
“Biz sana apaçık bir fetih ve zafer sağladık.”
[el-Feth Suresi, 1]
a) Hudeybiye Muahedesinin Bozulması
Hudeybiye Barış Anlaşması, Müslümanlarla Kureyş arasında yapılmıştı. Anlaşma şartlarına göre, diğer Arap kabileleri, iki taraftan birinin himayesine girmekte, anlaşıp birleşmekte serbesttiler. Buna göre, Huzaa kabilesi, Müslümanların Beni Bekir (Bekir oğulları) kabilesi de Kureyş’in himayesine girmişti.
Hicretin 8’inci yılı Şaban ayında, Beni Bekir kabilesi, Peygamberimizin himayesinde bulunan Huzaa kabilesine ansızın bir gece baskını yaptı. Esasen iki kabile arasında öteden beri düşmanlık vardı. Bu baskında Beni Bekir, Kureyşten yardım ve teşvik görmüş, hatta İkrime, Safvan ve Süheyl. gibi ileri gelen bir kısım Kureyş gençleri baskında bizzat bulunmuşlardı. Baskın sonunda Huzaalılardan 23 kişi ölmüş, sağ kalanlar Harem-i Şerif’e sığınarak kurtulabilmişlerdi.
Bu olay üzerine Huzaalılar, 40 kişilik bir heyetle Medine’ye geldiler. Rasulullah (s.a.s.)’a durumu anlatıp yardımını istediler.
Huzaalılarla Müslümanlar arasında öteden beri dostluk vardı. Bu dostluğun temeli, İslam’dan öncesine kadar uzanıyordu. Bu sebeple Huzaalılar, Müslümanlarla ilgili, Mekke’de olup biten her şeyi Rasulullah (s.a.s.)’a gizlice bildirirlerdi. Hendek Savaşı hazırlığını da onlar haber vermişlerdi.
Huzaa kabilesine yapılanlardan, Rasulullah (s.a.s.) son derece üzüldü. Kendilerine yardım edeceğini va’detti. Kureyş’e derhal bir elçi göndererek:
Öldürülen Huzaalılardan diyetlerinin ödenmesini, veya
Beni Bekir Kabilesinin himayesinden vazgeçilmesini istedi.
İki şarttan biri kabul edilmediği takdirde, Hudeybiye Anlaşmasının bozulmuş sayılacağını, bildirdi.
Kureyşliler, ilk iki şartı kabul etmeyip Hudeybiye anlaşmasını bozduklarını bildirdiler. Daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı, böylece resmen de bozmuş oldular.
b) Kureyş’in Barışı Yenileme Teşebbüsü
Kureyşliler, bir müddet sonra hatalarını anladılar. Alaşmayı bozduklarına pişman oldular. Derhal anlaşmayı yenilemek ve barış süresini uzatmak üzere Ebu Süfyan’ı Medine’ye yolladılar.
Ebu Süfyan, Medine’de önce, Rasulullah (s.a.s.)’ın zevcelerinden kızı Ümmü Habibe’ye gitti. Oturacağı sırada, Ümmü Habibe minderi topladı. Halbuki evde üzerine oturulacak başka bir şey yoktu. Ebu Süfyan sordu:
– Kızım, minderi mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Kızı cevap verdi.:
– Bu, Rasulullah (s.a.s.)’e aittir. Sen ise müşriksin, pissin. Bu yüzden üzerine oturmanı istemedim.
Ebu Süfyan, daha sonra Rasulullah (s.a.s.)’e başvurdu. Olumlu bir sonuç alamadı. Başta Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer olmak üzere ashabın ileri gelenleriyle bir bir görüştü, barışın yenilenmesi için desteklerini istedi. Hz. Fatıma’yı ziyaret ederek O’ndan yardım bekledi. Fakat bütün gayretleri boşa çıktı; hiç bir netice elde edemedi. Eli boş dönmek istemiyordu. Hz. Ali’nin tavsiyesine uymaktan başka çare yoktu. Mescide geldi:
– Ey nas, ben her iki tarafı da himayeme alarak, Hudeybiye barışını yeniliyorum. Sanırım, kimse benim ahdimi bozmaz.. dedi. Fakat, kimseden cevap alamadı. Devesine bindi, ümitsiz olarak Mekke’nin yolunu tuttu. Bir işaretle bütün Mekke’yi harekete geçiren Ebu Süfyan, Medine’de kimseye sözünü dinletememiş, öz kızına bile meramını anlatamamıştı.
Dönüşünde olup bitenleri olduğu gibi Mekkelilere anlattı. Onun sözlerini dinleyenler:
– Yazık, sen hiç bir şey yapmamışsın. Bize barış haberi getirmedin ki, güven içinde olalım, Savaş haberi getirmedin ki, hazırlanalım. Ali seninle alay etmiş. Senin tek başına ilan ettiğin barış neye yarar. dediler.
c) Fetih Hazırlığı
Ebu Süfyan Mekke’ye döndükten sonra Rasulullah (s.a.s.)gizlice fetih hazırlığına başladı. Ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti. Ayrıca, Gıfar, Eslem, Eşca’ Müzeyne, Cüheyne, Süleym gibi, kendisine bağlı kabilelere haber salarak Ramazan’ın ilk günlerinde Medine’de toplanmalarını istedi.
Rasulullah (s.a.s.),Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Kureyş savunma için hazırlık yapar da karşı koyarsa, kan dökülürdü. Bu yüzden hazırlıklar son derece gizli tutuldu. Mekke ile Medine arasındaki bütün yollar kesildi. Bu vazife Huzaa kabilesine verildi. İki taraf arasında sanki kuş uçmuyordu. Bu arada dikkatlerin başka yöne çekilmesi için Necid tarafına bir de seriyye göndermişti.
d) Ebu Beltea oğlu Hatıb’ın Kureyş’e Yazdığı Mektup
Ancak ashabtan Ebu Beltea oğlu Hatıb, durumdan Kureyş’i haberdar etmek istemiş, bir mektup yazarak gizlice Mekke’ye göndermişti. Hz. Peygamber (s.a.s.), İlahi vahiy ile bunu öğrendi. Hemen Hz. Ali ile iki arkadaşını görevlendirdi.
– Hah bostanına kadar gidin, orada, mahfe içinde yolcu bir kadın bulacaksınız. Yanında bir mektup var, onu alıp getirin, buyurdu.
Kadın önce inkar etti fakat, “seni şimdi çırılçıplak soyar, her tarafını ararız”, deyince, çaresiz mektubu saçının hotozu arasından çıkardı.
Mektupta, Rasulullah (s.a.s.)’ın önüne durulamayacak bir ordu ile Mekke üzerine yürüyeceği bildiriliyordu. Herkes şaşırıp kaldı, çünkü Hatib’dan böyle bir şeyi kimse beklemiyordu. Rasulullah (s.a.s.) bir hey’et önünde Hatib’ı sorguya çekti.
– Ey Hatib, bu ne iş, niçin bunu yaptın, diye sordu. Hatib:
– Ya Rasulullah hakkımda karar vermekte acele etmeyin. Ben Kureyş’e anlaşarak bağlı bir kimseyim, fakat hiç bir zaman onların mahremi olmadım. Yanınızdaki muhacir kardeşlerimin, Mekke’de ailesini ve mallarını koruyacak yakınları var, benimse kimsem yok. Mekkelilerden nimetdarlar kazanarak ailemi korumak istemiştim. Bu işi dinimden dönmek için yapmadım, ben Müslüman olduktan sonra, kat’iyyen küfre razı olmam, diye kendini savundu. Hz. Ömer, dayanamayıp:
– Ya Rasulallah, izin ver de şu münafığın boynunu vurayım, demişti. Fakat, Rasulullah (s.a.s.) Hatib’ın suçunu bağışladı.
– Ya Ömer, Hatib Bedir Gazası’nda bulundu, ne bilirsin belki de Cenab-ı Hak Bedir ehline: “Bundan böyle istediğinizi yapın, sizi bağışladım” demiş olabilir, buyurdu.
Fakat bu olayla ilgili olarak:
“Ey inananlar, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar, size gelen hakkı tanımadıkları ve Rabbimiz olan Allah’a inandığınız için peygamberi de sizi de (yurdunuzdan) çıkardıkları halde onlara sevgi (mi) gösteriyorsunuz? Siz benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıkmışsanız, ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bildiğim halde, nasıl olur da onlara sevgi gösterirsiniz. İçinizden her kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur.” (el-Mümtehine Suresi, 1) anlamındaki ayet-i kerime indirilmiştir.
e) Mekke’ye Yürüyüş
Müslümanlığın temeli, “Tevhid İnancı” dır. Tevhid İnancı’nın, yeryüzünde en büyük abidesi, Mekke’deki Kabe’dir. Ancak bu kutsal yer, putlarla doldurulmuş, putperestliğin merkezi haline getirilmişti. İslam güneşi doğalı 20 yıl olmuştu. Artık, Mekke’nin şirkten kurtulması, Kabe’nin putlardan temizlenmesi gerekiyordu.
Rasulullah (s.a.s.), Hicretin 8’inci yılı, Ramazan’ın 10’uncu Pazartesi günü 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine’den çıktı. (1 Ocak 630) Yolda katılan birliklerle, ordunun sayısı daha sonra 12 bine yükselmişti. O gün Rasulullah (s.a.s.) ve ashabı oruçluydu. Yola çıktıktan sonra oruçlarını bozdular.
Rasulullah (s.a.s.)’ın amcası Abbas Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizleyerek Mekke’de müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke’deki haberleri gizlice Rasulullah (s.a.s.)’e ulaştırıyordu. Artık Mekke’de yapılacak iş kalmamıştı. Hicret için Mekke’den çıktı, fakat yarı yolda Fetih Ordusuyla karşılaştı. Eşyasını çocuklarıyla Medine’ye gönderip O da orduya katıldı. Rasulullah (s.a.s.) Abbas’ın gelişinden memnun oldu.
– Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen; diye iltifatta bulundu.
Mekke’ye bir konak (yaklaşık 16 km.) mesafede “Merru’z-zahran” denilen yerde karargah kuruldu. Rasulullah (s.a.s.), ortalık kararınca burada ordu mevcudunun sayısınca ateş yakılmasını emretti. Böylece, ordunun haşmetini Kureyş’e göstermek istiyordu.
Yollar iyice tutulduğu için, İslam ordusu Merru’zahran’a gelinceye kadar Mekkeliler hiç bir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ebu Süfyan durumu anlamak, Müslümanlar hakkında bilgi edinmek istiyordu. Yanına bir kaç kişi alarak, Mekke’den çıktı. Uzakta yanmakta olan ateşler, hacıların, Arafatta arefe gecesi yaktıkları ateşlere benziyordu. Merakla ateşlere doğru ilerledikleri sırada Rasulullah (s.a.s.)’ın muhafızları tarafından yakalanarak Peygamber Efendimizin huzuruna getirildiler, Rasulullah (s.a.s.)’a karşı en çok kin besleyen Mekke’nin resi Ebu Süfyan burada müslüman oldu. Artık Mekke fethedilmiş demekti. Belki hiç mukavemet görülmeyecekti. Hz. Abbas:
– Ya Rasulallah, Ebu Süfyan övünmeyi sever, iftihar edebileceği bir lütufta bulunsanız, demişti. Rasul-i Ekrem:
– Her kim Ebu Süfyan’ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerif’e girerse, emniyettedir. Ebu Süfyan bunu ilan etsin, buyurdu.(322) Daha dün, İslam düşmanlarının lideri olan kişi, bugün Rasulüllah’ın emirlerini tebliğ etmekle iftihar edecek, şeref kazanacaktı.
Merru’z-zahran’dan hareket edileceği sıra Rasulullah (s.a.s.) Hz. Abbas’a:
– Ebu Süfyan’ı yolun dar bir yerine götür, İslam ordusunun ihtişamını görsün, diye emretti.
Hz. Abbas, Ebu Süfyan’ı, ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu. Mücahidler sırayla alay alay Ebu Süfyan’ın önünden geçtikçe Ebu Süfyan’ın yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabile olduğunu soruyordu. Hz. Abbas:
– Bunlar Gıfar kabilesi, şunlar Cüheyne.. diye geçen kabileleri bir bir anlattıkça Ebu Süfyan:
– Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki , buraya kadar gelmişler, diye hayretini ifade ediyordu. Bir ara:
– Ya Abbas, kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş, dedi. Hz. Abbas:
– Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir, diye cevap verdi.
Nihayet, Ebu Süfyan’ın daha önce benzerini görmediği bir birlik geçti. Bunlar, ensardı. Başlarında Sa’d b. Ubade sancağı taşıyordu. Son gelen birlik, sayıca hepsinden azdı. Bu birlikte Rasulullah (s.a.s.) ile ensar ve muhacirlerden en yakın arkadaşları vardı. Rasulullah (s.a.s.)’in sancağını Avvam oğlu Zübeyr taşıyordu.
Ensar alayı, Uhud ve Hendek Savaşları’nda müşrik ordusunun başkomutanı Ebu Süfyan’ın önünden geçerken Sa’d b. Ubade:
– Ey Ebu Süfyan, bugün en büyük kıtal günüdür, bu gün Kabe’de kan dökmenin helal kılındığı gündür, demişti. Ebu Süfyan Sa’d’ın sözlerini Rasulullah (s.a.s.)’a nakletti. Hz. Rasulullah (s.a.s.):
– Sa’d yanlış söylemiş, bugün Cenab-ı Hakk’ın Kabe’yi yücelteceği gündür. Bugün Kabe’nin tevhid elbisesine bürüneceği gündür, buyurdu.(323) Sa’d’ın kan dökmesinden endişelendiği için, hemen Hz. Ali’yi gönderdi, ensar sancağının Sa’d’dan alınıp oğlu Kays’a verilmesini emretti.
Müslüman mücahidlerin geçit resmini baştan sona seyreden Ebu Süfyan, Mekke’nin tesliminden başka çare olmadığını anladı. Hz. Abbas’tan ayrılarak, hemen Mekke’ye döndü. Harem-i Şerif’e vardı. Heyecan içinde kendisini bekleyen Mekkelilere yüksek sesle hitabetti:
– Muhammed (s.a.s.) , karşı koymamıza imkan olmayan bir ordu ile geliyor:
1) Her kim Ebu Süfyan’ın evine gelirse emniyettedir.
2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa emniyettedir.
3) Her kim, Harem-i Şerif’e sığınırsa emniyettedir. Ey Kureyş, Müslüman olunki, selamet bulasınız…
Ebu Süfyan’ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar. Her gün Müslümanlığın aleyhinde bulunan bu adam, şimdi herkese “müslüman olun”, diyordu. Herkeste bir telaş başladı. Kimisi küfrediyor, kimisi bağırıp çağırıyor, kimi de mukavemet için hazırlanıyordu. Çoğunluk ise Ebu Süfyan’ın sözlerine uyup evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerif’te ve Ebu Süfyan’ın evinde toplandılar.
f) Mekke’ye Giriş (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)
Rasulullah (s.a.s.), Mekke’ye girmeden önce, “Zi Tuva” denilen yerde durdu. Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin gireceği yerleri tayin etti. “Sakın savaşa girmeyin, saldırıya uğrayıp mecbur kalmadıkça kan dökmeyin…” diye tenbihte bulundu.
Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi nasıl bir ihtişamla dönüyordu. Rasulullah (s.a.s.) devesinin üstünde bütün bunları düşünüyor, mağrur bir fatih gibi değil, son derece mütevazi bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış, tesbih, tehlil ve dua ile, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz lütuflarına şükrederek ilerliyordu.
Bütün birlikler, kan dökmeden Mekke’ye girdiler. Yalnızca Velid oğlu Halid’in komuta ettiği birlik tecavüze uğradı. Kureyş’in azılılarından Ümeyye oğlu Safvan, Amr oğlu Süheyl ve Ebu Cehil’in oğlu İkrime bir çete kurdular. Halid’in birliklerini Mekke’ye girerken ok yağmuruna tutarak iki müslümanı şehid ettiler. Bu durumda Halid, saldırganlar üzerine hücum ederek, bir hamlede onüç tanesini öldürdü, diğerleri dağılıp kaçtılar.
Rasulullah (s.a.s.) kan döküldüğünü duyunca üzüldü. Fakat, tecavüzün müşriklerden başladığını öğrenince:
– İlahi takdir böyleymiş, buyurdu.
Rasulullah (s.a.s.) çadırını Kinaneoğulları yurdunda “Hacun” denilen yerde kurdurdu. Mekke Devri’nin 7’inci yılında, Kureyş müşrikleriyle Kinaneoğulları burada küfr üzerine anlaşmışlardı. Bu anlaşma gereğince Müslümanlar üç yıl muhasara altında çok acı günler yaşamışlardı.
Rasulullah (s.a.s.) çadırında gusledip 8 rek’at “duha namazı” kıldı, sonra, devesine binerek, Kabe’ye geldi. Yol boyunca Fetih Suresi’ni okuduğu işitiliyordu.(326) Deve üzerinde, ihramsız olarak Kabe’yi tavaf etti. Elindeki ucu eğri değnekle hacer-i Esved’i istilam etti.
g) Kabe’nin Putlardan Temizlenmesi
Kabe etrafında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan “Hubel”, Kabe’nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kabe’nin etrafına ve içine yerleştirilmişlerdi. Rasulullah (s.a.s.) değnekle bunları itiyor, her birini bizzat deviriyordu. Putlar yıkılırken:
“Hak geldi, batıl yok oldu, esasen batıl yok olmaya mahkumdur.” “Hak geldi, artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir” diyordu.
Kabe’ye girmek için Rasulullah (s.a.s.) anahtarını istedi. Talha oğlu Osman anahtarı getirdi. “Emanettir Ya Rasulallah”, diyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)’e teslim etti. Kabe’nin içi de putlarla doluydu. Duvarlarına resimler asılmıştı. Rasulullah (s.a.s.)’ın emriyle Hz. Ömer bunları dışarı attı. Müşrikler, ilah diye taptıkları putların parçalanışını şaşkın şaşkın seyrettiler. Dünkü mabudlar bir anda moloz yığını haline gelmiş, çöplüklere atılmıştı. Sonra, Rasulullah (s.a.s.), yanına Üsame, Bilal ve Talha oğlu Osman’ı da alarak Kabe’ye girdi, kapının karşısındaki duvara doğru namaz kıldı.(330) Beyt-i Şerifi dolaşıp her tarafında tekbir getirdi. Uzunca bir müddet içeride kaldı. Bu sırada bütün Kureyş Harem-i Şerif’te toplanmış, sabırsızlıkla, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı.
h) Fetih Hutbesi ve Genel Af
Rasulullah (s.a.s.) Kabe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında sıralanmış olan Mekkelilere baktı. 20 yıl boyunca şahsına ve Müslümanlara ellerinden gelen her kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu adamların hayatı, şimdi O’nun iki dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı. Rasulullah (s.a.s.) 20 yıl boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra şöyle hitabetti.
“Allah’tan başka ilah yoktur, yalnız O vardır. O’nun eşi ve ortağı yoktur. O va’dine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. kuluna yardım etti, tek başına bütün düşmanları hezimete uğrattı.
İyi bilin ki bütün cahiliyet adetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki ayağımın altındadır. Yalnız, Kabe hizmetleriyle hacılara su dağıtma işi (hicabe ve sikaye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır.
Ey Kureyş Cemaati! Allah sizden cahiliyet gururunu, babalarla, soylarla büyüklenmeği giderdi. Bütün insanlar, Adem’dendir, (O’nun çocuklarıdır.) Adem de topraktan yaratılmıştır.”
Sonra şu anlamdaki ayet-i kerimeyi okudu.
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz diye değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah her halinizi bilir, O her şeyden haberdardır.” (Hucurat Suresi, 13)
Rasulullah (s.a.s.) Mescid-i Haram’ın geniş sahasını dolduran kalabalığı manalı bir bakışla süzdükten sonra:
– Ey Kureyş cemaati! Size şimdi nasıl bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:
– Hayır umuyoruz. Sen kerim bir kardeş, ali cenab bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler. Rasul-i Ekrem (s.a.s.):
– Ben de size Yusuf’un kardeşlerine söylediği gibi, “Bu gün size geçmişten dolayı azarlama yok.” (Yusuf Suresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz, buyurdu.
Böylece Rasulullah (s.a.s.) hepsini affetmişti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber (s.a.s.)’e neler yapmamışlardı. Müslümanları en korkunç işkencelere tabi tutmuşlar, akla hayale gelmedik eziyetler yapmışlardı. Şimdi başkaları olsa ne yapardı; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmıştır? Bu mukayese Rasulullah (s.a.s.)’in büyüklüğünü ortaya koymağa kafidir.
Bu hitabesinden sonra Rasulullah (s.a.s.) Mescid-i Haram’da oturdu. Sikaye (hacılara su ve zemzem dağıtma) hizmeti Abdülmuttaliboğullarındaydı. Bu hizmeti Hz. Abbas yapıyordu. Hicabe (Kabeyi açıp-kapama ve anahtarını taşıma) hizmetini ise Ebu Talha oğulları yapıyordu. Bu esnada Hz. Ali bu iki hizmetin Abdülmuttaliboğulları’nda birleştirilmesini istemişti. Fakat Rasulullah (s.a.s.) Osman b. Talha’yı çağırdı.
– Ya Osman, bugün iyilik ve ahde vefa günüdür, al işte anahtarın, buyurdu.
Öğle vakti, Hz. Bilal Kabe’nin üstüne çıktı. Güzel ve gür sesiyle ezana başladı. “Allahü Ekber” nidaları müşriklerin yüreklerini burkuyordu. Bu esnada, Ebu Süfyan, Esid oğlu Attab, Hişam oğlu Haris gibi Kureyşin ileri gelenlerinden birkaç kişi Kabe’nin avlusunda bir köşeye toplanmış konuşuyorlardı. İçlerinden Attab:
– Babam şanslı adammış, daha önce öldü de şu sesi işitmedi, dedi. Haris de:
– Şunun hak olduğunu bilsem, vallahi ben de icabet ederdim, diye konuştu. Ebu Süfyan ise:
– Ben bir şey söylemeyeceğim. Bir şey konuşsam şu çakılların bile dile gelip O’na haber vereceğinden korkuyorum, dedi.
Az sonra yanlarına Rasulullah (s.a.s.), aralarında konuştuklarını bir bir söyledi. Bunun üzerine:
– Konuştuklarımızı kimse duymamıştı. Biz şehadet ederiz ki, sen Allah’ın Rasulüsün, diye şehadet getirdiler.(333)
l) Mekke Halkının Biatı
Öğle namazından sonra, Rasulullah (s.a.s.) Safa tepesinin yüksekce bir yerinde oturdu. Önce erkeklerden, sonra da kadınlardan biat aldı. Erkekler, İslam ve cihad üzerine biat ettiler. Kadınlar ise aşağıda meali yazılı ayet-i celiledeki esaslara uyacaklarına dair biat ettiler.
“Ey Peygamber, mü’min kadınlar Allah’a hiçbir eş ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir bühtan uydurup getirmemek ve hiçbir güzel işte sana karşı gelmemek üzere sana biata geldiklerinde biatlarını kabul et, Onlara Allah’tan mağfiret dile, Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir.” (el-Mümtehine Suresi, 12)
Erkekler, Rasulullah (s.a.s.)’in elini tutup musafaha ederek biat ettiler. Kadınlar ise sözle ve Rasulullah (s.a.s.)’in bulunduğu su kabına ellerini batırarak biat ettiler. Rasulullah (s.a.s.) in eli, hiç bir zaman yabancı bir kadının eline değmemiştir.
j) Rasulullah (s.a.s.)’in Ensar’ın Endişesini Gidermesi
Fetihten sonra ensar kendi aralarında :
– Cenab-ı Hakk, Rasulüne doğup büyüdüğü vatanının fethini müyesser kıldı. Artık bizimle döner mi, yoksa buraya mı yerleşir, diye endişelerini belirtmişlerdi. Rasulullah (s.a.s.) bunu duyunca:
– Böyle bir şeyden Allah’a sığınırım. Ben memleketinize hicret ettim. Hayatınız, hayatım; ölümünüz ölümümdür, buyurdu. Ensarın endişelerini giderdi.
Kaynak: dinibil.com
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...