Kur’an-ı Kerim ve Düşünce

Düşünme, insanın en belirgin özelliğidir. ilk dönem islam felsefecileri insanı ‘düşünen canlı’ olarak tarif etmektedirler. Burada önemli olan karşılaşılan olay ve eşyalar önünde neden, nasıl, neyi gibi bilinmeyenleri bulmak ve keşfetmektir. Düşüncenin doğru bilgiye ulaşması için tutarlı ve çelişkiden uzak olması gerekir. Kaldı ki bilgisiz olan; insanın doğruyu bulması hiç mümkün değildir.

Düşünen insana bu yolda en iyi rehberlik edecek ve yönlendirecek olan bilgi kaynağı şüphesiz Kur’an’dır. ilahî bilgi kaynağından faydalanmayan kimsenin doğruyu bulması mümkün değildir. Burada imanın düşünceden önce geldiğini söylememiz gerekir. Düşünce, kişinin imanını koruma ve kuvvetlendirme aracıdır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de birçok konunun anlatımında akli deliller kullanmakta ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur’an-ı eğitimin düşünceyi dondurduğunu, belli kalıplar içerisinde insanı sıkıştırdığını ve kişinin özgürlüğünü elinden aldığını iddia edenler vardır. Bu günahtır, bu haramdır, helaldir, iyidir, kötüdür gibi. Dolayısıyla bu iddia sahipleri dinin insan beynini uyuşturan bir afyon ve beyin yıkama aracı olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.

Bu anlayışın temelinde bilgi eksikliği yatmaktadır. Aksine, Kur’an-ı Kerim’i bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, dikkatini belli noktalara çektikten sonra onu özgür iradesi ile baş başa bırakmaktadır. Son kararı kişinin kendisi aklını kullanarak verecektir. İnsanların düşünmesini ve akıllarını kullanmayı engelleyen, tercih ve seçeneklerinin önünü kapatan her türlü dogmanın zararlı olduğunu ve bunun insan için aşağılayıcı bir durum meydana getirdiğini bizzat Kur’an-ı Kerim şu ifadelerle belirtmektedir: “Andolsun, cehennem için birçok cin ve insan yarattık ki kalpleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapık ve işte onlar gafillerdir!” (A’raf, 179.) “Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22.) “Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktırlar.” (Furkan, 43-44.) Beyin yıkama ve şartlandırmanın aksine, Kur’an’ın insanlara vermek istediği kendi başına düşünebilme ve karar verebilme yetisidir. Bu faaliyeti gerçekleştirmek için Kur’an insanın önüne, kıyas yapabilmesi için bazen tarihten, bazen yaratılıştan, bazen doğadan örnekler vererek, bir yöntem arayışı örneği sunmaktadır. Bilgisi olmayan, herhangi bir veri veya temele dayanmayan insan, aklını kullanamaz. Bu sebepten Kur’an’ın en çok değer verdiği ve öne çıkarttığı kavram bilgi ve akıldır. insan kendi başına düşünebilme kabiliyetini kullanamıyorsa onun taklit etme melekesinden başka bir gayrete ve yetiye ihtiyacı yoktur. Taklit ise insanı hiçbir yere götürmez. Kur’an’ın ifadesi ile taklit cehennemdir, ateştir. Bu durum Lokman suresinde şöyle belirtilmektedir: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dense: ‘Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız (onların yolunda gideriz)’ derler.

Dünya – Ahiret Dengesi

kuran dua

Kuran-Allah

Aziz Kardeşlerim!

Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün hasta bir sahabîyi ziyaret etti. Ona nasıl dua ettiğini sordu. O da, “‘Allah’ım! Beni ahirette ne ile cezalandıracaksan onu şimdiden dünyada bana ver!’ şeklinde dua ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, böyle dua etmemesi konusunda onu uyardı. Kendisine, “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”1 şeklinde dua etmesini tavsiye etti.”

Kardeşlerim!

Aslında bu dua, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği hikmet yüklü bir duadır. İtidali, yakarışı, ibadeti hayatının vazgeçilmezi kabul eden Efendimiz (s.a.s), bu dua ile dünya ve ahiret arasında dengeli bir tutuma, ölçülü bir hayata dikkat çekmiştir.3 Bu dua, insanı bu dünyada ve ahirette mutlu kılacak olan şeyin iyilik, salih amel, güzel ahlak olduğunu hatırlatır bizlere. İşte bugün bizler, bu duayı her gün beş defa huşuyla eda ettiğimiz ve huzura erdiğimiz namazlarımızda okuyoruz. Böylelikle, dünya ve ahiret dengesini gözettiğimizi her daim dile getiriyoruz. Dünyadaki sorumluluğumuzu, ahiretteki hesabı, mizanı, sıratı, mükâfat ve cezayı bir an olsun unutmadığımızı ikrar ediyoruz.

Kıymetli Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, “Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma…” buyurmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, ne dünya için ahireti feda etmek, ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Bizden istenen, bu iki hayat arasında bir denge kurabilmektir. Dünya hayatını ahirete tercih etmemektir, menfaatin esiri olmamaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmamaktır, heva ve hevesi Allah’ın rızasından üstün tutmamaktır.

Kardeşlerim!

Dünya ve ahiret arasındaki dengenin nasıl olması gerektiğini Peygamberimizin örnekliğinde görmekteyiz. Allah Resûlü, ibadetimizde, gündelik hayatımızda, dahası bütün yaşantımızda ölçülü olmamız gerektiğini bildirmiştir. Onun hayatı, bu denge ekseni üzerine kurulmuştur. Efendimiz, dünyadan el çekip sadece ahiret için yaşamaya karar veren bazı sahabileri bedenin, ailenin ve sahip olunan nimetlerin hakkını vermeleri hususunda uyarmıştır. O, “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” uyarısıyla kendisinin böyle bir hayat tarzının olmadığını ifade etmiştir.

Kardeşlerim!

Kimileri, zaman zaman bu dünyanın ahiret yurduna açılan bir kapı, bir imtihan alanı olduğunu göz ardı edebilmektedir. Kimileri, ahireti uğruna, doğru olmayan bir inançla dünyanın meşru nimetlerinden kendini mahrum bırakabilmektedir. Kimileri ise kendi anlayışlarından kaynaklanan aşırılıkları dine mal ederek, rahmet yüklü mesajlarıyla hayat veren yüce dinimize şiddet, vahşet ve katliamlarla ihanet edebilmektedir. Kimileri, dini ruhundan, ibadetleri özünden koparmak suretiyle dar kalıplara mahkum etmekte ve sadece şekle indirgeyebilmektedir. Kimileri ise, yaşantı boyutunu tamamen ihmal ederek dini sadece vicdanlara hapsedebilmektedir. Gerçek şu ki; bütün bu algı ve anlayışlar, Peygamberimizin insanlığa takdim ettiği örnekliğin ve Müslüman kimliğinin doğru idrak edilemeyişinin sonuçlarıdır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz, kâinattaki her şeyi bir denge üzere yaratmıştır. Fakat günümüz insanının bu dengeyi ve hayat ölçüsünü yitirmesinin acı neticeleri bütün ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün niceleri, modern dünyanın, daha çok kazanma ve haz alma tutkusunun, bilerek ya da bilmeyerek adeta esiri olmaktadır. Dünyanın bir köşesinde insanlar yiyecek ekmeğe muhtaçken, diğer bir köşesinde israf, savurganlık, vurdumduymazlık, bencillik had safhadadır. Kimileri, daha konforlu, daha ışıltılı bir hayat arzularken, sığınacak bir barınak uğruna nice canlar okyanusların derin ve karanlık sularında umutları ve yarınlarıyla birlikte yok olmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında insanlığın, bugün topyekûn bir itidal çağrısına muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu itidalin, sadece çağrılarla değil, sağlam ve sarsılmaz bir imanla, paslanmamış yüreklerle, tükenmemiş gönüllerle hayata geçirilebileceği asla unutulmamalıdır.

Kardeşlerim!

Geliniz, Yüce Kitabımızın ve Peygamberimizin bize öğrettiği itidale dair duayı kendimize şiar edinelim. Sevgimizde, yergimizde, yaşantımızda, ibadetimizde, dünya ve ahirete bakışımızda bu dengeyi hakim kılalım. Unutmayalım ki; bu bakış ve tutum, sahih ve makbul bir kulluğun gereğidir. Yine unutmayalım ki; niyeti en yüce olanımız, hem dünyasının hem de ahiretinin işlerine önem verenlerimizdir.

Hutbemizi, Peygamberimiz (s.a.s)’in anlam dolu şu duası ile bitirmek istiyorum:

“Allah’ım! İçinde yaşadığım, geçimimi sağladığım dünyamı ve ebedî yaşayacağım ahiretimi benim için hayırlı kıl. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle.” 

 

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Esma-ül Hüsna “Er Rahman”

ER- RAHMAN

er-rahmanYarattığı bütün varlıklara ayırt etmeden nimet veren, merhamette bulunan, onları esirgeyen ve bağışlayan, sınırsız merhamet kaynağı olan anlamına gelir.

Esmanın Geçtiği Kuran-ı Kerim Ayetleri

Allahın sıfatları atasında özel bir manaya sahiptir. Kuran’da Allah ismi yerine kullanılan tek esma Er Rahman’dır. Allah’ın sıfatları arasında sıfat-ı has olarak bilinir. Yine Kuran’da aynı adla suresi olan tek esma Er Rahman’dır.

De ki : “Rabbinizi ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur. Namazda sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.” (İsra Suresi,110)

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi : ” Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf Suresi, 156)

Merhamet etmek, acımak, esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek, ikamet etmek anlamlarına gelir. Rahman kelimesi sözlük anlamı olarak temelde  çok merhametli olan demektir.

Kuran’da 57 kez geçen Rahman, Allah’a özgü bir sıfat olup Allah’tan başkaları için kullanılmamıştır. Bu isim “sıfat-ı galibe” olup Allah’ın güzel isimlerinin ikincisidir. Rahman kelimesi Kuran’da sadece tekil olarak kullanılmıştır, ikili ve çoğulu yoktur.

Allah’ın Rahman sıfatı Rahim sıfatından daha kapsamlı bir ifade taşır. Yüce Allah, Rahman sıfatının gereği olarak yarattığı bütün varlıklara merhamet eder. Bu konuda mümin-kafir, iyi-kötü, itaatkar-asi ayırımı yapmaz. O’nun bu muhteşem ve Mutlak merhameti her şeyi kuşatmıştır.

Ayetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selam üzerinize olsun. Rabbiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki;sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder (mürşidin önünde) ve ıslah olursa, o taktirde muhakkak ki O (Allah), Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahim (rahmet nurunu gönderen)’dir.” (En’am,14)

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi : ” Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise herşeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf, 156)

Allah’ın Rahman sıfatını daha iyi anlayabilmek için, bu sıfatın insandaki tecellisi olan merhamet duygusunu anlamak gerekir. Yani bu manayı kavrayabilmek için çıkış noktası insandaki merhamet duygusu olmalıdır.

Merhamet ; güçsüz ve muhtaç olana vicdan sahibi insanın yardım etme isteği duymasıdır. Bunu yapabilmesi için insanın yalın ve sahih bir vicdana sahip olması şarttır. Yani insan özündeki saf ve temiz olan vicdan duygusu, insanı muhtaç olan bir kimseye doğru yardım etmek için yönlendirir. Ve merhamet duygunun en önemli unsuru tecelli eder ve insan ” Rahmet ” etmek ihtiyacı duyar.

Ama Allah’ın merhameti çok farklıdır. İnsan ve Allah merhameti arasında Allah ile insan arasındaki fark kadar fark vardır. İnsan merhamet ettiği zaman maddi manevi beklentiye girer. Kendisine de o duruma düştüğü zaman merhamet edilmesini bekler.

Allah’ın merhametinde bu yoktur. O sınırsız, karşılıksız, sürekli ve koşulsuz merhamet eden, mutlak merhametin kaynağıdır.

Allah hepimize merhamet eylesin. Amin.

Kuranı Kerim Okumak ve Anlamak

Yüce Allah’ın kelamı olan Kuran’ı okumak oldukça faziletli bir ibadettir. Kuran’da vurgu yapılan: “Allah’ın kitabını okuyanlar, namaz kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz rızıktan gizli ve açık harcayanlar, asla zarara uğramayacak bir ticaret umarlar.” ayet ile Kuran okumanın önemine dikkat çekilmiştir.

“Ehl-i Kitap içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır” (Al-i İmran)

“Üç zümre vardır ki, onları Kıyametin dehşeti korkutmaz, onlar için hesap zorluğu yoktur, diğerlerinin hesabı bitinceye kadar onlar misk tepecikleri üzerindedirler. Bunlardan birisi, Allah’ın rızasını kazanmak için Kur ân okuyan kimsedir.” (Taberanî’)

“Allah evlerinden birinde, Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan kimselerin üzerine sekine iner, onları rahmet kuşatır, melekler etraflarını sarar ve Allah onları kendi katında bulunanlara överek anlatır.” (Ebu Davud)

Peygamberimiz, Kuran okuyan mümini hem kokusu hem de tadı güzel olan bir meyveye benzeterek, onun meleklerle beraber olacağını da buyurmuştur. (Buhari)
Kuran’ın manasını anlamak isteyen bir kimse, din alimlerinin kitaplarını okumalı. Bu kitapların hepsi, Kuranı Kerim’den ve hadisi şeriflerden alınmıştır.

Bir ayetin manasını anlamak demek, Allahü tealanın, bu ayette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu ayetin herhangi bir tercümesini okuyan, tam olarak bu manayı öğrenemez. Tercüme edenin anlamış olduğunu öğrenir. Hiçbir Kur’an tercümesinden din öğrenilemez. Bu konuya yönelik Hazret-i Ebu Bekir “Kur’anı kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler. buyurdu.

Kuranı Kerim‘i anlamak için Resulullahın açıklamalarını bilmek gerekir. Sünneti de anlamak için Eshabı kiramın ve alimlerin açıklamalarını okumak, bilmek gerekir.

kuran okumak

Gece Kuran Okuma

Kuran okumak, tarih boyunca Müslümanlar tarafından önemle yerine getirilmiş ve daha çok da geceleri okunmuştur. Gece okuma konusunda Cenabı Hak, “Geceleyin onunla teheccüd kılmak için kalk” (İsra) buyurmaktadır. Bu ayet: “Gecenin derinliklerinde, kalbin bütün meşgale ve eğlencelerden uzak kaldığı anlarda kişinin okuduğu Kuran, nefse ağır ve vücuda yorucu gelse bile, daha etkili olur ve kalbe yerleşir.” (Fevatih) şeklinde açıklanmıştır.

“Gecenin yarısında kalk (namaz kıl), yahut bundan biraz eksilt. Veya bunu artır ve ağır ağır Kuran oku.” (Müzzemmil) ayeti: “Allah gece namazını emredince, peşinde Kuran okumayı zikretti. Efendimize, okuyacağı Kuran’ı yavaş yavaş okumasını emretti ki, kalbi tam bir huzura kavuşsun, ayetlerin anlamlarını düşünsün, istiğfar ayetlerini okuduğunda istiğfarda bulunsun böylece kalbi Allah’ın marifetiyle nurlansın.” (Lübâbü’t-Te’vil)