Leyletü’l Mebit

Leyletü’l-Mebit, Efendimizin (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret edeceği zaman Kureyş’in önde gelenlerinin Allah Resulünü öldürme kararı alması üzerine müşriklerin Peygamberimizin yokluğunu anlamaması için Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hz. Ali’den (a.s) kendi yatağına yatmasını istediği geceye denir.

Müşrikler,İslam’ın yayılması ve Ebu Talip’in (a.s) vefat etmesinin ardından,Müslümanlara işkence ve eziyet ederek İslam dininden vazgeçmeye mecbur ediyorlardı. Müslümanların canlarını tehlikede gören Hz. Muhammed (s.a.v) Medine ehliyle yaptığı anlaşmadan sonra Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Kureyş müşrikleri Peygamberin davetinin büyümesinin önünü almak için Daru’n Nedve’de bir araya geldiler. Toplantıda, Hz. Peygamber’in hapsedilmesi, sürgün edilmesi ve öldürülmesi yönünde teklifler getirildi. Öldürmek kesin çözümdü. Ama Haşimoğulları’nın problem çıkarmasından çekiniyorlardı. Ebu Cehil, şöyle bir çözüm teklif etti: “Her kabileden bir genç seçelim, ellerine birer kılıç verelim, hepsi birden hücum edip onu öldürsünler. Böyle yaparsak, Haşimoğulları bütün kabileleri karşısına alıp bir hak dava edemez.” Kureyş’in bu kararı alması üzerine Cebrail (a.s) Peygamber efendimize (s.a.v) nazil olarak Kureyş’in planını deşifre etti ve Allah’ın emrini iblağ etti. Bu durum Enfal suresinin 30. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Hani bir zaman kafirler seni hapsetmek veya öldürmek yahut (Mekke’den) çıkarmak için düzen tertipliyorlardı. Onlar düzen hazırlarken Allah da düzen hazırlıyordu. Allah, düzen hazırlayanların en iyisidir.” Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v) müşrikler gelmeden evvel evden çıkarak Yesrib’e doğru hareket etti.Allah Resulü evinden çıkarken müşriklerin gözüne görünmemek için Yasin suresinin 9.ayetini okudu. “Önlerine bir set, arkalarına da bir set çektik; gözlerini de perdeledik; artık onlar görmezler.” 

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Rebiu’l Evvel ayının ilk gecesinde Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurdu: “Müşrikler bu gece beni öldürmek istiyorlar, benim Sevr dağına gitmem için sen benim yatağımda yatar mısın?” İmam Ali (a.s) şöyle cevap verdi: “Gözüm, kulağım ve kalbim size feda olsun, size emir olunanı yerine getirin. Bana yardımcınız olarak her ne isterseniz emredin. Sizin emrettiğiniz gibi yatağa uzanıyorum ve başarı sadece Allah tarafındandır”Hz. Ali (a.s) Resulullah’ın (s.a.v) yatağına yattığında, Cebrail Hz. Ali’nin (a.s) başucuna ve Mikail de ayakucuna geldi ve Cebrail (a.s) şöyle dedi: “Ne mutlu, ne mutlu sana, kim senin gibi olabilir ey Ebu Talip’in oğlu! Allah seninle meleklerine iftihar etmektedir.”

Müşrikler gecenin ilk vakitlerinden itibaren evi gözetlemeye başladılar, yatakta yatan birinin olduğundan emin olmak için Ali’ye (a.s) taş attılar; zira onların yatakta yatanın Allah Resulü olduğuna dair bir şüpheleri yoktu. Sabah vakti gelince kılıçlarla eve saldırdılar ve Peygamberimizin yatağında Hz. Ali’yi (a.s) görünce şöyle dediler: “Muhammed nerede?” Hz. Ali (a.s): “Siz onu bana mı teslim ettiniz ki benden istiyorsunuz? Onu siz evini terk etmeye mecbur ettiniz.”

Bunun üzerine müşrikler Hz. Ali’ye (a.s) eziyet ederek evden dışarı çıkarıp dövdüler ve birkaç saat Mescidü’l Haram’da kapalı tuttuktan sonra serbest bıraktılar. Hz. Ali (a.s) serbest kaldıktan sonra Peygamberin arkasından Sevr dağının aksi istikametinde Medine’ye doğru hareket etti.

 

 

Hz. Fatıma’nın Hayatı

Hz. Fatıma, İslamiyet’in gelmesinden yaklaşık bir yıl önce Sünni inanışına göre 606, Şiʿa’ya göre 614 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Fatıma, “sütten kesilmiş” anlamına gelmektedir. Hz.Fatıma (r.a), Peygamber babasının engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babasındaki merhameti ve güzel ahlakı, annesindeki asaleti ve cömertliği gördü. Hz. Fatıma hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlak sahibiydi. Üstün bir zekası vardı ve son derece alçak gönüllüydü.  Çok az konuşurdu. Cömertti, ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. Hz. Peygamber kızına o kadar şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı. “Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim” diyen insanların yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber’in getirdiği İslam’dı. Hz. Fatıma babasının İslam uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakarlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, efendimizin üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fatıma, kapıyı açınca babasını tanıyamadı ve ağlamaya başladı. Ablaları da ağlıyordu. Peygamber efendimiz ise kendilerine gülümsüyordu: “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sukunete kavuşturmaya çalışıyordu. Fakat küçük Fatıma ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeye gayret etti.

Hz. Fatıma’nın çocukluğu bu şekilde Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken annesini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara eza ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babasına hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine’ye hicret etti.

Hz. Fatıma’nın doğumundan önce Muhammed’in muhalifleri, onun son oğlunun da öldüğünü görünce, Muhammed’in soyunu sürdürecek kimse kalmadığı için yolunun bu yüzden mahvolacağı yönünde propaganda başlatmışlardı Bu propagandaya Kevser Suresi ile cevaρ verilmiştir: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin iςin namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.” Muhammed’in soyu, Fatıma ve eşi Ali’nin çocukları yoluyla devam etmiştir, çünkü Muhammed’in vefatından sonra hayatta kalan tek çocuğu Fatıma’dır.  Küçük yaşından itibaren, babasının her işine koşturması, onu bir anne gibi koruyup kollaması sebebiyle, babası Muhammed ona; ‘Ümmü Ebiha’ yani “Babasının Annesi” lakabını vermiştir.

Fatıma, Peygamber efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Artık büyümüş ve evlenecek yaşa gelmişti. Bu sebepten Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erişebilmek için ashab-ı kiramın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebu Bekir (r.a.) sonra Hz. Ömer (r.a.)’den talepler geldi. Efendimiz bu yakın dostlarına: “Fatıma hakkında Allah Teala’nın emrini bekleyelim.” buyurmuştu. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebu Talib ailesi Hz. Ali’yi bu konuda acele davranması için uyardı. Fakat o: “Ebu Bekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diye çekindiğini söyledi.  İkna ederek onu istemeye razı ettiler. Evliliği ile ilgili olarak Hz. Ali (r.a.) kendisi şöyle anlatır: Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz’i, Ümmü Seleme (r.a) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selam verdim, içeri buyur ettiler. Efendimiz bana yanında yer gösterdi. Bende edepli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir muradın var.”buyurdu. Bende: “Ya Rasulallah! Anam-babam sana feda olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fatıma’yı istemeye geldin.” buyurdu Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fatıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: “Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teala kendi katında Fatıma’yı sana nikahladı. Senden önce melek gelip, bana bu hali haber verdi.” dedi. Efendimiz, zırh parasının bir miktarını alıp düğün için gerekli  ihtiyaçları, çeyizleri almak için Hz. Ebubekir’e uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye (r.a.) emanet olarak gönderdi. Hz. Ebubekir, Selman ve Bilal (r.a.) yardımcıları ile birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler. Çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı: 1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder, 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim,  2 adet Yemen işi üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.

Günler geçiyor düğün günü yaklaşıyordu. Efendimiz, Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen’den Fatıma’yı (r.a) giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi ve Hz. Fatıma bindirildi. Yuları Selman-ı Farisi’nin (r.a.) eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali’nin evine getirildi. Böylece Hz. Fatıma şanına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin 2. yılının Zilhicce ayında yapıldı. Peygamber efendimiz düğün gecesi abdest aldı ve Hz. Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne ve iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fatıma’ya da aynı şekilde davrandı ve: “Allahümme barik fima ve barik lehüma fi neslihima= Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.” buyurdu ve: “Ey Allah’ım ! Fatıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.” diye dua etti. Hz. Ali için de aynı duayı tekrar ederek: “Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.” buyurdu. Yeni gelin ve damada bu duaları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: “Vallahi Ey Fatıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikahladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahabenin evvelidir. İslam’ın büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslam’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatte bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fatıma’nın hakkına riayet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı. Fatıma, Ali bin Ebu Talib ile olan evliliğinde, ikisi kız, üçü oğlan olmak üzere beş çocuk sahibi olmuştur. Çocuklarının isimleri;

Muhsin bin Ali, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Zeyneb bint Ali, Ümmügülsüm bint Ali’ dir.

Hz. Fatıma (a.s)’ın ibadetine gelince, birçok geceleri ibadetle geçirdiği söylenir. Her namazdan sonra okunması sünnet olan, Resulullah tarafından bir hediye olarak öğretilen Fatımat’üz-Zehra Tesbihatı (34 defa Allah-u Ekber, 33 defa Elhamdulillah, 33 defa Sübhanallah ) ibadetteki yüce makamına bir işarettir.

Hz. Fatıma’nın (s.a) ömrü 18 sene gibi kısa bir süre olmasına rağmen ilimdeki makamı o dereceye varmıştır ki Kur’an’ın tefsiriyle ilgili buyrukları Hz. Ali (a.s) tarafından kaleme alınmış ve bu yolla meydana gelen kitap Ehl-i Beyt İmamlarının ilmi kaynaklarından biri olmuştur. Böylece o sonradan gelen imamlar için de bir muallime sayılmıştır.

Hz.Fatıma (s.a) Resulullah (s.a.v)’den sonra çok kısa bir süre yaşamıştır. Bu süre bazı kaynaklara göre, altı ay bazısına göre de 95 veya 100 gündür. Medine’de vefat etmiş ve vasiyeti üzerine geceleyin gizlice defnedilmiştir ve mezarı hala bilinmemektedir.

Hz. Fatıma’nın Sözleri

“Ey Allahım! Baba ve anamı ve boynumda hakkı olan herkesi en iyi mükafatınla benden taraf mükafatlandır. Ey Allah’ım benim durumumu yaratılış gayem uğrunda uğraşmak için müsait kıl, senin üstlendiğin (rızık) için çalışmakla meşgul eyleme, ben senden mağfiret diliyorum, öyleyse beni azaba uğratma; ben sana yalvarıyorum, beni mahrum bırakma.”

“Allah, şarap içmeyi, pislik ve kötülükleri önlemek için haram kılmıştır.”

“Siz ey Allah’ın kulları! O’nun emir ve nehiylerinin muhatabı sizsiniz. Din ve vahyi taşıyanlar (ahkamı kendinizde uygulamak için) Allah’ın eminleri ve onu diğer milletlere ulaştıracak elçileri sizsiniz.”

“Allah, zekatı nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için farz kıldı.”

“Allah’ım! Beni verdiğin rızıkla kanı eyle, yaşattığın sürece ayıplarımı ört ve bana afiyet nasib eyle, ölümüm gelip çattığında bağışla beni ve bana rahmeyle, mukadder etmediğin şeyi elde etmek için boşuna uğraşmakla beni yorma, bana mukadder kıldığına da ulaşmayı kolaylaştır.”

“Babam Hz. Muhammed (sav) insanların hidayeti için kıyam etti, onları sapıklıktan kurtardı, körlükten çıkarıp basiret verdi onlara; sağlam bir dine hidayet etti, doğru yolu gösterdi onlara.”

“Allah, orucu ihlasın sağlamlaşması için farz kıldı.”

“Allah’ım! Nefsimi bana küçük göster ve kendi makamını benim nazarımda büyült, itaatini, senin rızana uygun amel etmeyi ve senin gazabına sebep olan işten uzak durmayı bana ilham eyle, ey rahmeti bütün rahmedenlerden daha çok olan.”

“Allah, anne babaya iyilik yapmayı ilahi gazaptan korunma vesilesi kıldı.”

“Allah’ın kitabı. Kendisine uyanı Allah’ın rızasına götürür. O’na kulak vereni kurtuluşa sevk eder. O kitapla Allah’ın aydın hüccetlerine, açıklanmış farzlarına, yasaklanmış haramlarına, belli nişanelerine, yeterli delillerine, övülmüş erdemlerine, hibe olan ruhsatlarına ve yazılı şeriatlarına ulaşılır.”

 

 

 

 

 

 

 

Faziletli Dualar II

dua etmek

Hz. İbrahim’in Duası

Allah’ın halili Hz. İbrahim sabahladığı zaman şöyle derdi:

“Ey Allah’ım! Bu yepyeni bir gündür. Bu bakımdan bugünü benim için ibadetle aç, mağfiret ve rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat çoğalt ve bugün de işleyeceğim günahları benim için affet. Çün­kü çok affeden ve her çeşit nimetlerle kullarına ihsanda bulunan, kullarını çok fazla seven, daha istemeden önce onların isteklerini bilip takdir eden sensin!”

Ravi diyor ki: “Bir kimse Hz. İbrahim’in duasıyla sabah­ladığı takdirde o günün şükrünü eda etmiş sayılır.”

Dua

Hz.Adem’in Duası

Hz. Aişe Validemiz şöyle demiştir:

“Allahü Teala Adem kulunun tövbesini kabul etmek istediği zaman, Hz. Adem Kabe-i Muazzama’yı yedi tur ziyaret etti. Kabe ise, o gün yapılmış bir bina değil, kırmızı bir tümsek idi. Sonra Hz. Adem kalkarak iki rekat namaz kıldı. Namazın akabinde şöyle dua etti:

‘Ey Allah’ım! Sen benim gizli tarafımı ve açık yanı­mı biliyorsun. Benim mazeretimi kabul eyle. Sen benim ihtiyacımı biliyorsun. O halde isteğimi bana ihsan eyle. Sen benim nefsimde ne varsa onu bilirsin! O halde benim günahlarımı da affeyle. Ey Allah’ım! Ben senden kalbime mübaşeret eden bir iman ve dosdoğru bir yakin istiyorum ki, onun sayesinde bana isabet etmesi yazılanın bana isabet edeceğini bileyim. Ey ikram ve celal sahibi olan Allah! O iman ve yakin sayesinde bana nasip ettiğine razı olayım.’

Bunun üzerine Allahü Teala Adem kuluna şöyle vahyetti:

‘Ben seni affettim. Senin zürriyetinden kim senin du­anla beni çağırırsa onu da affederim. Onun gam, kasavet ve kederlerini kaldırırım. Fakirlik damgasını onun kaşla­rının arasından söker atarım. Her ticaretin ardından ona kar sağlarım, dünya ister istemez ona gelir, hatta o dünyayı istemese bile…’ ”

Hz. Ali’nin Duası

Hz. Ali, Resulullah’ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Allah her gün nefsini methü sena ederek şöyle buyu­rur:

“Muhakkak ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım. Mu­hakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Hayy  (diri) ve Kayyum benim. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. En büyük ve en yüce benim. Muhakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Ben doğurmadım ve doğurulmadım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Affedici ve bağışlayıcıyım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Her şeyin başlatıcısı benim ve her şey bana dönecektir. Aziz (galip), Hakim (hikmet sahibi), Rahman, Rahim ve ceza gününün sahi­bi, hayır ve şerrin yaratıcısı, cennet ve cehennemi yoktan var eden, Vahid, Ehad, Ferd ve Samed benim. Görünür ve görünmez durumları bilen benim. Melik (saltanatı de­vamlı olan), Kuddus (her türlü noksanlıktan uzak olan), Selam, Müheymin ve Mümin (her şeyi gözetip koruyan), Aziz (her şeye galip gelen), Cebbar (kullarının halini ve ihtiyaçlarını düzelten), Miitekebbir (azamet sahibi), Ha­lik (yaratıcı), Kebir, Müteali (yüce), Muktedir (her şeye güç yetiren), Kahhar (kahredici), Halim ve Kerim benim. Sena ve mecde (hamd ve şükre) layık olan benim. Sırrı ve sırdan daha gizli olanı bilirim. Kadir ve Rezzak benim. Bütün yaratıkların üstünde bulunan benim.’ ”

Bu duaya istinaden üstadım İmam Gazali der ki:

“Söylediğimiz şekilde ‘ancak benim’ mealindeki cümle­lerin öncesinde ‘Benden başka ilah yoktur’ cümlesi zikre­dilmiştir. Bu bakımdan kim bu isimlerle Allah’ı çağırırsa, o şöyle devam etmelidir: ‘Muhakkak sensin Allah! Senden başka ilah yoktur. Sen doğurmadın ve doğurulmadın…’ (Yani duada Allah konuşuyor gibi tabirler kullanılmıştır. Ancak o duayı okuyan bir kimse aynı tabirleri değil de Allahüteala’ya hitap eder bir şekilde duayı okumalıdır.)

Bu kelimelerle Allah’ı çağıran bir kimse ibadet edip secdeye devam edenler defterine yazılır. Öyle ibadet edenler ki, yarın mahşerde Muhammed, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerle celal evinde komşuluk yapa­caktır.

Onlara, yer ve göklerde Allah’a ibadet edenlerin sevabı kadar sevap yazılacaktır. Allah Hz. Muhammed’in s.a.v ve seçkin her kulunun üzerine salat ve selam eylesin!”

dua etmek

Hz. İsa’nın Duası

Hz. İsa şöyle dua ederdi:

“Ey Allah’ım! Ben istemediğimi uzaklaştırmaya, umdu­ğum faydayı elde etmeye muktedir olmadığım bir vaziyette sabahlamış bulunuyorum. Kuvvet ve kudret ise senin elin­dedir. Ben amelimin sorumlusu olarak sabahlamış bulunu­yorum. Bu bakımdan benden daha fakir bir kimse yoktur.

Ey Allah’ım! Düşmanımı sevindirecek şekilde beni gü­lünç duruma düşürme. Dostumu benim felaketimle üzme. Musibetimi dinimde tahakkuk ettirme. Dünyayı bana en büyük hedef olarak kılma.

Ey Hayy ve Kayyum olan Allah! Bana merhamet etme­yeni, bana musallat kılma!”

Hızır ile İlyas’ın Duası

Hızır ve İlyas her mevsimde bir araya geldikleri zaman şu kelimeleri okuyarak ayrılırlar:

“Allah’ın ismiyle! Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’ındır. Allah neyi dilerse o olur. Her ni­met Allah’tandır. Allah neyi dilerse o olur. Hayrın tamam Allah’ın kudretindedir. Allah neyi dilerse o olur. Kötülüğü insanlardan uzaklaştıran sadece Allah’tır.”

Kim sabahladığı zaman bu duayı üç defa okursa yangından, boğulmaktan ve hırsızlıktan Allah’ın izniyle emin olur.

Maruf el-Kerhi’nin Duası

Muhammed bin Hasan şöyle demiştir: “Maruf el-Kerhi bana dedi ki:

‘Beşi dünya ve beşi de ahiret için olan on sözü sana öğ­reteyim ki, o sözlerle Allah’ı çağıran bir kimse, Allah’ın o sözlerinin yanında olduğunu görecektir.’

Bunun üzerine Maruf el-Kerhi’ye dedim ki:

‘O sözleri bana yaz!’

Maruf ‘Hayır yazamam. Ancak Bekir bin Hanis’in bana defalarca tekrar ettiği gibi ben de sana defalarca tekrarla­mak suretiyle okuyayım’ dedi. O sözler şunlardır:

‘Dinim için, dünyam için, beni ilgilendiren meselele­rim için kerim olan Allah bana kafidir. Bana zulmedenden daha kuvvetli bulunan alim olan Allah bana yeter. Bana kötülükle yaklaşanın belini kırabilecek derecede şiddet ve kuvvete sahip olan Allah bana kafidir. Rahim olan Al­lah ölüm anında bana kafidir. Kabirde sorguya çekildiğim anda Allah bana kafidir. Hesap zamanında kerim olan Al­lah bana kafidir. Mizanın yanında latif olan Allah bana kafidir. Sırat’ın yanında, kadir olan Allah bana kafidir. Allah bana kafidir. İlah ancak O’dur. O’na yaslanırım. O büyük arşın sahibidir.’ ”

Süleyman bin Mutemer’in Duası ve Tesbihi

Yunus bin Ubeyd, Rum diyarında şehit olan bir zatı rüyasında görür ve o zata sorar: ‘Sen öbür dünyada amel­lerden en üstününün hangisi olduğunu gördün mü  Şehit ‘İbni Mutemer’in tesbihlerinin Allah nezdinde büyük bir mevki işgal ettiğini gördüm’ der.

O tesbihler şunlardır:

‘Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah her şeyden yücedir. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak yüce ve büyük olan Allah’ın kuvvetiyledir.’

Bu sözleri Allah’ın yaratmış olduğu mahlukların sayı­sınca ve bundan böyle yaratacaklarının sayısınca, yarat­tıklarının ağırlığınca ve bundan böyle yaratacaklarının ağırlığınca, yaratmış olduklarının dolusu ve bundan böyle yaratacaklarının dolusu kadarınca, göklerin ve yerin dolu­su kadarınca ve bütün bunlar kadar ve bunun birkaç misli kadar, bu tespihleri tekrar eder söylerim.

Bu tesbihleri mahlukatın sayısınca, arşın ağırlığınca, rahmetin enginliği kadar kelimelerin sayısınca, rızasının varacağı kadar ve razı oluncaya kadar söyler, tekrar ede­rim. Bu sözleri, O benden razı oluncaya kadar, dünya var olalıdan bugüne kadar, mahlûkatın onu andığı kadar ve bundan böyle kıyamete kadar her sene, her ay, her cuma, her gün, her gece, saatlerin her birisinde, her kokuda, her nefeste, ebediyen, bir ebetten öbür ebede, dünya ebedin­den ahiret ebedine ve bütün bunlardan daha fazla, öncesi eksilmez ve ahiri gelmez ve sonu alınmaz bir şekilde bu kelimeleri söyler ve tekrar ederim.”