Ba‘s (Yeniden Dirilme) 

“Öldükten sonra tekrar dirilmek” anlamına gelen ba‘s, ahiret hayatının en önemli devrelerinden biridir. Kıyametin kopmasından sonra İsrafil (a.s.) sura ikinci defa üfürecek ve bütün canlı yaratıklar tekrar diriltileceklerdir. Ehl-i sünnet inancına göre tekrar diriliş, hem beden hem de ruh ile olacaktır. Buna göre insan, öldükten ve çürüdükten sonra, Allah, onun bedenine ait asli parçaları bir araya getirecek (veya benzerini yaratacak) ve ruhu buna iade edecektir. Kur’an-ı Kerim’deki “Şüphesiz ayetlerimizi inkar edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız. Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe derilerini başka derilerle değiştiririz ki, acıyı duysunlar…” (en-Nisa 4/56) mealindeki ayet ile hesap sırasında insanın dil, el ve ayaklarının şahitlik yapacağını bildiren ayetler (en-Nur 24/24-25), yeniden dirilişin, ruhbeden birlikteliği ile olacağının delilleridir.
Kur’an-ı Kerim öldükten sonra tekrar dirilişi inkar edenlere karşı, yeniden dirilmenin aklen mümkün olduğunu ve mutlaka meydana geleceğini ısrarla vurgulamakta ve bu konuda şu delilleri ileri sürerek, bu gerçeği ispatlamaktadır:

1.Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa var etmesi öncelikle mümkündür. Bu tür ispata örnek olarak şu ayetler verilebilir:

“Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek? diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir” (Yasin 36/78-79).
“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden (sperm), sonra alakadan (aşılanmış yumurta), sonra organları önce belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder. Yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür, ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin…” (el-Hac 22/5).

 

2.Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp, onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, insanı öldükten sonra tekrar diriltmeye şüphesiz kadirdir: “Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünü yeteceğini düşünmezler mi?…” (el-Ahkaf 46/33).
Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanıilkin yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kadirdir: “O ilkin mahluku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu ona göre (birinciden) pek daha kolaydır…” (er-Rum 30/27).

3. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir: “…Sen yeryüzünü de ölü ve kupkuru görürsün. Fakat biz onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman, o harekete gelir, kabarır, her çeşitten iç açıcı bitkiler verir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O ölüleri diriltir, yine O her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır” (el-Hac 22/5-7).

4.Bir şeyi zıddına çeviren onu benzerine çevirebilir. Mesela suyun bol miktarda bulunduğu yeşil ağaçtan ateşin çıkması, adeta imkansız iken, ateşi yeşil ağaçtan çıkaran Allah, insanı tekrar yaratabilir: “Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır” (Yasin 36/80-81).
Hz. Peygamber de çeşitli hadislerinde, öldükten sonra tekrar diriltme konusunda bilgi vermiştir. O bir hadiste şöyle buyurmuştur: “İnsanın kuyruk sokumu kemiği (acbü’z-zeneb) dışındaki her şeyi, ölümünden sonra çürüyüp yok olacaktır. Kıyamet günü tekrar diriltme bu çürümeyen parçadan olacaktır” (Buhari, “Tefsir”, 39/3; Müslim, “Fiten”, 141, 142). Yine bu konudaki hadislerde kıyamet gününde bütün insanların diriltileceği, kabirden de ilk defa Hz. Muhammed’in kalkacağı bildirilmektedir (Buhari, “Tefsir”, 39/3; İbn Mace, “Cenaiz”, 58). Hz. Peygamber bir hadislerinde, insanların diriltilirken ilk yaratılışlarındaki gibi olacaklarını haber vermiş (Buhari, “Rikak”, 45; Müslim, “Cennet”, 55-59), bir başka hadiste de “Her kul, öldüğü hal üzere diriltilir” buyurmuştur (Müslim, “Cennet”, 83).

 

Kıyametin Kopacağı Zaman

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Bu konuda ne Hz. Peygamber, ne ona vahiy getiren Cebrâil (a.s.), ne de zamanı gelince kıyamet olayını fiilen gerçekleştirmekle görevlendirilecek olan İsrâfil (a.s.) bu bilgiye sahiptir. Yüce Allah kıyametin kopacağı zamanı ancak kendisinin bildiğini çeşitli âyetlerde ifade etmiştir. Bu konudaki bazı âyetlerin meâli şöyledir:

Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah katındadır...” (Lokmân 31/34).

Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklere de yerlere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ama insanların çoğu bilmezler” (el-A‘râf 7/187).

Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste de Cebrâil (a.s.) iman, İslâm ve ihsan kavramlarının ne ifade ettiğini Hz. Peygamber’e sorduktan sonra kıyametin ne zaman kopacağını sormuş ve şu cevabı almıştır: “Bu meselede kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir” (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15).

Müslüman için önemli olan, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata gerektiği şekilde hazırlanabilmektir. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek mümkün değildir. Ancak Hz. Peygamber bazı hadisleriyle onun yaklaştığını gösteren alâmetlerden insanları haberdar etmiştir.

 

Sur ve Sura Üfürüş

Kelime olarak sûr, “seslenmek, boru, üflenince ses çıkaran boynuz” anlamlarına gelir. Terim olarak “kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için İsrâfil (a.s.) tarafından üfürülecek olan boru”ya sûr denilir. Hz. Peygamber bir hadislerinde sûrun, kendisine üflenen bir boru ve boynuz olduğunu haber vermişlerdir (Tirmizî, “Kıyâmet”, 8). Fakat bu borunun mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr da bütün âhiret hallerinde olduğu gibi dünyadaki borulara benzetilemez.

Kur’an âyetlerinden anlaşıldığına göre, İsrâfil (a.s.) sûra iki defa üfürecektir. İlkinde Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden sarsılacak (nefha-i feza‘=korku üfürüşü) ve her şey yıkılıp ölecek ve kıyamet kopacak (nefha-i sâik=ölüm üfürüşü), ikincisinde de insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine koşacaklardır. İsrâfil’in sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman ise kesin olarak
bilinmemektedir.

Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri

Sözlükte “kalkmak, dikilmek, ayaklanmak” anlamlarına gelen kıyamet bir terim olarak, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok olan ve ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi demektir. Bu durumda kıyamet genel bir ölümden sonra genel bir dirilişi kapsamaktadır.
Kıyametin kopması, aklın imkânsız göreceği bir olay değildir. Çünkü evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan Allah’ın, evrendeki düzeni bozması, dolayısıyla bugün tabiatı düzenleyen kanunların alt üst olması akıl açısından mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyamet ile ilgili durumları açıklayan pek çok ayet vardır:

“İnsan kıyamet günü ne zamanmış? diye sorar. İşte göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman! O gün insan ‘kaçacak yer neresi?’ diyecektir. Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur” (el-Kıyâme 75/6-12).

“Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar” (el-İnfitâr 82/1-5).

Kur’an’da kıyamet günü; saat, vâkıa (kesin olarak meydana gelecek olan), et-tâmmetü’l-kübrâ (en büyük felâket ve belâ), hâkka (gerçek olan), gaşiye (şiddetiyle birden bire halkı saran), karia (kapıyı çalacak gerçek) gibi isimlerle de anılmıştır. Kıyamet günü önce müminlerin ruhları alınarak ahirete göçmeleri sağlanacak, böylece kıyamet, insanların kötüleri ve kâfirler üzerine kopacaktır.

 

Ahiretin Varlığının İspatı

Ahiret hayatının mahiyeti ve ahiretteki durumlar, duyular ötesi ve gayba ait konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla açıklanamaz. Bu konuda tek bilgi kaynağı vahiydir. Kur’an’da ve sahih hadislerde ne haber verilmişse onunla yetinilir. Bunun ötesinde aklî bir yoruma gidilemez. Çünkü ahiretteki durumlar dünyadakine benzemez. Aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Mesela “İsrafil sûra üfürecek, insanların amelleri tartılacak, herkesin defteri ortaya çıkacak” denildiği zaman, hatıra dünyada bilinen bir alet, bir terazi, kağıttan yapılmış bir defter gelmemelidir. Bunların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına inanılmalı, mahiyetleri konusunda ise yorum yapılmamalıdır. İslam dini ve kutsal kitabı, ahiret inancına büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur’an’da, hem Mekkî hem de Medenî sûrelerde, 100’den fazla terim veya deyim kullanılarak, ahiret inancı pekiştirilmiştir. Kur’an’da ahiret gününden bahsetmeyen hemen hiçbir sûre yoktur. Kur’an, ahiret fikrini, insanın düşünce ve kalbine bazen apaçık delillerle, bazen da örnekler vermek suretiyle yerleştirmeyi amaçlamıştır. Ahiret hayatından söz eden çok sayıdaki manası apaçık ayetler ile sahih hadisler ahiretin varlığını ispat eden, bu konuda şüpheye asla yer vermeyen nakli delillerdir.
Sağlıklı düşünebilen insan; aklı, kendisinde bulunan adalet, sorumluluk, ebedîlik ve sonsuzluk duygusu ile insanın başı boş ve amaçsız yaratılmadığı fikrinden hareketle, ahiret hayatının varlığını tabii bir şekilde kabul eder. Çeşitli Kur’an ayetleri bu hususlara açıklık getirmektedir:

  1. İnsandaki adalet duygusu, ahirete inanmayı zorunlu kılar. Biz, yüce Allah’ın mutlak ve sonsuz adaletine, inanırız. Bilindiği gibi bu dünyada herkes işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Ahirette ise durum böyle olmayacak, hiçbir şey gizli kalmayacak, hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak, iyileri de mükafatlandıracaktır. Şu ayet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilahî adalete uymayacağını ortaya koymaktadır: “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar? Allah gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez” (el-Casiye 45/21-22). İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesaplarının görüleceği o gün Kur’an’da “din günü, ceza ve mükafat günü” diye nitelendirilmiş, bu terimin geçtiği Fatiha sûresi beş vakit namazın her rek‘atında okunarak, ahiret inancı ve adalet duygusu sürekli canlı tutulmuştur.
  2. İnsandaki sorumluluk duygusu da ahirette inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar edenlerin ateşteki haline! Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız” (Sad 38/27-28).
  3. İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, ahirete inanmayı gerekli kılar. İnsanlık tarihi ile ilgili olarak, değişik alanlarda yapılan incelemeler, insanda bir ebedîlik ve sonsuzluk duygusunun varlığını göstermiştir. Vatanından ayrı kalmış fakat yurduna dönmek isteyen bir garip yolcu olduğu duygusu, insanda onu ebedî hayat inancına hazır tutan, yaratılıştan bir özelliktir. Bununla birlikte, dünya hayatına aşırı tutkunlukları yüzünden, ahiret inancına karşı çıkan ve bütün varlık gayelerini geçici dünya yaşantısına hapseden insanlar da olagelmiştir. Kur’an “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır, ölürüz ve yaşarız. Bizi tüketip bitiren ancak ve ancak zamandır” diyenlerin, gerçek bir bilgiye dayanmadıklarını ifade ederek, inkarcıları ve ahireti yalanlayanları mahkûm etmiş (el-Mü’minûn 23/33-37), bu konudaki ölümsüz gerçeği şöyle hatırlatmıştır: “De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır” (el-Casiye 45/26-27).
  4. İnsanın başıboş ve amaçsız yaratılmayışı da ahirete inanmayı gerektirir. Kur’an’da da ifade edildiği gibi insan boş yere ve amaçsız yaratılmamıştır. O, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde halife olmak, ancak kulluk etmek için yaratılmıştır. Öyleyse o bu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Getirirse ahirette karşılığını da görecektir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hakim ve hak olan Allah çok yücedir. O’ndan başka Tanrı yoktur. O, yüce Arş’ın sahibidir” (el-Mü’minûn 23/115-116).