“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilikde olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40)
Gerek iyilik, gerekse kötülük hiçbir zaman karşılıksız bırakılmaz. Bizler bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, kişinin yaptıklarından hesaba çekileceğini, iyilik yapanların sevap alıp akabinde cennete; kötülük yapanların ise günah kazanıp sonunda cehenneme gideceğine inanırız. Bu, ilahi adaletin bir gereğidir. Bir Müslüman için, ahiret gününe, ahiret gününde meydana gelecek hesap, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi olgulara inanmak imanın şartları arasında bulunmaktadır.
Nitekim yüce Allah’ın ilahi bir mahkemenin kurulacağına dair vaadi, Kur’an-ı Kerim’de muhtelif ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir: “O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/6-8) Yine bir diğer surede meydana gelecek manzara tasvir edilmekte ve şöyle buyrulmaktadır: “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı günde kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin (başkasıyla ilgilenmeyi düşündürmeyecek şekilde) kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese, 80/33-37) İlahi mahkemenin kurulacağı, burada kimsenin itiraz hakkının olmayacağına dair bir ayet ise şu şekildedir: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’, denilecektir.” (İsrâ, 17/13-14)
Bütün bu ayetlerden çıkarılacak sonuç şudur: Herkes yaptığının karşılığını bulacak ve ona göre mekanı tayin edilecektir. Öyleyse amellerimizle baş başa kalacağımız kesin olan bu günde, kimsenin kimseye faydasının dokunamayacağı ve bizi savunacak birilerinin bulunmadığı idrakiyle yaşamaya çalışalım. Belki bunlar ilk etapta bize hikmetini anlayamadığımız için bir an korkutucu gelebilir. Ancak işin aslı böyle değildir. Bir kez de bunun tam aksini farz edelim. Yani güçlü ve haksız olan kimsenin yaptığının yanına kar kaldığı, adaletin tahakkuk etmediği bir hayat tasavvur edelim.
Bu durumda mazlumların, mağdurların, haklı ama zayıfların, yetimlerin, boynu büküklerin hak ve hukuku ne olacak? Bu kişi dünyada nasıl teselli bulacak? O halde bir “hesap günü”nün varlığına inanmak, bize her şeyi daha düzgün, hakkaniyetli, ölçülü yapmamız gerektiğini hatırlatacaktır. Eğer bir yerde suyu getirenle testiyi kıran, çalışanla çalışmayan bir tutulur; iyilik yapanla, yapmayan fark etmez ise hayat çekilmez hale gelecektir. Şüphesiz iyilikle kötülük bir değildir. İşte Cenab-ı Hak da yukarıda metin ve mealini verdiğimiz ayette, iyilik yapanların sevabının kat kat verileceğini, iyilerin ödüllendirip karşılığını bulacaklarını haber vermektedir. Bir başka ayette de aynı konuya değinilerek, “Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Sonunda) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırmak, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırmak için ‘Allah, kim ne yaparsa kaydeder.” (Necm, 53/31) buyrulmaktadır. Çok az da olsa iyilik yapılmalı, basit gibi de gözükse günahtan kaçınılmalıdır. Günahın basit ve küçüklüğü değil, kime karşı işlendiğinin farkında olunmalıdır. Amel defterimizde ve kıyamet günü tartıya girecek hesabımızda bizim lehimize çıkacak iş, söz ve eylemlere ağırlık verelim. Kimseye zerre miktarı kadar bile olsa haksızlık yapmayalım. Kimsenin hak ve hukukunu ihlal etmeyelim. Allah hakkını ihmal ederek ebedi aleme gitmeyelim. Unutmayalım ki hesap çetin, yol uzundur. Bu safhada hatayı telafi etme imkanı da yoktur.
Kaynak: kuran.diyanet.gov.tr
“Allah Hakları Zayi Etmez” için bir yorum