat‘î bir delile yakın derecede kuvvetli görünen zannî bir delille sabit olan vâcipler. Bu kısma giren vâcipler amelî farz veya zannî farz adını alır. Vitir namazı, abdestte başın dörtte bir miktarını meshetme böyledir.

b) Zannî delil olan haber-i vâhid ile sabit olan vâcipler ise önem derecesi itibariyle amelî farzın altında ve sünnetin üstündedirler. Meselâ namazda Fâtiha okuma, vitir namazında kunut tekbiri, bayram tekbirleri, namazın sehiv secdesi ile ikmal edilen vâcipleri böyledir. Vâcibin inkârı küfrü gerektirmez. Ancak sapıklıkla itham sebebi görülür.

Vâcibin terki farzın terki ölçüsünde olmasa bile yine de günah ve sorumluluğu gerektirir. Meselâ namazın vaciplerinden birinin yanılarak terk edilmesi, sehiv secdesini gerektirir. Bir vacibi kasten terk etmek ise, tahrimen mekruhtur ve namazın iadesini gerektirir. Ahmed b. Hanbel’e nisbet edilen bir görüşe göre, Kur’an’da yapılması emredilen fiillere farz, sünnette emredilenlere ise vâcip denilir.

Şefaat

Ahirette bütün peygamberlerin Allah’ın izniyle şefaat etmeleri haktır ve gerçektir. Şefaat demek, günahı olan müminlerin günahlarının bağışlanması, olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin ve Allah katındaki dereceleri yüksek olanların Allah’a yalvarmaları ve dua etmeleri demektir.

KuranKafir ve münafıklar için şefaatin hiçbir şekilde söz konusu olmadığı o günde, başta Peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberler ve Allah’ın has kulları, “…İzni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?…” (el-Bakara 2/255), “…Onlar Allah rızâsına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler…” (el-Enbiyâ 21/28) meâlindeki ayetler şefaatin varlığını ortaya koyarlar. Peygamberimiz de “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir” buyurmuştur. Hz. Peygamber’in bundan başka bir de genel ve kapsamlı bir şefaati vardır. Mahşerde bütün yaratıklar ıstırap ve heyecan içinde hesaplarının görülmesi için bekleşirlerken, o Allah’a dua ederek hesap ve sorgunun bir an önce yapılmasını ister. Buna “şefâat-i uzmâ” (en büyük şefaat) denilir.

Peygamberimiz’in bu şefaati, Kur’an’da “makam-ı mahmûd” (övülen makam) adıyla anılır (el-İsrâ 17/79); şefâat-i uzmâ konusunda bk. Buhârî, “Zekât”, 52). Müslümanlara düşen görev, şefaate güvenip dinin gereklerini terk etmek değil, şefaate layık olmak için çalışıp çabalamaktır.