Hz. Musa’nın Hayatı

Hz. Musa (a.s.) Mısır’da doğmuştur. Hz. Musa (a.s.) Yakup Aleyhisselam’ın neslindendir. Annesinin adı İmran’dır ve Harun (a.s) ile kardeştir. Hz. Musa (a.s.) Allah indinde çok şerefli ve kıymetli bir peygamber olup iri cüsseli ve düz saçlı olduğu rivayet edilir. Hz. Musa’nın (a.s.) adı Kuran’da 136 defa geçmektedir. En yüksek derecedeki peygamberlerin üçüncüsüdür. Kendisine dört kutsal kitaptan biri olan Tevrat verilmiştir. Musa Aleyhisselam’a Allah ile konuşması sebebiyle “Kelimullah” denmiştir.

Yusuf (a.s)’dan sonra İsrailoğulları Mısır’da kaldı. Mısır’ın eski yerlileri olan Kıptiler ise putperestti. “Beni İsrail” kavmini de hor ve hakir görürlerdi. Firavunları gaddar ve zalim insanlardı. Beni İsrail’in çoğalmalarından endişe duymaktaydılar. Bu duruma daha fazla tahammül gösteremeyen Kıptiler, başta firavunları olmak üzere Sıpti denilen Beni İsrail kavmine zulüm ve eziyet etmeye başladılar.

Firavun, bir gece rüyasında Beyt-i Makdis’ten bir ateşin çıkıp, Kıptilerin evlerini yaktığını, ancak İsrailoğulları’na bir zarar vermediğini gördü. Rüyayı tabir ettirdi. Ona: “–Beni İsrail’den bir çocuk çıkacak ve senin saltanatını yıkacak!” dediler. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğulları’ndan doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kamıştan aletler yapıp doğumu yaklaşmış olan kadınların karınlarına saplayıp büyük bir eziyet ile onlara bir an önce doğum yaptırırlardı. Eğer doğan çocuk erkekse, onu hemen keserlerdi. Firavunun bunu yaptırmaktaki maksadı kendini helak edecek çocuğun büyümesine mani olmaktı. Fakat bu tedbir bile kaderi değiştirmeyecekti.

Bu sırada Hazret-i Yakub’un neslinden olan Musa dünyaya geldi. Ebelerden biri Musa doğduğunda alnında çok parlak bir nur gördü ve hayret içinde kaldı. Daha sonra, ebeler doğuma yakın dışarı çıkınca, Firavun’un adamları içeri girdi. O an, Musa (a.s)’ın annesi, telaş içinde çocuğu tandırın içine koydu. Askerler çıkınca da, büyük bir endişe ile derhal tandırı açtı. O anda gördü ki evladı, tıpkı İbrahim (a.s) gibi ateşin ortasında duruyordu. Onu hemen kucağına aldı, çok sevindi ve şükretti. Daha sonra kendisine Allah’tan çocuğunu emzirmesi, tehlike anında da Nil nehrine bırakması emredildi ve çocuğunun kendisine geri verileceği, büyük bir peygamber olacağı müjdelendi. Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir: “Musa’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.” (Kasas,7)

Bunun üzerine annesi oğlunun ölmemesi için onu bir sala koyup ve Nil Nehri’ne bıraktı.Musa nehir üzerinde akıp giderken akıntı bebeği Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un karısı Asiye, bebeği görerek yakalayıp saraya götürdü ve evlat edindi. Onu emzirmek için pek çok süt anne getirtti. Musa bebek hiç birinin sütünü içmemiş ve gerçek annesi gelene kadar gıda almamıştır. Annesi geldikten sonra Hz. Musa süt emmeye başlamış ve hem annesi hem de kendisi firavunun sarayında beraber yaşamıştır.

Hz. Musa büyüdükten sonra yanlışlıkla birini öldürmesinden ötürü ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada Hz. Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı.Yolda Tur dağında mola verdiler ve burada Allahü teala ile konuştu. Allah ona peygamberlik verdi. Hz. Musa’nın mucizeleri elindeki asanın yılan olması ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleriydi. Büyük kardeşi Harun’la birlikte firavunu ikna edip Allah’a iman etmesini sağlamakla emrolundu. O da bu emri yerine getirmek için firavunun yanına gitti.Firavunun bu çağrıya olumsuz bir yanıt vermesi üzerine İsrailoğulları’na yeniden eziyet etmeye başlamıştır. Hz. Musa gösterdiği mucizeler sonucunda, firavunu İsrailoğulları halkını Mısır’dan ayrılmaları konusunda ikna eder. hz-musa-hayatiBir gece yola çıkmak için toplanan İsrailoğulları halkının peşine firavunun ordusu da düşer. Kızıldeniz’e kadar takip edilen halk, bu alana geldikleri zaman Hz. Musa’nın mucizesi ile karşılaşırlar. Hz. Musa elinde bulundurduğu asasını havaya kaldırır ve Kızıldeniz’e doğru uzatır. Deniz ortadan ikiye ayrılır ve Hz. Musa ile İsrailoğulları’na geçebilmeleri için bir yol açar.Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola girince yol kapanıp sularla doldu. Firavun askerleriyle birlikte sular altında kalarak boğuldu.

Tur Dağı’nda Hz. Musa peygambere kutsal kitap olan Tevrat indirilmiştir. Musa dağda iken, Samiri adında biri İsrailoğulları’nın ellerindeki tüm altınları toplayıp eriterek bir buzağı heykeli yaptı. “İşte sizin ilahınız budur” diyerek İsrailoğulları’nı aldatınca, hepsi buzağıya tapmaya başladılar. Musa’nın yerine vekil bıraktığı kardeşi Harun’u dinlemeyip, ona karşı çıktılar. İlerleyen zamanlarda da İsrailoğullarının verilen nimetlere nankörlük etmeleri sonucunda Allah onları 40 sene Tih Sahrası’nda kalmakla cezalandırdı.  Hz. Musa peygamberin yaymak istediği dine karşı duranlar ve isyan edenler çöllerde susuzluktan helak olarak can vermişlerdir. Hz. Musa peygamberin inancını benimseyenler ve yanında bulunanlar ise Lut Gölü’nün kenarına yerleşerek kendilerine bir yaşam kurmuşlardır. Hz. Musa 120 yaşında ölmüştür.

Peygamberlik ve Vahiy

Peygamberlik ve vahiy birbirinden ayrılmayan iki kavramdır. Allah’tan vahiy almayan peygamber düşünülemez. Yüce Allah, emir, yasak, hüküm ve haberlerini peygamberine vahyetmek suretiyle yarattığı insanlara dilediğini bildirir.
Sözlükte “gizli konuşma, gönderme, emir, işaret, ilham” gibi anlamlara gelen vahiy, Allah Teâlâ’nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam bilinemeyen bir yolla bildirmesi, Allah’la elçisi arasında bir çeşit gizli ve süratli haberleşme, Allah’ın elçisinin kalbine indirdiği şey demektir. Vahiy bir haldir, bir yaşayıştır. Nasıllığını ve niteliğini ancak onu yaşayan peygamber bilir. O, Allah’la peygamberi arasında bir sırdır. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamberde meydana getirdiği etkiler ashap vasıtasıyla bilinmektedir. Vahiy ile, kalpte beliren bilgi demek olan ilham arasında fark vardır. Vahiy peygambere gelir, Allah tarafından korunur ve gözetim altında peygambere ulaşır. Peygamber vahyi alırken bilinci yerindedir. İlham ise korunmuş değildir, yanılma payı vardır ve bilinç dışı olarak Allah’ın sevgili kullarının kalbinde beliriverir.
Vahyin nasıl bir olay olduğunun ve mahiyetinin insanlarca bilinemeyişi ve algılanamayışı, vahiy olgusunu inkâr etmeyi gerektirmez. Çünkü bugün pozitif bilimlerin özellikle parapsikolojinin ilgilendiği metapsişik olaylar, varlığ
kabul edilen fakat net ve bilimsel olarak açıklanamayan olaylardır. Yüce Allah bir âyette vahiy ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder…” (eş-Şûrâ 42/51). Hz. Peygamber’e vahiy şu şekillerde gelmiştir:
1. Doğru rüyalar. Peygamberimiz’in gördüğü rüyalar, daha sonra gerçek hayatta aynen meydana gelirdi.

2. Peygamberimiz uyanıkken, Cebrâil tarafından vahyin onun kalbine bırakılmasıdır. Şu âyet bu çeşit bir vahiyden söz etmektedir: “Onu, uyaranlardan olasın diye, Cebrâil, apaçık Arapça’yla senin kalbine indirmiştir” (eşŞuarâ 26/193-195).

3. Cebrâil’in insan şekline girerek getirdiği vahiy, vahyin en kolay şeklidir. Cibrîl hadisi diye meşhur olmuş hadis bu yolla gelmiştir.

4. Cebrâil, görünmeden çıngırak sesine benzer bir ses halinde vahyin gelmesidir. Bu çeşit vahiy, Hz. Peygamber tarafından vahyin en ağır şekli olarak nitelenmiştir. Kendisinde tehdit ve korkutma olan ayetler bu çeşit vahiyle gelmiştir. Bu çeşit vahiy gelirken, Hz. Peygamber son derece heyecanlanır, titrer, çok soğuk günlerde dahi terlerdi (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 2).

5. Cebrâil’in Hz. Peygamber’e uyku halinde getirdiği vahiydir. Bu tür vahiyle alınan söz Kur’an değildir.

6. Cebrâil’in kendi aslî şekliyle getirdiği vahiydir. Bu şekliyle vahiy iki defa gerçekleşmiştir. Birincisi peygamberliğinin ilk günü Hira’da iken, ikincisi de mi‘racda meydana gelmiştir: “Andolsun ki, onu bir diğer defa da sidretü’l-müntehânın yanında gördü” (en-Necm 53/13-14).

7. Vahyi, Hz. Peygamber’in doğrudan Allah’tan alması veya perde arkasından Allah’la konuşması şeklinde gerçekleşen vahiydir. Mi‘racda gerçekleşmiştir.

Mucize

Sözlükte “insanı aciz bırakan, karşı konulmaz, olağan üstü, garip ve tuhaf şey” anlamlarına gelen mucize, terim olarak “yüce Allah’ın, peygamberlik iddiasında bulunan peygamberini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı olağanüstü olay” diye tanımlanır. Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici bir süre durduran mucizenin mahiyeti, pozitif bilimlerle açıklanamaz. Aksi halde bu mucize olmaktan çıkar ve olağan bir şey olurdu. O halde mucize, peygamber olan kişinin, akılların alamayacağı bir olayı Allah’ın kudreti ile göstermeyi başarmasıdır. Kur’an’da mucize terimi yerine ayet, beyyine ve burhan kavramları kullanılır.

Bir olayın mucize sayılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir:

a) Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir. “Peygamberin mucizesi” denilmesi, mucizenin onun aracılığıyla olması ve onun doğruluğunu göstermesi sebebiyledir.

b) Mucize peygamberlerde meydana gelir. Peygamber olmayan birinin gösterdiği olağan üstülüğe mucize denilemez.

c) Mucize tabiat kanunlarına aykırı bir olaydır.

d) Mucize, peygamberlik iddiasıyla birlikte bulunur. Peygamberlik iddiasından önce veya sonra olmaz.

e) Mucize, peygamberin isteğine uygun olur. “Dağı yerinden kaldıracağım” diyen birisinin denizi yarması mucize sayılmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de bazı mucizelerden söz edilir. Bunların en meşhurları şunlardır:

-> Hz. İbrâhim, Bâbil Hükümdarı Nemrud tarafından ateşe atılmış ve ateş Allah’ın “Ey Ateş, İbrâhim’e karşı serin ve zararsız ol” emrine uyarak onu yakmamıştır (el-Enbiyâ 21/58-69).

-> Hz. Sâlih’in, Semûd kavminin isteği üzerine bir deve getirmesi, Semûd kavminin azarak deveyi kesmesi, buna karşılık yüce Allah’ın müthiş bir deprem ile onları yok etmesi (eş-Şuarâ 26/141-158).

-> Hz. Ya‘kub’un oğlu Yûsuf‘un gömleğini kör olan gözüne sürmesi sonucu gözlerinin açılması (Yûsuf 12/92-96).

-> Hz. Musa’nın elindeki asanın yılan haline gelmesi; elini koynuna sokup çıkardığında elinin eksiksiz ve bembeyaz olması; asasının Firavun’un huzurundaki sihirbazların ip ve sopalarını yutuvermesi; asasını denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları’nın açılan yoldan geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin tekrar kapanıp onları boğması (eş-Şuarâ 26/61-66).

-> Hz. Süleyman’ın bir kuşla konuşması; karıncanın sözünü anlaması (en-Neml 27/18-19).

-> Hz. İsa’nın Allah’ın izniyle çamurdan kuş yapıp, onu üflediği zaman canlı bir kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iyileştirmesi (el-Mâide 5/110), havarilerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi (el-Mâide 5/114-115).

Kıyamet Alametleri

Kıyamet alametleri, insan iradesine bağlı olması veya olmaması, kıyametin kopuşuna çok yakın bulunup bulunmaması durumu göz önünde tutularak iki başlık altında incelenir: Küçük alametler, büyük alametler. Alametlerin büyük veya küçük diye nitelenmeleri önemlerinden dolayı değil, açıklanan sebepten dolayıdır.

1. Küçük Alametler 
Dini emirlerin ihmal edilmesi ve ahlakın bozulması gibi insan iradesine bağlı olarak büyük alametlerden çok önce meydana gelecek olan olaylardır. Peygamberimiz’in gönderilmesi ve onunla peygamberliğin sona ermesi, ilmin ortadan kalkıp bilgisizliğin artması, şarap içme ve zinanın açıkça yapılır olması, ehliyetsiz insanların söz sahibi olması, adam öldürme olaylarının artması, dünya malının bollaşması, zekat verecek fakirin bulunmaması gibi olaylar kıyametin küçük alametlerinin bazılarıdır.

2. Büyük Alametler
Kıyametin kopmasının hemen öncesinde meydana gelecek ve birbirini izleyecek olan olaylardır. Büyük alametler, tabiat kanunlarını aşan ve insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kıyametten önce on alamet görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez” buyurmuş ve bu alametleri şu şekilde sıralamıştır:

a) Duman
Müminleri nezleye tutulmuş gibi bir duruma getiren ve kâfirleri sarhoş eden bir dumanın çıkışı ve bütün yeryüzünü kaplaması.

b) Deccâl
Bu isimde bir şahıs çıkacak ve Tanrılık iddiasında bulunacak, istidrâc denilen bazı olağan üstülükler gösterecek ve Hz. Îsâ tarafından öldürülecektir.

c) Dâbbetü’l-arz
Bu isimde bir canlı çıkacak, yanında Hz. Mûsâ’nın asâsı ve Hz. Süleyman’ın mührü bulunacak, asa ile müminin yüzünü aydınlatacak, mühür ile kafirin burnunu kıracak, böylelikle müminlerin ve kafirlerin tanınmaları sağlanacaktır.

d) Güneşin Batıdan Doğması
Evrenin tek hakimi Allah’ın emriyle güneş batıdan doğacak, bu olaydan sonra iman edenlerin imanı, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir.

e) Ye’cûc ve Me’cûc’ün Çıkması
Bu isimde iki topluluğun yeryüzüne dağılarak bir süre bozgunculuk yapmaları da kıyametin bir başka büyük alametidir.

f) Hz. İsa’nın Gökten İnmesi
Hz. İsa kıyametin kopmasına yakın gökten inecek, insanlar arasında adaletle hükmedecek, Hz. Peygamber’in dini üzere amel edecek, deccâli öldürecek, sonra da ölecektir.

g) Yer Çöküntüsü
Biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsü meydana gelecektir.

h) Ateş Çıkması
Hicaz taraflarında büyük bir ateş çıkacak ve her tarafı aydınlatacaktır. Kıyamet alametleriyle ilgili olarak hadis kitaplarımızda pek çok rivayet ve bilgi bulunmaktadır. Ahiretle ilgili diğer konularda olduğu gibi kıyamet alametlerinin mahiyeti konusunda da gerçek bilgi sahibi yüce Allah’tır. Onların gerçek yüzü bilinemez. Ancak bazı yorumlar yapılabilir, mahiyeti ise Allah’a havale edilir.

Musa’nın Duaları

dua etmek

Musa (a.s.), azim sahibi, ulu peygamberlerden biridir. Firavunların idaresindeki İsraillilerin doğan erkek çocuklarının öldürüldüğü bir zamanda Mısır’da doğmuş, Allah’ın lütfu ile Firavun’un sarayında annesi ile birlikte büyümüştür. İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilmiş, kendisine Tevrat verilmiştir. Asa ve yed-i beyza mucizeleri vardır. Allah’ın kendisi ile konuştuğu bir peygamberdir. Henüz peygamberlikle görevlendirilmeden önce Mısır’da bir İsrailli’yi savunmak için bir kıptiye bir tokat vurmuş, kıpti de bu tokat ile ölüvermiştir. Bunun üzerine şu duayı yapmıştır:

Okunuşu: “Rabbi innî zalemtü nefsî feğfirlî fe-ğafera lehû innehû hüvel-ğafûrurrahîm.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla! dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Kasas, 28/16)

Musa (a.s.), bu duasında istemeyerek ölümüne sebep olduğu bir kimseden dolayı kendisine zulmettiğini itiraf etmekte ve bu kusurun bağışlanmasını Allah’tan istemektedir. Yüce Allah da onu bağışladığını, kendisinin çok bağışlayan ve çok merhamet eden olduğunu bildirmektedir. Bir kıptinin ölümüne sebep olduğundan, cezalandırılmaktan korktuğu için Mısır’dan gizlice kaçmış ve Allah’a şöyle dua etmiştir: َ

Okunuşu: “Rabbi neccinî minel-kavmiz-zâlimîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar.” (Kasas, 28/21)

Allah da duasını kabul etmiş ve onu korumuştur.

Musa (a.s.), Tur Dağı’ndan döndüğünde kavminin Samirî’nin yaptığı buzağıya taptıklarını gördü. Kendisi ile birlikte peygamber olan kardeşi Harun’a kızdı. Harun (a.s.), kavminin söz dinlemediğini, nerede ise kendisini öldüreceklerini söyledi, bunun üzerine Musa (a.s.) şöyle dua etti:

Okunuşu: “Rabbiğfirlî ve li-ahî ve edhılnâ fî rahmetike ve ente erhamür-râhımîn.”

Anlamı: “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A’râf, 7/151)

İsrailoğullarına peygamber olarak görevlendirildiği süreçte kavminin Samirî’nin buzağıya tapmalarından sonra yüce Allah kendisi ile Tur dağında buluşma vaad etti. Kavminden yetmiş kişi ile Tur’a gitti. Allah ile konuştu, seçtiği kimseler buna muttali oldukları halde, Allah’ı açıkça görmeden inanmayız dediler. Yüce Allah da onları şiddetli bir sarsıntı ile sarstı, bayıldılar. Bunun üzerine Musa (a.s.), Allah’a şöyle dua etti:

Okunuşu: “Rabbi! Lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyâye e tühlikünâ bimâ fe’ales-süfehâü minnâ in hiye illâ fitnetüke tüdıllü bihâ men teşâü ve tehdî men teşâü. Ente veliyyünâ feğfirlenâ verhamnâ ve ente hayrül-ğâfirîne vektüb lenâ fî hâzihid-dünyâ hasene-tevve fil-âhıreti innâ hüdnâ ileyke.”

Anlamı: “Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi yok mu edeceksin? Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir, bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da iyilik, güzellik ve nimet yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.” (A’râf, 7/156-157)

Yüce Allah, Musa (a.s.)’a kendisini ilah yerine koyan Firavun’a gidip onu imana davet etmesini emretti. Musa (a.s.), bu görev üzerine şöyle dua etti:

Okunuşu: “Kâle Rabbiş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlül ‘ukdetem millisânî yefkahû kavlî vec’al lî vezîran min ehlî Hârûne ahî üşdüd bihî ezrî ve eşrikhü fî emrî key nüsebbihake kesîran ve nezkürake kesîran inneke künte binâ basîra.”

Anlamı: “Musa, dedi ki: Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çözüver de sözümü iyi anlasınlar. Bana ailemden bir vezir ver; Kardeşim Harun’u, onunla arkamı kuvvetlendir, onu da (elçilik) görevime ortak yap ki Seni çok tesbih edelim ve seni çok analım. Şüphesiz sen, bizi görensin.” (Tâ-hâ, 20/25-35)

Musa (a.s.), Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ etmekle görevlendirildiği insanları iman ve ibadete davet etti, onları haram ve kötü davranışlardan sakındırdı. Sözüne kulak vermeyenlere; ‘benim size söylediklerimi yakında anlayacak ve hatırlayacaksınız’, dedi ve şöyle dua etti:

Okunuşu: “Ve üfevvidu emrî ilallâhi innellâhe basîrumbil-‘ıbâdi”

Anlamı: “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir.” (Mü’min, 40/44)

Musa (a.s.)’ın dualarında şu unsurlar dikkatimizi çekiyor:

Musa Peygamber;

– İstemeyerek bir hata işleyince, hemen tövbe edip Allah’tan affını istemiştir.

– İnsanların kendisine zarar vermemesi için Allah’a sığınmış ve kendisini korumasını talep etmiştir.

– Kavminden birtakım azgınların davranışları sebebiyle helak edilmemesi için dua etmiştir.

– Dünya ve ahirette Allah’ın kendisine ve müminlere iyilik, güzel ve nimet (hasene) vermesini istemiştir.

– İslâm’ı tebliğ görevini yerine getirebilmesi için başarı, kolaylık ve konuşma yeteneği istemiştir.

– İşlerini ve başarısını Allah’a havale etmiştir.

– Dua ederken Allah’ın güzel isimlerini zikretmiştir.