Peygamberlik ve Vahiy

Peygamberlik ve vahiy birbirinden ayrılmayan iki kavramdır. Allah’tan vahiy almayan peygamber düşünülemez. Yüce Allah, emir, yasak, hüküm ve haberlerini peygamberine vahyetmek suretiyle yarattığı insanlara dilediğini bildirir.
Sözlükte “gizli konuşma, gönderme, emir, işaret, ilham” gibi anlamlara gelen vahiy, Allah Teâlâ’nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam bilinemeyen bir yolla bildirmesi, Allah’la elçisi arasında bir çeşit gizli ve süratli haberleşme, Allah’ın elçisinin kalbine indirdiği şey demektir. Vahiy bir haldir, bir yaşayıştır. Nasıllığını ve niteliğini ancak onu yaşayan peygamber bilir. O, Allah’la peygamberi arasında bir sırdır. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamberde meydana getirdiği etkiler ashap vasıtasıyla bilinmektedir. Vahiy ile, kalpte beliren bilgi demek olan ilham arasında fark vardır. Vahiy peygambere gelir, Allah tarafından korunur ve gözetim altında peygambere ulaşır. Peygamber vahyi alırken bilinci yerindedir. İlham ise korunmuş değildir, yanılma payı vardır ve bilinç dışı olarak Allah’ın sevgili kullarının kalbinde beliriverir.
Vahyin nasıl bir olay olduğunun ve mahiyetinin insanlarca bilinemeyişi ve algılanamayışı, vahiy olgusunu inkâr etmeyi gerektirmez. Çünkü bugün pozitif bilimlerin özellikle parapsikolojinin ilgilendiği metapsişik olaylar, varlığ
kabul edilen fakat net ve bilimsel olarak açıklanamayan olaylardır. Yüce Allah bir âyette vahiy ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder…” (eş-Şûrâ 42/51). Hz. Peygamber’e vahiy şu şekillerde gelmiştir:
1. Doğru rüyalar. Peygamberimiz’in gördüğü rüyalar, daha sonra gerçek hayatta aynen meydana gelirdi.

2. Peygamberimiz uyanıkken, Cebrâil tarafından vahyin onun kalbine bırakılmasıdır. Şu âyet bu çeşit bir vahiyden söz etmektedir: “Onu, uyaranlardan olasın diye, Cebrâil, apaçık Arapça’yla senin kalbine indirmiştir” (eşŞuarâ 26/193-195).

3. Cebrâil’in insan şekline girerek getirdiği vahiy, vahyin en kolay şeklidir. Cibrîl hadisi diye meşhur olmuş hadis bu yolla gelmiştir.

4. Cebrâil, görünmeden çıngırak sesine benzer bir ses halinde vahyin gelmesidir. Bu çeşit vahiy, Hz. Peygamber tarafından vahyin en ağır şekli olarak nitelenmiştir. Kendisinde tehdit ve korkutma olan ayetler bu çeşit vahiyle gelmiştir. Bu çeşit vahiy gelirken, Hz. Peygamber son derece heyecanlanır, titrer, çok soğuk günlerde dahi terlerdi (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 2).

5. Cebrâil’in Hz. Peygamber’e uyku halinde getirdiği vahiydir. Bu tür vahiyle alınan söz Kur’an değildir.

6. Cebrâil’in kendi aslî şekliyle getirdiği vahiydir. Bu şekliyle vahiy iki defa gerçekleşmiştir. Birincisi peygamberliğinin ilk günü Hira’da iken, ikincisi de mi‘racda meydana gelmiştir: “Andolsun ki, onu bir diğer defa da sidretü’l-müntehânın yanında gördü” (en-Necm 53/13-14).

7. Vahyi, Hz. Peygamber’in doğrudan Allah’tan alması veya perde arkasından Allah’la konuşması şeklinde gerçekleşen vahiydir. Mi‘racda gerçekleşmiştir.

Mucize

Sözlükte “insanı aciz bırakan, karşı konulmaz, olağan üstü, garip ve tuhaf şey” anlamlarına gelen mucize, terim olarak “yüce Allah’ın, peygamberlik iddiasında bulunan peygamberini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı olağanüstü olay” diye tanımlanır. Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici bir süre durduran mucizenin mahiyeti, pozitif bilimlerle açıklanamaz. Aksi halde bu mucize olmaktan çıkar ve olağan bir şey olurdu. O halde mucize, peygamber olan kişinin, akılların alamayacağı bir olayı Allah’ın kudreti ile göstermeyi başarmasıdır. Kur’an’da mucize terimi yerine ayet, beyyine ve burhan kavramları kullanılır.

Bir olayın mucize sayılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir:

a) Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir. “Peygamberin mucizesi” denilmesi, mucizenin onun aracılığıyla olması ve onun doğruluğunu göstermesi sebebiyledir.

b) Mucize peygamberlerde meydana gelir. Peygamber olmayan birinin gösterdiği olağan üstülüğe mucize denilemez.

c) Mucize tabiat kanunlarına aykırı bir olaydır.

d) Mucize, peygamberlik iddiasıyla birlikte bulunur. Peygamberlik iddiasından önce veya sonra olmaz.

e) Mucize, peygamberin isteğine uygun olur. “Dağı yerinden kaldıracağım” diyen birisinin denizi yarması mucize sayılmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de bazı mucizelerden söz edilir. Bunların en meşhurları şunlardır:

-> Hz. İbrâhim, Bâbil Hükümdarı Nemrud tarafından ateşe atılmış ve ateş Allah’ın “Ey Ateş, İbrâhim’e karşı serin ve zararsız ol” emrine uyarak onu yakmamıştır (el-Enbiyâ 21/58-69).

-> Hz. Sâlih’in, Semûd kavminin isteği üzerine bir deve getirmesi, Semûd kavminin azarak deveyi kesmesi, buna karşılık yüce Allah’ın müthiş bir deprem ile onları yok etmesi (eş-Şuarâ 26/141-158).

-> Hz. Ya‘kub’un oğlu Yûsuf‘un gömleğini kör olan gözüne sürmesi sonucu gözlerinin açılması (Yûsuf 12/92-96).

-> Hz. Musa’nın elindeki asanın yılan haline gelmesi; elini koynuna sokup çıkardığında elinin eksiksiz ve bembeyaz olması; asasının Firavun’un huzurundaki sihirbazların ip ve sopalarını yutuvermesi; asasını denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları’nın açılan yoldan geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması (eş-Şuarâ 26/61-66).

-> Hz. Süleyman’ın bir kuşla konuşması; karıncanın sözünü anlaması (en-Neml 27/18-19).

-> Hz. İsa’nın Allah’ın izniyle çamurdan kuş yapıp, onu üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iyileştirmesi (el-Mâide 5/110), havarilerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi (el-Mâide 5/114-115).

Kıyamet Alametleri

Kıyamet alametleri, insan iradesine bağlı olması veya olmaması, kıyametin kopuşuna çok yakın bulunup bulunmaması durumu göz önünde tutularak iki başlık altında incelenir: Küçük alametler, büyük alametler. Alametlerin büyük veya küçük diye nitelenmeleri önemlerinden dolayı değil, açıklanan sebepten dolayıdır.

1. Küçük Alametler 
Dini emirlerin ihmal edilmesi ve ahlakın bozulması gibi insan iradesine bağlı olarak büyük alametlerden çok önce meydana gelecek olan olaylardır. Peygamberimiz’in gönderilmesi ve onunla peygamberliğin sona ermesi, ilmin ortadan kalkıp bilgisizliğin artması, şarap içme ve zinanın açıkça yapılır olması, ehliyetsiz insanların söz sahibi olması, adam öldürme olaylarının artması, dünya malının bollaşması, zekat verecek fakirin bulunmaması gibi olaylar kıyametin küçük alametlerinin bazılarıdır.

2. Büyük Alametler
Kıyametin kopmasının hemen öncesinde meydana gelecek ve birbirini izleyecek olan olaylardır. Büyük alametler, tabiat kanunlarını aşan ve insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kıyametten önce on alamet görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez” buyurmuş ve bu alametleri şu şekilde sıralamıştır:

a) Duman
Müminleri nezleye tutulmuş gibi bir duruma getiren ve kâfirleri sarhoş eden bir dumanın çıkışı ve bütün yeryüzünü kaplaması.

b) Deccâl
Bu isimde bir şahıs çıkacak ve Tanrılık iddiasında bulunacak, istidrâc denilen bazı olağan üstülükler gösterecek ve Hz. Îsâ tarafından öldürülecektir.

c) Dâbbetü’l-arz
Bu isimde bir canlı çıkacak, yanında Hz. Mûsâ’nın asâsı ve Hz. Süleyman’ın mührü bulunacak, asa ile müminin yüzünü aydınlatacak, mühür ile kafirin burnunu kıracak, böylelikle müminlerin ve kafirlerin tanınmaları sağlanacaktır.

d) Güneşin Batıdan Doğması
Evrenin tek hakimi Allah’ın emriyle güneş batıdan doğacak, bu olaydan sonra iman edenlerin imanı, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir.

e) Ye’cûc ve Me’cûc’ün Çıkması
Bu isimde iki topluluğun yeryüzüne dağılarak bir süre bozgunculuk yapmaları da kıyametin bir başka büyük alametidir.

f) Hz. İsa’nın Gökten İnmesi
Hz. İsa kıyametin kopmasına yakın gökten inecek, insanlar arasında adaletle hükmedecek, Hz. Peygamber’in dini üzere amel edecek, deccâli öldürecek, sonra da ölecektir.

g) Yer Çöküntüsü
Biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsü meydana gelecektir.

h) Ateş Çıkması
Hicaz taraflarında büyük bir ateş çıkacak ve her tarafı aydınlatacaktır. Kıyamet alametleriyle ilgili olarak hadis kitaplarımızda pek çok rivayet ve bilgi bulunmaktadır. Ahiretle ilgili diğer konularda olduğu gibi kıyamet alametlerinin mahiyeti konusunda da gerçek bilgi sahibi yüce Allah’tır. Onların gerçek yüzü bilinemez. Ancak bazı yorumlar yapılabilir, mahiyeti ise Allah’a havale edilir.

Kur’an’da Adı Geçen Peygamberler

Dua

İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Gönderilen peygamberlerin sayısı konusunda Kuran’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bir hadiste peygamberlerin sayısının 124.000 olduğu, bunlardan 315’ini resullerin teşkil ettiği haber verilmektedir. Fakat bir ayette “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var. Sana kıssalarını bildirmediğimiz kimseler de var…” (el-Mü’min 40/78) buyrulması göz önünde bulundurulursa peygamberlerin sayısı ile ilgili bir rakam belirlemeksizin “Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilmiş olan peygamberlerin hepsine inandım, hepsinin hak ve gerçek olduklarını kabul ettim” demek daha uygundur.

Kur’an’da adı geçen peygamberler şunlardır: Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, İbrâhim, İsmâil, İshâk, Ya‘kub, Yûsuf, Şuayb, Hârûn, Mûsâ, Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, Zülkifl, Yûnus, İlyâs, Elyesa‘, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ,Muhammed.

Bunlardan başka Kur’an’da üç isim daha zikredilmiştir. Fakat onların peygamber mi, velî mi oldukları konusunda fikir ayrılığı vardır. Bunlar Üzeyir, Lokmân ve Zülkarneyn’dir.

Faziletli Dualar II

dua etmek

Hz. İbrahim’in Duası

Allah’ın halili Hz. İbrahim sabahladığı zaman şöyle derdi:

“Ey Allah’ım! Bu yepyeni bir gündür. Bu bakımdan bugünü benim için ibadetle aç, mağfiret ve rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat çoğalt ve bugün de işleyeceğim günahları benim için affet. Çün­kü çok affeden ve her çeşit nimetlerle kullarına ihsanda bulunan, kullarını çok fazla seven, daha istemeden önce onların isteklerini bilip takdir eden sensin!”

Ravi diyor ki: “Bir kimse Hz. İbrahim’in duasıyla sabah­ladığı takdirde o günün şükrünü eda etmiş sayılır.”

Dua

Hz.Adem’in Duası

Hz. Aişe Validemiz şöyle demiştir:

“Allahü Teala Adem kulunun tövbesini kabul etmek istediği zaman, Hz. Adem Kabe-i Muazzama’yı yedi tur ziyaret etti. Kabe ise, o gün yapılmış bir bina değil, kırmızı bir tümsek idi. Sonra Hz. Adem kalkarak iki rekat namaz kıldı. Namazın akabinde şöyle dua etti:

‘Ey Allah’ım! Sen benim gizli tarafımı ve açık yanı­mı biliyorsun. Benim mazeretimi kabul eyle. Sen benim ihtiyacımı biliyorsun. O halde isteğimi bana ihsan eyle. Sen benim nefsimde ne varsa onu bilirsin! O halde benim günahlarımı da affeyle. Ey Allah’ım! Ben senden kalbime mübaşeret eden bir iman ve dosdoğru bir yakin istiyorum ki, onun sayesinde bana isabet etmesi yazılanın bana isabet edeceğini bileyim. Ey ikram ve celal sahibi olan Allah! O iman ve yakin sayesinde bana nasip ettiğine razı olayım.’

Bunun üzerine Allahü Teala Adem kuluna şöyle vahyetti:

‘Ben seni affettim. Senin zürriyetinden kim senin du­anla beni çağırırsa onu da affederim. Onun gam, kasavet ve kederlerini kaldırırım. Fakirlik damgasını onun kaşla­rının arasından söker atarım. Her ticaretin ardından ona kar sağlarım, dünya ister istemez ona gelir, hatta o dünyayı istemese bile…’ ”

Hz. Ali’nin Duası

Hz. Ali, Resulullah’ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Allah her gün nefsini methü sena ederek şöyle buyu­rur:

“Muhakkak ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım. Mu­hakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Hayy  (diri) ve Kayyum benim. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. En büyük ve en yüce benim. Muhakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Ben doğurmadım ve doğurulmadım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Affedici ve bağışlayıcıyım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Her şeyin başlatıcısı benim ve her şey bana dönecektir. Aziz (galip), Hakim (hikmet sahibi), Rahman, Rahim ve ceza gününün sahi­bi, hayır ve şerrin yaratıcısı, cennet ve cehennemi yoktan var eden, Vahid, Ehad, Ferd ve Samed benim. Görünür ve görünmez durumları bilen benim. Melik (saltanatı de­vamlı olan), Kuddus (her türlü noksanlıktan uzak olan), Selam, Müheymin ve Mümin (her şeyi gözetip koruyan), Aziz (her şeye galip gelen), Cebbar (kullarının halini ve ihtiyaçlarını düzelten), Miitekebbir (azamet sahibi), Ha­lik (yaratıcı), Kebir, Müteali (yüce), Muktedir (her şeye güç yetiren), Kahhar (kahredici), Halim ve Kerim benim. Sena ve mecde (hamd ve şükre) layık olan benim. Sırrı ve sırdan daha gizli olanı bilirim. Kadir ve Rezzak benim. Bütün yaratıkların üstünde bulunan benim.’ ”

Bu duaya istinaden üstadım İmam Gazali der ki:

“Söylediğimiz şekilde ‘ancak benim’ mealindeki cümle­lerin öncesinde ‘Benden başka ilah yoktur’ cümlesi zikre­dilmiştir. Bu bakımdan kim bu isimlerle Allah’ı çağırırsa, o şöyle devam etmelidir: ‘Muhakkak sensin Allah! Senden başka ilah yoktur. Sen doğurmadın ve doğurulmadın…’ (Yani duada Allah konuşuyor gibi tabirler kullanılmıştır. Ancak o duayı okuyan bir kimse aynı tabirleri değil de Allahüteala’ya hitap eder bir şekilde duayı okumalıdır.)

Bu kelimelerle Allah’ı çağıran bir kimse ibadet edip secdeye devam edenler defterine yazılır. Öyle ibadet edenler ki, yarın mahşerde Muhammed, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerle celal evinde komşuluk yapa­caktır.

Onlara, yer ve göklerde Allah’a ibadet edenlerin sevabı kadar sevap yazılacaktır. Allah Hz. Muhammed’in s.a.v ve seçkin her kulunun üzerine salat ve selam eylesin!”

dua etmek

Hz. İsa’nın Duası

Hz. İsa şöyle dua ederdi:

“Ey Allah’ım! Ben istemediğimi uzaklaştırmaya, umdu­ğum faydayı elde etmeye muktedir olmadığım bir vaziyette sabahlamış bulunuyorum. Kuvvet ve kudret ise senin elin­dedir. Ben amelimin sorumlusu olarak sabahlamış bulunu­yorum. Bu bakımdan benden daha fakir bir kimse yoktur.

Ey Allah’ım! Düşmanımı sevindirecek şekilde beni gü­lünç duruma düşürme. Dostumu benim felaketimle üzme. Musibetimi dinimde tahakkuk ettirme. Dünyayı bana en büyük hedef olarak kılma.

Ey Hayy ve Kayyum olan Allah! Bana merhamet etme­yeni, bana musallat kılma!”

Hızır ile İlyas’ın Duası

Hızır ve İlyas her mevsimde bir araya geldikleri zaman şu kelimeleri okuyarak ayrılırlar:

“Allah’ın ismiyle! Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’ındır. Allah neyi dilerse o olur. Her ni­met Allah’tandır. Allah neyi dilerse o olur. Hayrın tamam Allah’ın kudretindedir. Allah neyi dilerse o olur. Kötülüğü insanlardan uzaklaştıran sadece Allah’tır.”

Kim sabahladığı zaman bu duayı üç defa okursa yangından, boğulmaktan ve hırsızlıktan Allah’ın izniyle emin olur.

Maruf el-Kerhi’nin Duası

Muhammed bin Hasan şöyle demiştir: “Maruf el-Kerhi bana dedi ki:

‘Beşi dünya ve beşi de ahiret için olan on sözü sana öğ­reteyim ki, o sözlerle Allah’ı çağıran bir kimse, Allah’ın o sözlerinin yanında olduğunu görecektir.’

Bunun üzerine Maruf el-Kerhi’ye dedim ki:

‘O sözleri bana yaz!’

Maruf ‘Hayır yazamam. Ancak Bekir bin Hanis’in bana defalarca tekrar ettiği gibi ben de sana defalarca tekrarla­mak suretiyle okuyayım’ dedi. O sözler şunlardır:

‘Dinim için, dünyam için, beni ilgilendiren meselele­rim için kerim olan Allah bana kafidir. Bana zulmedenden daha kuvvetli bulunan alim olan Allah bana yeter. Bana kötülükle yaklaşanın belini kırabilecek derecede şiddet ve kuvvete sahip olan Allah bana kafidir. Rahim olan Al­lah ölüm anında bana kafidir. Kabirde sorguya çekildiğim anda Allah bana kafidir. Hesap zamanında kerim olan Al­lah bana kafidir. Mizanın yanında latif olan Allah bana kafidir. Sırat’ın yanında, kadir olan Allah bana kafidir. Allah bana kafidir. İlah ancak O’dur. O’na yaslanırım. O büyük arşın sahibidir.’ ”

Süleyman bin Mutemer’in Duası ve Tesbihi

Yunus bin Ubeyd, Rum diyarında şehit olan bir zatı rüyasında görür ve o zata sorar: ‘Sen öbür dünyada amel­lerden en üstününün hangisi olduğunu gördün mü  Şehit ‘İbni Mutemer’in tesbihlerinin Allah nezdinde büyük bir mevki işgal ettiğini gördüm’ der.

O tesbihler şunlardır:

‘Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah her şeyden yücedir. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak yüce ve büyük olan Allah’ın kuvvetiyledir.’

Bu sözleri Allah’ın yaratmış olduğu mahlukların sayı­sınca ve bundan böyle yaratacaklarının sayısınca, yarat­tıklarının ağırlığınca ve bundan böyle yaratacaklarının ağırlığınca, yaratmış olduklarının dolusu ve bundan böyle yaratacaklarının dolusu kadarınca, göklerin ve yerin dolu­su kadarınca ve bütün bunlar kadar ve bunun birkaç misli kadar, bu tespihleri tekrar eder söylerim.

Bu tesbihleri mahlukatın sayısınca, arşın ağırlığınca, rahmetin enginliği kadar kelimelerin sayısınca, rızasının varacağı kadar ve razı oluncaya kadar söyler, tekrar ede­rim. Bu sözleri, O benden razı oluncaya kadar, dünya var olalıdan bugüne kadar, mahlûkatın onu andığı kadar ve bundan böyle kıyamete kadar her sene, her ay, her cuma, her gün, her gece, saatlerin her birisinde, her kokuda, her nefeste, ebediyen, bir ebetten öbür ebede, dünya ebedin­den ahiret ebedine ve bütün bunlardan daha fazla, öncesi eksilmez ve ahiri gelmez ve sonu alınmaz bir şekilde bu kelimeleri söyler ve tekrar ederim.”