Dinimizde Sabır

Sabır, olacak bir şeyi beklerken mevcut koşullara dayanabilme, kendini tutma, beklerken olumsuz düşünmeme anlamlarına gelir. Kısaca kendini tutma, tahammül, katlanma, dayanma gücü ya da dayanç olarak da ifade edilir.

Sabır üç çeşittir. En önemlisi günah işlememeye sabırdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

Sabır üç çeşittir:
•Belaya, musibete sabır,
•Din bilgilerini öğrenirken ve ibadetlerini yaparken sabır,
•Günah işlememek için sabır.

Belaya sabredene 300, ibadet yapmaya sabredene 600, günah işlememeye sabredene ise, 900 derece ihsan edilir.
Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel bir davranıştır. Sabır, Peygamber sünnetidir. Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız mümkün olmaz. Çünkü, “İman nedir?” diye sorulduğunda Peygamber efendimiz, “Sabırdır” buyurdu.

Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette Allahü Teala sabretmenin faziletini biz kullarına anlatmıştır. Yetmişten fazla yerde sabır ve sabredenlere verilecek sevaplar bildirilmiştir.

”Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.”

Bakara Suresi, 153. Ayet

Sabırlı olmayan muvaffak olamaz. Bir kimse başına gelen felaketlere sabretmezse devamlı huzursuz olur, doğru dürüst ibadet edemez. Kim Allah’tan korkarak sabrederse sıkıntılardan kurtulur. Sabreden muradına erer. Her hayra ski:\n“Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyenabırla ulaşılır.

“Hak Teala, sabırlı ve ihlaslı olanı, sorguya çekmeden cennete koyar.

Bazı sıkıntılar vardır ki, insanın irade gücünü aşar. Mesela yakınlarının veya kendi başına gelen felaketler ya da doğal afetler gibi. Bunlar insanın doğal yapısına uymayan olaylardır ve maddi yıkımlar yanında manevi yıkımlara da yol açabilir. Ya da bir savaş ortamı içinde karşı karşıya kalınabilecek yokluklar, işkenceler ve ölüm korkusu insanın irade gücünü yok edebilir. İşte bu gibi durumlarda insanın iradesini kaybetmesini önleyen, çektiği acılara rağmen Allah`a isyan etmeden mücadelesine devam edebilmesini ve ayakta kalabilmesini sağlayan güç, sabırdır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

“Kimde şu üç şey varsa, dünya ve ahiretin hayrına kavuşmuş demektir: Kazaya rıza, belaya sabır, rahatlıkta dua.”

Biri, “Ey Allah’ın Resulü, malım gitti, param gitti, vücudum hasta oldu” dedi.
Hz.Peygamber (sav) O’na buyurdu ki:

“Malı gitmeyen, parası bitmeyen ve hasta olmayanda hayır yoktur. Çünkü Allahü Teâlâ’nın sevdiği kul, belaya maruz kalır.”

Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü Teala, kimsenin hakkını kimsede koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat verir. sevgiliden -Allahü Teala ’dan-gelen her şeyi, gülerek, sevinerek karşılamak lazımdır. Ondan gelenlerin hepsi tatlı gelmelidir. Sevgilinin sert davranması, aşağılaması, ikram, ihsan ve yükseltmek gibi olmalıdır. Hatta, kendi nefsinin böyle isteklerinden daha tatlı olmalıdır. Seven böyle olmazsa, sevgisi tam olmaz. Hatta, seviyorum demesi, yalancılık olur.

Allahü Teala, Hadis-i Kudside buyuruyor ki:

“Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın.”

Bizim için mutlaka hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır. Allah’ın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış. Hükümdarlar tarafından zindana atılmış ama onlar daima sabretmişlerdir.

Her müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allah’tan sabır dilemek ve sabırlı olmaktır.

Allah’a Güvenmek

Allah’a güvenmek, Allah’ın rahmetine, hikmetine güvenip, sığınmak demektir. Dinimizde buna tevekkül denir.

Tevekkül Arapça bir kelimedir ve dilimizde de aynı şekilde kullanılır. Kelime olarak vekil kılmak ve başkasına havale etmek manasını taşır. Tevekkülün Şer-i manası ise; “Allah’tan başkasından ummamak, sadece O’na yönelmek, sırf Ona sığınmak, yapılacak işlerde ancak O’nun yardım edebileceğini bilmek, başka yardımcı ve güç tanımamak, O’nun dilediği şeyin olacağını bilmek, Allah’a dayanmak ve güvenmektir”, diğer bir ifadeyle kişinin herhangi bir işe karar kılmasıyla işe başlamadan önce Allah’a tevekkül etmesi yani O’na dayanıp O’nun yardımına güvenmesidir.

Allah’a güvenmek yani tevekkül etmek Allah’ın yüceliğinin bilincinde olmaktır. Böyle güzel bir hareket ise Allah katında çok değerlidir ve insana çok fazla yararı vardır.

Allah’a tevekkül ederken, hem bu dünyayı hem de öbür dünyayı göz önünde bulundurmalıyız.. Eğer hayatımızda bir problem meydana gelmişse yani bir sıkıntı varsa, karşılığında yüce Allah bize mutlaka sevap verir diyerek, sabretmemiz Allah’a güvenmemiz gerekir.

“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.”

Furkan, 58

Evrendeki olaylar bir düzen ve yasalar çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaktadır. İnsanlar akıl ve iradeleriyle sebepleri bulabilirler. İnsan evrende geçerli olan yasaları gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır, ondan sonra Allah’a güvenir. Bir çiftçi tohum ekmeden ürün elde edemez. Çiftçi tarlasını zamanda sürmeli, ekmeli, gübrelemeli ve sulamalıdır. Sonra da bol ve iyi ürün alabilmek için Allah’tan yardım dilemelidir. Çalışmadan başarıya ulaşılamaz. Bir öğrenci önce derslerin devam edecek, doğru, dürüst çalışacak, ödevlerini zamanda yapacaktır. Sonra Allah’tan yardım isteyerek başarılı olmasını dileyecektir. Kısaca gerçek anlamda tevekkül eden kimse işinin gereğini yapar ve sonucu Allah’tan bekler.

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”

Ali İmran, 160

Bütün varlığımızla Yüce Allah’a sığınmak mutlulukların ve huzurun en güzelidir. Allah’a güvenen bir kul, huzur ve güven içinde olur. Olaylar karşısında sabır, dayanıklılık kazanarak ümitsizliğe düşmez. Çünkü o, elinden gelen her şeyi yapmış, sonucunu ise tevekkül etmiş ve Allah’a bırakmıştır.

“Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. ”

Ali İmran, 159

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a tevekkül etmek ile ilgili pek çok ayet yer alır. Yukarıda verilen örnekler gibi ne zorlukla karşılaşmış olursak olalım, Allah’a dayanıp güvenmenin öneminden biz kullara söz edilmiştir.

Tevekkül eden kişi bilmelidir ki, o Allah’ı vekil kılmıştır ve Allah’tan başka vekil yoktur. Dolayısıyla tevekkül etmekle yapılabilecek en doğru ve akılcı hareketi yapmıştır. Allah’a dua edip, O’na yönelip, O’na tevekkül ettikten sonra endişe edilecek hiçbir şey yoktur. Allah, mutlaka ve mutlaka mümin için en hayırlı sonucu oluşturacaktır. Kuran’daki, “Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter” hükmüyle Allah müminlere bu güvenceyi vermektedir.

 

Gaybı Yalnız Allah Bilir

Fal denildiği zaman genel olarak akla gelen anlam, falın gelecekten haber verdiğine inanılmasıdır. İnsanların fala inanmaları ya da pek çok fal şeklinin olması insanların bilinmeze duydukları meraktan ileri gelir.

Eski çağlarda insanların cahiliyetini kullanan kimseler, gelecekten haber verdiğini söyleyerek onları kolayca kandırıyor ve paralarını alıyordu. Bu kimseler kimi zaman kahin kimi zaman falcı kimi zaman da büyücü ya da cadı olarak adlandırılıyorlardı.

İslamiyet, insanların zıvanadan çıktığı, batıl inançların asıl inanç yerini aldığı zamanlarda gönderilmiştir. Bilindiği gibi insanlar kendi yaptıkları nesnelere tapmakta ve onlardan medet ummaktaydı. Hz. Muhammed elçiliğinde insanlığa indirilen Kuran-ı Kerim ile kafalardaki soru işaretleri gitti. Çünkü Kuran-ı Kerimde:

ʺEy inananlar! Putlar, kumar, şarap, fal, şans okları şeytan işidir. Bunlardan uzak durun ki felaha erişiniz.ʺ

yazıyordu. Bunu gören ve İslamiyet’i kabul edenler ayetteki kötü alışkanlıklardan uzaklaştılar.

Evet, ayette bildirildiği üzere dinimizde fal bakmak ve baktırmak kesinlikle haramdır. Geleceği gördüğünü iddia eden kimselerin sözleri boştur. Hiçbir anlamı ve gerçekliği söz konusu değildir. Geleceği yalnızca Allah bilir.

“De ki: Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.”

Neml, 27/65

De ki: Size ‘Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum…”

En’âm, 6/50

“Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım…”

A’râf, 7/188

Kendilerine arraf yahut kahin denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Hz. Peygamber (s.a.s.) ağır bir dille kınamış hatta kafirlikle nitelemiş ve bu konuyu Peygamberimiz (a.s.m.) bir tek cümleyle ifade etmiştir.

“Kâhinler bir şey değildirler.”

Müslim, Selam 123

Kısacası ben Müslümanım diyen kişinin faldan uzak durması gerekmektedir. Fal bakan kimse insanları kandırdığı ve yalana sığındığı için büyük günah işlemiş olur. Fal baktıran kimse de söylenenlerden etkilenip, bir an bile olsa umuda kapılsa, haram işlemiş olur. Bununla ilgili bir hadis ise şöyledir:

“Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.”

Cebrail Aleyhisselamın, “Kıyamet ne zaman kopacaktır?sorusuna Peygamberimiz:

“Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir.” demiştir. En büyük gelecek olan kıyamet hakkında bu kadar net bir cevap vermiştir.

Gayb ve gelecek bilgisi Allah’ın elinde olduğuna göre, Allah’ın elçisi dahi Allah bildirmezse bilemeyeceğine, hiçbir İslam alimi de gayb ve gelecek hakkında konuşmayacağına göre, falcı ve her ne isim verilirse verilsin bu harama düşen kimselerin sözlerine inanmak katiyen doğru değildir.

“Geleceğini merak eden fallara değil, mezarlığa, baksın. Hepimizin geleceği işte orası…”

 

Allah’ın Sıfatları

Allah’ın (c.c) sıfatlarını tüm Müslümanların mutlak bilmesi gerekir. Tüm müslümanların Allah’ın kusursuz sıfatlar taşıdığına inanması da farzdır. Allah’ın on dört tane sıfatı bulunmaktadır. Bunlar ikiye  ayrılarak açıklanmaktadır. Allah’ın Zati sıfatları altı adet, Subuti sıfatları ise sekiz adettir.

Zati sıfatları, Allah’ın zatına mahsus olan sıfatlardır. Bu sıfatların hiçbir mahluk ile bağlantısı yoktur.

Sübuti sıfatları ise, mahluklarla bağlantılı olan sıfatlardır. Bunlardan, yaratmak sıfatı hariç, diğerlerinden kullarına da sınırlı olarak ihsan etmiştir. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Bunlar da, zati sıfatlar gibi ezelidirler. Onun diri olması, bilmesi, işitmesi, görmesi, kudreti, dilemesi ve söylemesi kullarınkine hiç benzemez, bunların sadece isimleri benzer. Onun zatını ve sıfatlarının hakikatini anlamak mümkün değildir.

Hiç bir mahluk, asla yaratıcısını anlayamaz, kavrayamaz.

Peygamber efendimiz:

Allahü Teâlâ’nın yarattıklarını düşününüz, O’nun zatını düşünmeyiniz. Çünkü siz O’nun kadrini takdir edemez, O’nu anlamaya güç yetiremezsiniz buyurmuştur.

Bir başka hadis-i şerifte de buyruldu ki:

Allahü Teâlâ, hatıra gelen her şeyden uzaktır.”

Allah’ın Zati Sıfatları

1-Vücûd: Allah vardır. Vacib-ül vücûddür. Yani varlığı lazımdır. Diğer varlıklar gibi kendisini var edecek bir başkasına ihtiyacı yoktur. Onun yok olduğu hiçbir an düşünülemez. Allah’ın varlığının ezeli olduğunu anlatan sıfatıdır.

2- Kıdem: Allah’ın varlığının evveli, başlangıcının olmadığını anlatan sıfatıdır.

3-Beka: Allah’ın varlığının sonsuz olmasını açıklayan sıfatıdır.

4-Vahdaniyyet: Allah’ın tek olduğunu, eşsiz ve benzersiz olduğunu açıklayan sıfatıdır.

5- Muhalefetün-lilhavadis: Allah’ın zatında ve sıfatlarında hiçbir mahlukun zat ve sıfatlarına benzemediğini açıklayan sıfatıdır.

6- Kıyâm bi-nefsihi: Allah mekana muhtaç değildir. Madde ve mekan yok iken O var idi. Zira her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kainatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zatı nasıl idi ise, sonsuz olarak, hep öyle olduğunu açıklayan sıfatıdır.

Allah’ın Subuti Sıfatları

1-Hayat: Allah’ın yaşadığını anlatan sıfattır. Ancak O’nun hayatı yaratılmışlarınkine benzemez ve sonsuz ve sınırsızdır.

2- İlm: Allah’ın her şeyi bildiğini anlatan sıfatıdır. Bilmesi mahlukatın bilmesi ile aynı manayı taşımaz. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.

3-Sem’: Allah’ın her şeyi duyması manasındaki sıfattır ve O’nun duyması yaratılmışların duyması gibi değildir. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.

4- Basar: Allah görür. Aletsiz ve şartsız görür. Göz ile görmek değildir. Allah’ın görmek için herhangi bir uzva ihtiyaç duymamasını anlatan sıfatıdır.

5- İrade: Allah dilediğini yaratır. Her şey O’nun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur. Allah’ın isteği ile her şeyin emele gelebileceğini anlatan sıfatıdır.

6- Kudret: Allah, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez. O’na kimsenin galip gelemeyeceğini anlatan sıfatıdır.

7- Kelam: Allah, söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir. Allah’ın hiçbir kelimeye, cihaza ve uzva gereksinim duymadığını anlatan sıfatıdır.

8-Tekvin: Evrendeki her şeyin şüphesiz yaratıcısı Allah’tır ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. Allah’tan başkası için yaratıcı dememelidir.

Allah’ın Sıfatlarını Açıklayan Ayetler

“O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı apaçıktır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir.” (Hadid Suresi 3. ayet.)

“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak Yüce ve Cömert olan Rabb’ımızın varlığı bâkîdir, ebedidir, son bulmaz.” (Rahman Suresi: 26-27. ayetler.)

“Ey Muhammed de ki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas Suresi)

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura Suresi: 11. ayet.)

“Ölümsüz, diri olan Allah’a güven, Onu özenerek tesbih et.” (Furkan Suresi, 58. ayet.)

“İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Al-i Imran Suresi, 23. ayet.)

“Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece OL demektir ve o hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40. ayet.)

Hiç kimse ve hiçbir şey Allah’ın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz.

 

Allah’a Şükretmek

Yüce Allah¸ insanı en güzel bir surette yaratmış¸ ona sayısız nimetler vermiştir. Allah’ın insanoğluna verdiği nimetleri saymaya kalksak sayıp bitiremeyiz. Masmavi denizler, yemyeşil ormanlar, rengarenk çiçekler, kelebeklerin kanatlarındaki muhteşem renkler ve desenler, kuşlar, birbirinden lezzetli ve faydalı meyveler, sebzeler ve bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok güzellik… İşte bunların hepsini yaratan, tüm evreni ve canlıları yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Allahtır. İnsan şuurlu olarak düşünürse, tüm bu güzelliklerin ve hoşuna giden her şeyin, aslında Allah`ın kendisine ikram ettiği birer nimet olduğunu fark edebilir. Allah¸ verdiği bu nimetler karşısında insandan öncelikle şükür istemektedir.

“ Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. “ (Nahl Suresi, 18)

Yüce Allah, Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” buyurmak suretiyle şükredenleri müjdelemektedir. Ancak bütün bu ihsana karşılık insanlar arasından pek az kimse nimetlerin Allah’tan olduğunu idrak ederek şükür içinde Allah’a ibadet etmektedir.

Şükür, yalnızca Allah’a sözlü hamd ile değil, Rabbimizin bahşettiği nimetleri O`nun yolunda kullanmakla da olur. Bazı insanlar şükretmek için kendilerine çok büyük ya da çok özel bir nimetin verilmesi gerektiğini düşünür. Oysa insanın her anının nimet içinde geçtiği çok açık bir gerçektir. Hayatı, sağlığı, beş duyusu, nefes aldığı hava, aklı ve bunlara benzer sayısız nimet kendisine her an kesintisiz bir şekilde sunulmaktadır.

Şükür¸ nimetlerin artmasına¸ isyan ve nankörlük ise¸ bu nimetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu itibarla nimetlerin artışı veya yok oluşu bir anlamda bizim tutum ve davranışlarımıza bağlıdır. Nitekim Yüce Mevlâ’mız Kur’an-ı Kerim’deAndolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir. buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmektedir.

Sevgili Peygamberimiz her konuda olduğu gibi şükürde de inananlara en güzel örnek olmuştur. Zira şükrün Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatında somutlaştığını çok güzel bir şekilde görmekteyiz.

Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği¸ geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olan Hz. Muhammed (s.a.v)¸ Allahu Teala’nın nimetlerine şükredebilmek için ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.
Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v) namaz kıldığı zaman ayakları patlayacak derecede ayakta dururdu. Hz. Aişe (r.a):
“Ey Allah’ın Resulü! Allah senin gelmiş-geçmiş bütün günahlarını sana bağışladığı halde neden böyle yapıyorsun?” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasulü: “Ey Aişe! Şükreden bir kul olmayayım mı? buyurdu.
Nitekim Peygamber Efendimizin¸ sabah akşam dilinden düşürmediği duası:Allah’ım¸ seni zikretmek¸ sana şükretmek ve güzel ibadet etmek için bana yardım eyle!” şeklindeydi.

Allah’ın nimetlerini düşünmek, hem Allah korkusunu ve Allah sevgisini arttırmak için bir vesile hem de Allah’ın cennette müminlere göstereceği mükemmel nimetleri düşünüp cennete özlem duymak için bir vesiledir. Etrafımızda gördüğümüz her şeye bu gözle bakmalı ve Allah`ın varlığını, büyüklüğünü ve gücünü aklımızdan asla çıkarmamalıyız. Aksi halde Allah`a karşı kibirlenen şeytandan hiçbir farkımız kalmaz.

 

Şükrün tam karşılığı küfürdür. Zaten Allahu Teala insanı imtihan için yaratmıştır. Allah, verdiği nimetlere karşı şükreden ve sıkıntılara karşı sabredenlere mükâfat verir. Buna ters hareket edip küfre girenleri de cezalandırır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)

 

Yüce Allah’ın kullarının şükrüne ihtiyacı yoktur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse¸ bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir¸ övülmeye lâyıktır.” O’nun ilâhlığı¸ yüceliği ve hâkimiyeti herhangi bir kimsenin şükrü veya küfrü ile ne bir derece yükselir ne de eksilir. O¸ bizzat kendisi her şeye hâkimdir.

Rabbimiz verdiği nimetlere hakkıyla şükreden ve ona yakın olan ihlaslı kullardan olmamızı nasip eylesin.