Ölüm Temenni Edilmez!

Bir Müslüman, malında, vücudunda, eşi veya çocuğunda baş gösteren herhangi bir hastalık veya musibetten dolayı kesinlikle ölümü dileyemez ve ölmesi için Allah’a dua edemez.

Müslim’in Enes (r.a.)’dan naklettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

Uğradığı herhangi bir zarardan dolayı hiç biriniz asla ölümü temenni etmesin. Mutlaka temenni etmesi gerekirse şöyle dua etsin: “Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat; ölüm benim için hayırlı ise beni öldür!””

mezar

Yine Enes (r.a.)’dan: Efendimiz şöyle buyurmuştur:

Hiç biriniz ölüm istemesin. Eğer iyi bir kişi ise, belki iyiliği artar, kötü biri ise, belki tövbe edip günahlarından vazgeçer de ölmeden Allah’ın rızasını talep etmiş olur.” Alimler görüşlerinde: “Başımıza ölüm musibet gelmiş ise…” ayetinde ölümün musibet olduğunu beyan ederler. Çünkü ölüm bir halden diğer bir hale, bir yurttan diğer bir yurda göçüp gitmektir. Onun için O, büyük bir musibet ve büyük bir perişanlık olmuştur. Ondan daha büyüğü ise, ölümden gafil olmak, onu anmamak, onun hakkında az düşünmek ve gereken ameli terk etmektir. Alimler şu hususta fikir birliği yapmışlardır: Ölüm ibret alan için başlı başına bir tefekkürdür. Bir hadis-i şerifte şöyle geçer: “Eğer hayvanlar ölüm hakkında sizin bildiklerinizi bilselerdi (hepsi canlarına kıyarlardı da) siz onların semiz etini yiyemezdiniz.”

Şöyle anlatılır: Bir bedevi deve üstünde yolculuk yaparken, deve ansızın yere yığılıp ölmüş. Bedevi hemen inip devenin etrafında dolaşmaya bir taraftan da düşünüp şöyle demeye başlamış: “ Neden ayağa kalkmıyorsun? Neden kımıldamıyorsun? İşte organların mükemmel! Azaların sapasağlam! Neyin var? Seni taşıyan ne idi? Seni yaşatan ne idi? Seni yere seren nedir?” sonra devesini orada ölü olarak bırakıp gitmiş. Derin düşünceler içinde kalkarak oradan ayrılırken şu şiiri söylemiş:

“Ma’bud tarafından bir işaret geldi.

Hemen ayakları üstüne yığılıp kaldı.

Ölüm öyle bir atışta bulundu ki bir maktul gibi yere serdi.

Onu bırakması için ne çığlık atan sahibinin sesine kulak verdi.

Ve ne de yakarışların bir tesiri oldu.

Ölüm süvarisinin var gücüyle üzerine geldiğini görünce,

Ne kahramanlığı kaldı ve ne de meramı!

Zavallı fani, gördün mü ne ile karşılaştın?

Kişiliğin gitti, dilin tutulup konuşamadın.

İşte bu ellerin, bu da azaların.

Ne yazık ki kımıldayabilecek hiçbir yerin kalmadı.

Heyhat!”

Bu başımıza gelen, Ma’budun muhkem bir emri ve hükmüdür. Allah bir şeye hükmetti mi tam hükmeder. Yazık, eğer insan ölümün kadrini tam anlamı ile bilseydi, böyle bir musibetten gereği gibi ibret alsaydı, bu musibet hiç de sabredilmeyecek bir musibet olmazdı. Bu öyle gerçektir ki hepimiz ondan haberdarız deriz, fakat ne hazindir ki davranışlarımızla sanki onu anlamamış gibi bir görünüm içinde oluruz.

Hakim ve Tirmizi’den, Adem aleyhisselamın çocuğu öldüğü zaman şöyle dedi:

-Ey Havva, oğlum öldü.

Havva sordu:

-Ölüm nedir?

Adem cevapladı:

-Ölüm kişiyi, yiyemez, içemez, kalkamaz ve oturamaz yapar.

Havva ağladı. Adem devam etti:

-Sen ağlayabilirsin. Kızların da ağlayabilirler, fakat ben ve oğullarım ağlamayız.”

Ebu’d Derda (r.a) şöyle derdi: “Hiçbir mümin yoktur ki ölüm onun için hayırlı olmasın. Bana inanmayan lütfen şu ayeti okusun.”

Allah katındaki şeyler, iyi olanlar için daha hayırlıdır.” (Ali İmran,198)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s