Kuran Mucizeleri 5 Mekke’nin Fethi

mekke-01-800x450Peygamber Efendimiz, Medine’deyken gördüğü bir rüyasında, müminlerin güven içinde Mescid-i Haram’a girdiklerini ve Kabe’yi tavaf ettiklerini görmüş ve müminleri bu haberle müjdelemişti. Efendimiz müminlere bu müjdeyi verdiğinde, mevcut durumun tam aksini göstermesi bazı insanların Peygamber Efendimizin söylediklerine şüphe ile bakmalarına neden olmuştur. Çünkü müşrikler müminleri kesinlikle Mekke’ye sokmamakta kararlıydılar ve Medine’ye hicret eden müminler o zamandan beri Mekke’ye gidemiyorlardı.

Bunun üzerine  Allah, Peygamberimiz (s.a.v)’e katından bir destek olarak Fetih Suresi’nin 27. ayetini vahyetmiş ve rüyasının doğru olduğunu bildirmiştir.

“Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.” (Fetih,27)

Ayette Mekke’nin fethinden önce gerçekleşecek bir başka fetihten daha söz edilmiştir. Müslümanlar, önce Yahudilerin elinde bulunan Hayber Kalesi’ni fethetmişler, daha sonra da Mekke’ye girmişlerdir. Böylece Allah, Peygamber Efendimizin önceden haber verdiği müjdenin gerçek olduğunu göstermiştir.  İsra Suresi’nin 76. ayetinde ise, inkarcıların da Mekke’de kalamayacakları şöyle bildirilmiştir: “Seni o yerden (Mekke’den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı.”

Mekkenin fethinden iki sene sonra Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi inkarcılar Mekke’den çıkmışlardır. Göründüğü gibi Peygamberimiz (s.a.v) Allah’a güvenerek, insanların diyeceklerini hiç önemsemeden iman etmiş ve bunu insanlara açıklamıştır. Söylediklerinin yakın bir gelecekte gerçekleşmesi de Kuran-ı Kerim’in önemli bir mucizesidir.

Kur’an’ın Mûcize Oluşu

Kur’an, üslubu ve içeriği bakımından akıllara durgunluk veren, hayrette bırakan büyük ve ebedî bir mucizedir. Diğer peygamberlerin mucizeleri, dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gördüğü halde, Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecektir.

Kur’ân-ı Kerîm hem söz hem de mana yönünden mucizedir ve eşsizdir. Onun söz yönünden mûcize oluşu, Arap edebiyatının en üst noktada olduğu bir dönemde inmesine rağmen, Araplar’a kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş olması, onları bu konuda âciz bırakmasıdır: “De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler” (el-İsrâ 17/88).

shutterstock_260306585“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) çağırın. Bunu yapamazsanız –ki elbette yapamayacaksınız– yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının…” (el-Bakara 2/23-24). Kur’ân-ı Kerîm mana yönüyle de mûcizedir. Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmeyen bir kimse iken, Allah’tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur’an, en yüksek gerçekleri de kapsamaktadır. İster pozitif ister sosyal bilimler alanında, insanlığın asırlar sonra ulaştığı gerçekler, asırlar önce Kur’an tarafından haber verilmiş, hiçbir buluş, onun getirdiklerinin aksini ortaya koyamamıştır. Aksine bilimsel gelişmeler, Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Allah Hakları Zayi Etmez

“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilikde olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40)

Gerek iyilik, gerekse kötülük hiçbir zaman karşılıksız bırakılmaz. Bizler bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, kişinin yaptıklarından hesaba çekileceğini, iyilik yapanların sevap alıp akabinde cennete; kötülük yapanların ise günah kazanıp sonunda cehenneme gideceğine inanırız. Bu, ilahi adaletin bir gereğidir. Bir Müslüman için, ahiret gününe, ahiret gününde meydana gelecek hesap, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi olgulara inanmak imanın şartları arasında bulunmaktadır.

Nitekim yüce Allah’ın ilahi bir mahkemenin kurulacağına dair vaadi, Kur’an-ı Kerim’de muhtelif ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir: “O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/6-8) Yine bir diğer surede meydana gelecek manzara tasvir edilmekte ve şöyle buyrulmaktadır: “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı günde kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin (başkasıyla ilgilenmeyi düşündürmeyecek şekilde) kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese, 80/33-37) İlahi mahkemenin kurulacağı, burada kimsenin itiraz hakkının olmayacağına dair bir ayet ise şu şekildedir: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’, denilecektir.” (İsrâ, 17/13-14)

Bütün bu ayetlerden çıkarılacak sonuç şudur: Herkes yaptığının karşılığını bulacak ve ona göre mekanı tayin edilecektir. Öyleyse amellerimizle baş başa kalacağımız kesin olan bu günde, kimsenin kimseye faydasının dokunamayacağı ve bizi savunacak birilerinin bulunmadığı idrakiyle yaşamaya çalışalım. Belki bunlar ilk etapta bize hikmetini anlayamadığımız için bir an korkutucu gelebilir. Ancak işin aslı böyle değildir. Bir kez de bunun tam aksini farz edelim. Yani güçlü ve haksız olan kimsenin yaptığının yanına kar kaldığı, adaletin tahakkuk etmediği bir hayat tasavvur edelim.

Bu durumda mazlumların, mağdurların, haklı ama zayıfların, yetimlerin, boynu büküklerin hak ve hukuku ne olacak? Bu kişi dünyada nasıl teselli bulacak? O halde bir “hesap günü”nün varlığına inanmak, bize her şeyi daha düzgün, hakkaniyetli, ölçülü yapmamız gerektiğini hatırlatacaktır. Eğer bir yerde suyu getirenle testiyi kıran, çalışanla çalışmayan bir tutulur; iyilik yapanla, yapmayan fark etmez ise hayat çekilmez hale gelecektir. Şüphesiz iyilikle kötülük bir değildir. İşte Cenab-ı Hak da yukarıda metin ve mealini verdiğimiz ayette, iyilik yapanların sevabının kat kat verileceğini, iyilerin ödüllendirip karşılığını bulacaklarını haber vermektedir. Bir başka ayette de aynı konuya değinilerek, “Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Sonunda) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırmak, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırmak için ‘Allah, kim ne yaparsa kaydeder.” (Necm, 53/31) buyrulmaktadır. Çok az da olsa iyilik yapılmalı, basit gibi de gözükse günahtan kaçınılmalıdır. Günahın basit ve küçüklüğü değil, kime karşı işlendiğinin farkında olunmalıdır. Amel defterimizde ve kıyamet günü tartıya girecek hesabımızda bizim lehimize çıkacak iş, söz ve eylemlere ağırlık verelim. Kimseye zerre miktarı kadar bile olsa haksızlık yapmayalım. Kimsenin hak ve hukukunu ihlal etmeyelim. Allah hakkını ihmal ederek ebedi aleme gitmeyelim. Unutmayalım ki hesap çetin, yol uzundur. Bu safhada hatayı telafi etme imkanı da yoktur.

 

 

Kaynak: kuran.diyanet.gov.tr