Haramdan Kaçınmanın Önemi

Müslümanlar, Allah’ın yasaklarını gerek maddi unsur ve gerekse nihai hedef itibariyle iyi kavrayabildikleri ölçüde iyi Müslüman olurlar, layık oldukları ölçüde dünyevi ve uhrevi karşılığa ulaşırlar. Bu konularda sünnetullah hakimdir. Kur’an’da, Allah’ın koyduğu ölçülere, sınır ve yasaklara uymayanların sadece kendilerine yazık ettiğinin sıklıkla tekrarlanması herhalde buna işaret etmektedir. Öte yandan İslam dininin bir şeyi haram kılışı ve gayri meşru olarak nitelendirmesi birçok hikmete dayanır. Dinin emir ve yasakları, kulun Rabbi karşısında ciddi bir sınav verişi anlamını taşıdığı gibi, emrin tutulmasının, yasağa uyulmasının kullara yönelik dünyevi ve uhrevi birçok yararı da vardır. Zaten bu, ilahi adaletin tabii bir sonucudur.
Ayrıca, dinin haram ve gayri meşru olarak ilan edip kaçınılmasını istediği şeyler, Müslümanın dünyasını zehir edecek, ona soluk aldırmayacak yoğunlukta ve ağırlıkta ve onu mahrumiyetler içinde bırakacak tarzda da değildir. Aksine her yasağın meşru zeminde alternatifi, daha iyisi ve temizi gösterilmiştir. Çirkin ve kötü olan yasaklanmış, iyi ve temiz olan helal kılınmıştır. Eşyada asıl olan helal ve serbest oluştur. Bunun için de İslam ancak çok gerekli ve önemli durumlarda yasaklar koymuş, öte yandan zaruretler, beklenmedik şartlar, zorlamalar ve hayati tehlikeler karşısında bazı yasakların geçici olarak ve ihtiyaç miktarınca ihlalini de belli bir müsamaha ile karşılamıştır. Ancak zaruret ve ihtiyacın tayin ve takdirinde ferdi kanaatlerden ziyade şer‘i ölçülerin esas olacağı açıktır. Şunu da belirtmek gerekir ki, bir hususun şari tarafından açıkça ve doğrudan haram kılınması ile dolaylı olarak yasaklanması arasında ince bir fark bulunduğu gibi, bir işin naslar tarafından ilke olarak haram kılınması ile İslam bilginlerinin bir fiili o yasağın kapsamında kabul etmeleri arasında da belli ölçüde fark vardır. Ancak bu konuda fertlerin bireysel ve sübjektif tercih ve değerlendirmelere göre davranmalarının da isabetli bir yol olmadığı, fertleri mesuliyetten kurtarmayacağı, bu konunun İslam hukuk disiplini içerisinde belli bir ilmi ve idari otoriteye bağlanmasının gerekliliği de açıktır. Kanunlaştırmanın ve merkezi ortak otoritenin bulunmadığı dönemlerde bu düzenlemeyi fıkıh mezhepleri belli ölçüde başarmış, şer‘i yasakların sınırını çizip muhtevasını belirlemede devirlerinin şartlarına göre bazı ölçüler geliştirmişlerdir.
Hile ve dolaylı yollar gayri meşru olanı helal kılmaz. Bilgisizlik bu konuda mazeret olmadığı gibi kişinin niyetinin iyi olması da çoğu zaman yeterli değildir. Vasıtaların da gayeler gibi meşru olması gerekir. Haramın adını değiştirmek, çoğunluğun o işi yapıyor olması ölçü alınarak meşru görmek de kişiyi mesuliyetten kurtarmaz. Haramdan ve harama yol açan vasıtalardan kaçınmak gerektiği gibi, haram şüphesi taşıyan işlerden ve kazançlardan da uzak durmak gerekir. Hz. Peygamber’in şu hadisi bu konuda ihtiyat ve takva sahipleri için güzel bir ölçü vermektedir: “Helal apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında, halktan birçoğunun helal mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları yapmayan kurtuluştadır. Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur. Nitekim korunun etrafında hayvanlarını otlatan kimse de koruya dalma tehlikesi ile burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir” (Buhari, “Büyu‘”, 2, Müslim, “Müsakat”, 20). Samimi bir Müslüman, harici şartlar, toplumun kötü gidişatı ne olursa olsun her yer ve zamanda dosdoğru olan, dinin ahkamını uygulayan, güvenilen ve inanılan bir kimse olmak, istikameti ve hayatı ile İslam’ın tebliğcisi ve iyi örneği olmak zorundadır.

 

İtikâf Özellikle Ramazanda Yapılır

itikaf

“İtikâf”, bir camide ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak ibadetle meşgul olmak üzere mescit ya da mescit hükmündeki bir yere çekilmek demektir. Kur’ân’da bu ibadet,

Mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın” (Bakara, 2/187) anlamındaki ayette geçmektedir.

Hz. Aişe validemiz Hz. Peygamber’in Medine’de her yıl Ramazan ayının son on gününde itikâf ibadetini ifşa ettiğini bildirmiştir.  Oruç tutan Müslümanın Ramazanın son on gününde itikâfa girmesi sünnet-i kifayedir. İtikâf ibadetinin geçerli olabilmesi için itikâfa giren kimsenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekir. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.

İtikâfa giren kimse vaktini namaz kılarak, Kur’ân ve kitap okuyarak, dua yaparak, zikir ederek, vaaz dinleyerek geçirir. Mescidde yer, içer ve orada istirahat eder. Mescidin içinde giderilmesi mümkün olmayan banyo yapma, tuvalete gitme ve abdest alma gibi doğal ihtiyaçlar için cami dışına çıkabilir. Ancak ihtiyaçlarını giderdikten sonra hemen itikâf mahalline döner. İhtiyacı olmadıkça cami dışına çıkmaz.

Nafile itikâflar cami dışına çıkmakla bozulmaz Ancak adamak suretiyle yerine getirilmesi gereken vacip itikâflar, zorunlu ihtiyaçlar dışında itikâf mahallinin dışına
çıkmakla bozulur. İtikâfa giren insan dünyevi meşgalelerden uzaklaştığı
için daha fazla ibadet etme ve tefekkürde bulunma imkan elde eder. İtikâfa girmekte bir irade eğitimi söz konusudur.

Sonuç olarak; ayların sultan olanı Ramazan Kur’ân, oruç, sabır, yardımlaşma, dayanışma, rahmet, bereket, af ve mağfiret ayıdır. Müminler bu ayda daha çok ibadet
eder, tövbe ve istiğfar ile günahlardan arınmaya, hayır ve hasenat ile Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır.

İstanbul’daki AVM (Alışveriş Merkezi) Mescitleri

İstinye park avm mescit
İstinye park avm mescit
İstinye Park avm mescit

İstanbul 14 milyon nüfusu ile Türkiye’nin en büyük ili. Aynı zamanda ülkemizde Müslüman nüfusun en çok sıkıntı çektiği illerden. Yoğun trafik ve kalabalık, uygun yer ve zamanda vakit namazlarını kılmayı bir hayli zorlaştırıyor. Özellikle namaz vakitlerinin birbirine çok yakın olduğu kış mevsiminde ise ev dışında uygun mescit/camii bulmak yoğun bir çaba gerektiriyor.

“İstanbul’daki AVM (Alışveriş Merkezi) Mescitleri” yazısını okumaya devam et

Kelime-i Şehadet Faydaları

La ilahe illallah

 

 

” Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh.’’

 

 

Kelime-i Şehadet, İslamın beş şartından birincisidir. Diğer şartlar namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmektir. Müslüman olmanın ilk şartı iman etmektir. İman etmek için, kelime-i şehadeti söylemek, bunun manasını bilmek ve inanmak lazımdır. Müslüman olmak isteyen bir kimse, önce kelime-i şehadeti ve manasını söyler. Sonra guslü, namazı ve lazım oldukça farzları, haramları öğrenir. Bir kişinin imana gelmesi için kelime-i şehadeti tamam söylemesi ve imanın altı şartını işitince inanması lazımdır.

Efendimiz buyurdu ki:

İhlas ile Kelime-i Şehadeti getiren Cennet’e girer.

Kelime-i Şehadet getirmenin dört şartı vardır: Dil ile söylerken, kalp hazır olmak. Manasını bilmek. Hulus-i kalb ile ihlasla, yani Allahü tealanın rızasını düşünüp, O’na inanarak söylemek. Tazim ile söylemek.

Şehadet kelimesinin manası:

“Görmüş gibi bilir, inanır ve şehadet ederim ki, Allahü tealadan başka hiçbir ilah yoktur. Yine görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü tealanın hem kulu, hem peygamberidir.” Bu manaya göre Allahü tealadan başka sonsuz varlığı lazım olan, ibadet ve itaat olunmaya hakkı olan hiçbir ilah ve hiçbir kimse yoktur. İlahi vahy ile göndermiş olduğu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de Allahü tealanın hem kulu ve hem de peygamberidir. O’nun gönderilmesi ile O’ndan önceki Peygamberlerin dinleri tamam olmuş, hükümleri kalkmıştır. Ebedi saadete kavuşmak için ancak O’na uymak lazımdır. O’nun her sözü, Allahü teala tarafından kendisine bildirilmiştir. Hepsi doğrudur. Yanlışlık ihtimali yoktur.”

Kelime-i Şehadet getirmenin faydalarından 30 tanesi şunlardır:

Dünyada olan 5 fayda
1- Adı güzel çağrılır
2- İslamın emir ve yasakları kendisine farz olur.
3- Cezadan ve aşağılanmaktan kurtulur.
4- Allahü azim-üş-şan, ondan razı olur.
5- Cümle müminler ona muhabbet eder.
Ölürken olan 5 fayda
1- Azrail aleyhisselam ona güzel suretle gelir.
2- Yağdan kıl çeker gibi ruhunu alır.
3- Cennet kokuları gelir.
4- Müjdeci melekler gelir
5- Merhaba yâ mümin! Sen cennetliksin denir.
Kabirde olan 5 fayda
1- Kabri geniş olur.
2- Münker ve Nekir güzel suretle gelir.
3- Bir melek ona bilmediğini talim eder( öğretir )
4- Allahü azim-üş-şan bilmediğini hatırına getirir.
5- Cennetteki makamı görünür.
Arasat’ta olan 5 fayda
1- Sual ve hesabı kolay olur.
2- Kitabı sağından verilir.
3- Mizanda sevabı ağır gelir.
4- Arş’ın altında gölgelenir.
5- Sıratı yıldırım gibi geçer.
Cehennemde olan 5 fayda
1- Cehenneme girerse, Cehennem ehli gibi gözleri gök olmaz.
2- Şeytanı ile çatışmaz.
3- Ellerine ateşten kelepçe, boynuna zincir vurulmaz.
4- Hamim suyundan içirilmez.
5- Ebedi cehennemde kalmaz.
Cennette olan 5 fayda
1- Cümle melekler ona selam verir.
2- Sıdıklar ile refik olur.
3- Ebedi cennette kalır.
4- Allahü teala ondan razı olur.
5- Allahü tealanın cemalini görür.

Faziletli Dualar II

dua etmek

Hz. İbrahim’in Duası

Allah’ın halili Hz. İbrahim sabahladığı zaman şöyle derdi:

“Ey Allah’ım! Bu yepyeni bir gündür. Bu bakımdan bugünü benim için ibadetle aç, mağfiret ve rızanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O haseneyi geliştir ve benim için onu kat kat çoğalt ve bugün de işleyeceğim günahları benim için affet. Çün­kü çok affeden ve her çeşit nimetlerle kullarına ihsanda bulunan, kullarını çok fazla seven, daha istemeden önce onların isteklerini bilip takdir eden sensin!”

Ravi diyor ki: “Bir kimse Hz. İbrahim’in duasıyla sabah­ladığı takdirde o günün şükrünü eda etmiş sayılır.”

Dua

Hz.Adem’in Duası

Hz. Aişe Validemiz şöyle demiştir:

“Allahü Teala Adem kulunun tövbesini kabul etmek istediği zaman, Hz. Adem Kabe-i Muazzama’yı yedi tur ziyaret etti. Kabe ise, o gün yapılmış bir bina değil, kırmızı bir tümsek idi. Sonra Hz. Adem kalkarak iki rekat namaz kıldı. Namazın akabinde şöyle dua etti:

‘Ey Allah’ım! Sen benim gizli tarafımı ve açık yanı­mı biliyorsun. Benim mazeretimi kabul eyle. Sen benim ihtiyacımı biliyorsun. O halde isteğimi bana ihsan eyle. Sen benim nefsimde ne varsa onu bilirsin! O halde benim günahlarımı da affeyle. Ey Allah’ım! Ben senden kalbime mübaşeret eden bir iman ve dosdoğru bir yakin istiyorum ki, onun sayesinde bana isabet etmesi yazılanın bana isabet edeceğini bileyim. Ey ikram ve celal sahibi olan Allah! O iman ve yakin sayesinde bana nasip ettiğine razı olayım.’

Bunun üzerine Allahü Teala Adem kuluna şöyle vahyetti:

‘Ben seni affettim. Senin zürriyetinden kim senin du­anla beni çağırırsa onu da affederim. Onun gam, kasavet ve kederlerini kaldırırım. Fakirlik damgasını onun kaşla­rının arasından söker atarım. Her ticaretin ardından ona kar sağlarım, dünya ister istemez ona gelir, hatta o dünyayı istemese bile…’ ”

Hz. Ali’nin Duası

Hz. Ali, Resulullah’ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Allah her gün nefsini methü sena ederek şöyle buyu­rur:

“Muhakkak ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım. Mu­hakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Hayy  (diri) ve Kayyum benim. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. En büyük ve en yüce benim. Muhakkak Allah benim. Benden başka ilah yoktur. Ben doğurmadım ve doğurulmadım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Affedici ve bağışlayıcıyım. Muhakkak Allah benim, benden başka ilah yoktur. Her şeyin başlatıcısı benim ve her şey bana dönecektir. Aziz (galip), Hakim (hikmet sahibi), Rahman, Rahim ve ceza gününün sahi­bi, hayır ve şerrin yaratıcısı, cennet ve cehennemi yoktan var eden, Vahid, Ehad, Ferd ve Samed benim. Görünür ve görünmez durumları bilen benim. Melik (saltanatı de­vamlı olan), Kuddus (her türlü noksanlıktan uzak olan), Selam, Müheymin ve Mümin (her şeyi gözetip koruyan), Aziz (her şeye galip gelen), Cebbar (kullarının halini ve ihtiyaçlarını düzelten), Miitekebbir (azamet sahibi), Ha­lik (yaratıcı), Kebir, Müteali (yüce), Muktedir (her şeye güç yetiren), Kahhar (kahredici), Halim ve Kerim benim. Sena ve mecde (hamd ve şükre) layık olan benim. Sırrı ve sırdan daha gizli olanı bilirim. Kadir ve Rezzak benim. Bütün yaratıkların üstünde bulunan benim.’ ”

Bu duaya istinaden üstadım İmam Gazali der ki:

“Söylediğimiz şekilde ‘ancak benim’ mealindeki cümle­lerin öncesinde ‘Benden başka ilah yoktur’ cümlesi zikre­dilmiştir. Bu bakımdan kim bu isimlerle Allah’ı çağırırsa, o şöyle devam etmelidir: ‘Muhakkak sensin Allah! Senden başka ilah yoktur. Sen doğurmadın ve doğurulmadın…’ (Yani duada Allah konuşuyor gibi tabirler kullanılmıştır. Ancak o duayı okuyan bir kimse aynı tabirleri değil de Allahüteala’ya hitap eder bir şekilde duayı okumalıdır.)

Bu kelimelerle Allah’ı çağıran bir kimse ibadet edip secdeye devam edenler defterine yazılır. Öyle ibadet edenler ki, yarın mahşerde Muhammed, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerle celal evinde komşuluk yapa­caktır.

Onlara, yer ve göklerde Allah’a ibadet edenlerin sevabı kadar sevap yazılacaktır. Allah Hz. Muhammed’in s.a.v ve seçkin her kulunun üzerine salat ve selam eylesin!”

dua etmek

Hz. İsa’nın Duası

Hz. İsa şöyle dua ederdi:

“Ey Allah’ım! Ben istemediğimi uzaklaştırmaya, umdu­ğum faydayı elde etmeye muktedir olmadığım bir vaziyette sabahlamış bulunuyorum. Kuvvet ve kudret ise senin elin­dedir. Ben amelimin sorumlusu olarak sabahlamış bulunu­yorum. Bu bakımdan benden daha fakir bir kimse yoktur.

Ey Allah’ım! Düşmanımı sevindirecek şekilde beni gü­lünç duruma düşürme. Dostumu benim felaketimle üzme. Musibetimi dinimde tahakkuk ettirme. Dünyayı bana en büyük hedef olarak kılma.

Ey Hayy ve Kayyum olan Allah! Bana merhamet etme­yeni, bana musallat kılma!”

Hızır ile İlyas’ın Duası

Hızır ve İlyas her mevsimde bir araya geldikleri zaman şu kelimeleri okuyarak ayrılırlar:

“Allah’ın ismiyle! Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’ındır. Allah neyi dilerse o olur. Her ni­met Allah’tandır. Allah neyi dilerse o olur. Hayrın tamam Allah’ın kudretindedir. Allah neyi dilerse o olur. Kötülüğü insanlardan uzaklaştıran sadece Allah’tır.”

Kim sabahladığı zaman bu duayı üç defa okursa yangından, boğulmaktan ve hırsızlıktan Allah’ın izniyle emin olur.

Maruf el-Kerhi’nin Duası

Muhammed bin Hasan şöyle demiştir: “Maruf el-Kerhi bana dedi ki:

‘Beşi dünya ve beşi de ahiret için olan on sözü sana öğ­reteyim ki, o sözlerle Allah’ı çağıran bir kimse, Allah’ın o sözlerinin yanında olduğunu görecektir.’

Bunun üzerine Maruf el-Kerhi’ye dedim ki:

‘O sözleri bana yaz!’

Maruf ‘Hayır yazamam. Ancak Bekir bin Hanis’in bana defalarca tekrar ettiği gibi ben de sana defalarca tekrarla­mak suretiyle okuyayım’ dedi. O sözler şunlardır:

‘Dinim için, dünyam için, beni ilgilendiren meselele­rim için kerim olan Allah bana kafidir. Bana zulmedenden daha kuvvetli bulunan alim olan Allah bana yeter. Bana kötülükle yaklaşanın belini kırabilecek derecede şiddet ve kuvvete sahip olan Allah bana kafidir. Rahim olan Al­lah ölüm anında bana kafidir. Kabirde sorguya çekildiğim anda Allah bana kafidir. Hesap zamanında kerim olan Al­lah bana kafidir. Mizanın yanında latif olan Allah bana kafidir. Sırat’ın yanında, kadir olan Allah bana kafidir. Allah bana kafidir. İlah ancak O’dur. O’na yaslanırım. O büyük arşın sahibidir.’ ”

Süleyman bin Mutemer’in Duası ve Tesbihi

Yunus bin Ubeyd, Rum diyarında şehit olan bir zatı rüyasında görür ve o zata sorar: ‘Sen öbür dünyada amel­lerden en üstününün hangisi olduğunu gördün mü  Şehit ‘İbni Mutemer’in tesbihlerinin Allah nezdinde büyük bir mevki işgal ettiğini gördüm’ der.

O tesbihler şunlardır:

‘Allah her türlü eksikliklerden münezzehtir. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah her şeyden yücedir. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak yüce ve büyük olan Allah’ın kuvvetiyledir.’

Bu sözleri Allah’ın yaratmış olduğu mahlukların sayı­sınca ve bundan böyle yaratacaklarının sayısınca, yarat­tıklarının ağırlığınca ve bundan böyle yaratacaklarının ağırlığınca, yaratmış olduklarının dolusu ve bundan böyle yaratacaklarının dolusu kadarınca, göklerin ve yerin dolu­su kadarınca ve bütün bunlar kadar ve bunun birkaç misli kadar, bu tespihleri tekrar eder söylerim.

Bu tesbihleri mahlukatın sayısınca, arşın ağırlığınca, rahmetin enginliği kadar kelimelerin sayısınca, rızasının varacağı kadar ve razı oluncaya kadar söyler, tekrar ede­rim. Bu sözleri, O benden razı oluncaya kadar, dünya var olalıdan bugüne kadar, mahlûkatın onu andığı kadar ve bundan böyle kıyamete kadar her sene, her ay, her cuma, her gün, her gece, saatlerin her birisinde, her kokuda, her nefeste, ebediyen, bir ebetten öbür ebede, dünya ebedin­den ahiret ebedine ve bütün bunlardan daha fazla, öncesi eksilmez ve ahiri gelmez ve sonu alınmaz bir şekilde bu kelimeleri söyler ve tekrar ederim.”