Duhan Suresi Faziletleri

Duhan Suresi, Kur’an-ı Kerim’in 44. suresidir. Mekke devrinin sonlarında indirildiğine inanılmakta olup 59 ayettir. Sure, adını 10. ayetinde geçen ve duman anlamına gelen duhan kelimesinden alır.

Kur’ân-ı Kerim, Allah tarafından Cebrâil (a.s) vasıtasıyla 23 senelik zaman dilimi içerisinde indirilmiş olan ve okunmasıyla tilavet olunan son mûciz kelâm’dır. Kur’an, Allah tarafından bize gönderilen son kitabın adıdır. Kur’ân, Allah tarafından, Cebrâil aracılığıyla kendisine dışarıdan bir müdahale olmadan indirilmiş, üzerinde herhangi bir kuşkuya yer bulunmayan son kutsal metindir. Gönderildiği toplumun dili dikkate alınarak Arapça olarak yirmi üç senelik bir zaman dilimi içerisinde peyderpey indirilmiş bir hikmet kaynağıdır. Onun bir benzeri bu güne kadar getirilememiştir ve bundan sonra da asla getirilemeyecektir.

Duhan Suresi’nin başlıca konusu, Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu gecenin önemi ve değeridir. Kur’an-ı Kerim’i gönderen Allah’ın birliği ve büyüklüğü, Firavun ve kavmi ile Tübba gibi geçmiş kavimlerin peygamberlere karşı takındıkları tavır ve peygamberlerin tevhid mücadelesi, peygamberlere inanmayanları dünyada ve ahirette bekleyen akıbet, kıyamet, yeniden dirilme, cennet ve cehennemden de bahsedilmiştir.

DUHAN SURESİ OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim

1.Hâ mîm.

2.Vel kitâbil mubîn(mubîni).

3.İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâraketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).
4.Fihâ yufraku kullu emrin hakîm(hakîmin).

5.Emren min indinâ innâ kunnâ mursilîn(mursilîne).

6.Rahmeten min rabbike, innehu huves semîul alîm(alîmu).

7.Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkinîn(mûkinîne).

8.Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumîtu, rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).

9.Bel hum fî şekkin yel’abûn(yel’abûne).

10.Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

11.Yagşân nâse, hâzâ azâbun elîm(elîmun).

12.Rabbenâkşif annâl azâbe innâ mu’minûn(mu’minûne).

13.Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

14.Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).

15.İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).

16.Yevme nebtışul batşetel kubrâ innâ muntekimûn(muntekimûne).

17.Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun).

18.En eddû ileyye ibâdallâhi, innî lekum resûlun emîn(emînun).

19.Ve en lâ ta’lû alâllâhi, innî âtîkum bi sultânin mubîn(mubînin).

20.Ve innî uztu bi rabbî ve rabbikum en tercumûni.

21.Ve in lem tu’minû lî fa’tezilûni.

22.Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucrimûn(mucrimûne).

23.Fe esri bi ibâdî leylen innekum muttebeûn(muttebeûne).

24.Vetrukil bahra rahvâ(rahven), innehum cundun mugrakûn(mugrakûne).

25.Kem terakû min cennâtin ve uyûn(uyûnin).

26.Ve zurûin ve makâmin kerîm(kerîmin).

27.Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn(fâkihîne).

28.Kezâlike ve evrasnâhâ kavmen âharîn(âharîne).

29.Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).

30.Ve lekad necceynâ benî isrâîle minel azâbil muhîn(muhîni).

31.Min fir’avn(fir’avne), innehu kâne âliyen minel musrifîn(musrifîne).

32.Ve lekadihternâhum alâ ilmin alâl âlemîn(âlemîne).

33.Ve âteynâhum minel âyâti mâ fîhi belâun mubîn(mubînun).

34.İnne hâulâi le yekûlûn(yekûlûne).

35.İn hiye illâ mevtetunâl ûlâ ve mâ nahnu bi munşerîn(munşerîne).

36.Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).

37.E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum kânû mucrimîn(mucrimîne).

38.Ve mâ halaknâs semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn(lâibîne).

39.Mâ halaknâhumâ illâ bil hakkı ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

40.İnne yevmel faslı mîkâtuhum ecmaîn(ecmaîne).

41.Yevme lâ yugnî mevlen an mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).

42.İllâ men rahimallâhu, innehu huvel azîzur rahîm(rahîmu).

43.İnne şeceratez zakkûm(zakkûmi).

44.Taâmul esîm(esîmi).

45.Kel muhli, yaglî fîl butûn(butûni).

46.Ke galyil hamîm(hamîmi).

47.Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm(cahîmi).

48.Summe subbû fevka ra’sihî min azâbil hamîm(hamîmi).

49.Zuk, inneke entel azîzul kerîm(kerîmu).

50.İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn(temterûne).

51.İnnel muttakîne fî makâmin emîn(emînin).

52.Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).

53.Yelbesûne min sundusin ve istebrakın mutekâbilîn(mutekâbilîne).

54.Kezâlike ve zevvecnâhum bi hûrin în(înin).

55.Yed’ûne fîhâ bi kulli fâkihetin âminîn(âminîne).

56.Lâ yezûkûne fîhâl mevte illâl mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).

57.Fadlen min rabbike zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

58.Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

59.Fertekib innehum murtekıbûn(murtekibûne)

DUHAN SURESİ TÜRKÇE MEALİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

1.Hâ Mîm.

2,3.Apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız.

4,5,6,7. Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

8.O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yaşatır, öldürür. O, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.

9.Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

10.Göğün açık bir dumangetireceği günü bekle.

11.(O duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.

12.İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.
13.Nerede onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.

14.Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Bu bir öğretilmiş, bu bir deli!” dediler.

15.Biz bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz.

16.Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız.

17.Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti.

18.O, şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.”

19.“Allah’a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum.”

20.“Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.”

21.“Bana inanmadınızsa benden uzak durun.”

22.Sonra Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi.

23.Allah da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.”

24.“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.

25.Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.

26.Nice ekinler, nice güzel konaklar!

27.Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!

28.İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.

29.Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.

30,31.Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.

32.Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
33.Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.

34,35. Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”

36.“Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”

37.Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba’kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi.

38.Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
39.Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.

40.Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.

41.O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.

42.Yalnız, Allah’ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.

43,44.Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.

45,46.O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.

47.(Allah, görevli meleklere şöyle der:) “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.”

48.“Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün.”

49.(Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”

50.“İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!”

51.Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler.

52.Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.

53.İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar.

54.İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

55.Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler.

56.Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından korumuştur.

57.Bunlar, Rabbinden bir lütuf olarak verilmiştir. İşte bu büyük başarıdır.

58.(Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.

59.Artık sen (onların başına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.

DUHAN SURESİ FAZİLETLERİ

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Her kim cuma gecesi Duhan Suresini, ona inanarak ve onun doğru olduğunu kabul ederek okursa, sabaha bağışlanmış olarak ulaşır.”

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Kim cuma gecesi Duhan Suresini okursa, o, sabaha bağışlanmış olarak ulaşır ve (ahirette) iri gözlü hurilerle evlendirilir!”

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Cuma akşamı Duhan Suresi’ni okuyanın geçmiş günahları bağışlanır.”

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Bir gece içerisinde Duhan Suresi’ni okuyanın geçmiş günahları affedilir.”

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Bir gece içerisinde (bir rivayette ise Cuma gecesinde) Duhan Suresi’ni okuyana sabaha kadar 70.000 melek istiğfar eder (okuyan kimsenin günahlarının affedilmesi için Allah’a dua ederler).”

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

“Her kim Duhan Suresi’ni Cuma günü yahut gecesi okursa, Allah’u Teala o kimse için cennette bir köşk bina eder.”

Bu sureyi her gün okuyan, kıyamet gününün korku ve dehşetinden korunur. Dünya hayatında da herkes tarafından sevilir.

Mahkemede kendisi hakkında yalancı şahitler tutulup, mahkum ettiririlmek istenen kişi, Duhan Suresi’nin 51-59. ayetlerini beyaz bir bez üzerine yazıp üzerinde taşımalıdır.

Hadisleri Kur’ân ile Ele Almak

Bir hadisi anlamaya çalışırken ve değerlendirirken göz önünde bulundurulacak ilkelerden birisi de, o hadisin Kur’an’la birlikte ele alınmasıdır. Hadiste ifade edilen hususlar, öncelikle Kur’an’m sarih/açık ayetleriyle veya geneliyle karşılaştırılır ve hadis, Kur’an’m bütünlüğü açısından ele alınır. Allah’tan gelen vahyi insanlara ulaştırmak için elçi seçilen Hz. Peygamber, hiç kuşkusuz Kur’an’ı en doğru biçimde anlayan ve ve uygulayan kişidir. Bu nedenle ilkesel olarak Kur’an ile hadisler arasında bir çelişki ve aykırılıktan söz edilemez. İmam-ı A’zam Ebü Hanîfe’nin ifadesiyle, “Allah’ın Resûlü, Allah’ın Kitabına muhalefet etmez; Allah’ın Kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resulü olamaz.”

Hadislerin Kuranla karşılaştırılması fikri, Hz. Peygamberin ve sahabenin ileri gelenlerinin bu yöndeki uygulamalarına dayanmaktadır. Rivayet edildiğine göre İbn Abbas bir gün Hz. Âişe’ye gelmiş ve Hz. Ömer’den naklen Hz. Peygamberin, “Allah, geride kalan yakınlarının arkasından ağlaması nedeniyle mümine azap eder.” buyurduğunu söylemişti. Bunun üzerine Hz. Âişe,  “Size Kur an yeter.” diyerek bu konuda Kuran’daki bilgileri de göz önünde bulundurmalarını tavsiye etmiş, ardından suçun şahsiliği ilkesine atıfta bulunan, “Hiçbir günahkar başka bir günahkarın günah yükünü yüklenmez.” mealindeki ayeti okuyarak ilgili hadisin eksik ve yanlış olarak nakledildiğini belirtmiştir.

Hadislerin Kuran’la karşılaştırılması ile kastedilen, her hadisin doğrudan Kuran’da bir teyidinin veya karşılığının bulunması değil. Kuranla karşılaştırılan hadisin Kuran’ın sarih ayetlerine yahut belirlediği ilkelere aykırı olmamasıdır. Ancak hadislerin Kur’an’la karşılaştırmasının yapılması ve uyumunun tespit edilmesi işlemi, bu konuda yeterli düzeyde bilgi birikimi gerektiren hassas bir iştir. Bu sebeple hadislerin Kuran ile karşılaştırılmasının uzmanlık gerektiren bir iş olduğu unutulmamalıdır.

Manevi Mucize Kur’an

Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk verecek
derecede büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin mûcizeleri
dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde,
Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecek bir mucizedir.

Hz. Peygamber bir hadislerinde “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mûcize verilmiş olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir” buyurmuştur (Buhârî, “İ‘tisâm”, 1).

Kur’ân-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mucizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslubu, şaşırtıcı nazmı (ifadesi, lafzı), fesahat ve belagatıyla onları aciz bırakmıştır. Ümmi olan Peygamber’in, Allah’tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur’an, en yüksek gerçekleri kapsamaktadır. Bilim ve tekniğin sonradan ulaştığı gerçekleri Kur’an asırlarca önceden haber vermiş, hiçbir buluş ve bilimsel gelişme, onun içeriği ile ters düşmemiştir.

Re’y ve İctihad

Re’y ve ictihad, en genel anlamıyla, asli iki delil olan Kur’an ve Sünnet’i, sayılan metotları ve benzerlerini kullanarak anlama, yorumlama ve metinle akıl ve toplum arasını buluşturma faaliyetidir.

Sözlükte “şahsi görüş, düşünce ve kanaat” manasına gelen re’y kelimesi fıkıh literatüründe “hakkında açık bir nas yani ayet veya hadis metni bulunmayan fıkhi bir konuda müctehidin belli metotlar uygulayarak ulaştığı şahsi görüş” anlamında kullanılan bir terimdir. İctihad sözlükte “zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda kişinin olanca gayreti göstermesi”, fıkıh ilminde ise “fakihin şer‘i-ameli bir meselenin hükmünü ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayreti sarf etmesi” anlamına gelir. Bu melekeye sahip olan kimseye müctehid denir. İlk dönemlerde fakih ve müftü de müctehidle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
Son ve evrensel ilahi din olan İslam’ın, farklı dönem ve bölgelerde insanoğlunun karşılaştığı problemlere genel veya özel çözüm getirebilmesi, insanı iyi, doğru ve güzele yönlendirebilmesi için Kitap ve Sünnet’in anlaşılması, yorumlanması ve sınırlı nasların sınırsız olaylara uzanması demek olan ictihad faaliyetine, hem dini bir vecibe hem de ameli bir zaruret olarak ihtiyaç vardır. Hz. Peygamber döneminden itibaren özellikle ilk birkaç asırda bu faaliyet ictihad, re’y, fıkıh istidlal, kıyas, istinbat gibi değişik isimlerle anılarak çok verimli bir şekilde sürdürülmüş, bunun sonunda hem ferdi ve toplumsal hayat kendi tabii seyrinde gelişerek devam etmiş, problemler çözüme kavuşturulmuş hem de müslüman toplumlarına has zengin bir hukuk kültürü oluşmuştur. İctihad ve re’y faaliyetinin yavaşladığı, donuklaştığı, dar kalıplar içerisine girip taklit ve ezberciliğin yaygınlaştığı ve mevcut sosyal şartlara uygun alternatif çözüm arayışlarına gidilmediği dönemlerde ise aynı ölçüde bir gelişmenin bulunmadığı görülür. Ayet ve hadislerde re’y ve ictihad faaliyetinin teşvik edildiği, Müslüman fert ve toplumlar için ictihadın hayati derecede önem taşıdığı bütün İslam alimlerince de sıklıkla ifade edildiği halde İslam dünyasında hicri IV. yüzyıldan sonra ictihad faaliyetinin gerileyip zayıfladığı ve ictihadın yerini taklidin almaya başladığı bilinmektedir. Bu durumun belli başlı amilleri arasında; siyasi baskı ve çekişmeler, ictihad kültür ve telakkisinin değişmesi, hazır fetvaların çoğalması, mezhepler etrafında meydana gelen kümeleşme, mezhep taassubu, yargı ve eğitim faaliyetinin belirli mezheplerin tekeline verilmesi, klasik literatürde yer alan mezhep görüşlerinin tarihi şartlarından koparılarak ele alınmaya ve dini ahkamın kendisi olarak algılanmaya başlanması gibi sebepler sayılabilir.

Bu sebeplerin bir kısmı, toplumda hukuki istikrar ve güven ortamını kurma, yargı birliğini sağlama, ameli ve pratik ihtiyaca cevap verme gibi toplumsal ve bireysel birtakım haklı sebeplere dayanmakta ve bu yüzden mezhepleşme kaçınılmaz görünmekte ise de, entelektüel seviyede bir ictihad faaliyetinin olmayışı İslam hukukunun vakıa ve toplumsal ihtiyaçla irtibatını zayıflatmış, onu teorik tutarlılıkla yetinmeye mahkûm etmiştir. Bununla birlikte İslam dünyasında geniş ölçekli sosyal ve siyasal değişimin yaşandığı, çözümsüz bırakılan problemlerin iyice çoğaldığı ve İslam kültür ve geleneğinin çok ciddi tehlikelere maruz kaldığı günümüzde ictihadın önemi yeniden hissedilmeye başlanmış, çeşitli kişi, kurum ve kuruluş tarafından bu yönde ümit verici örnekler sergilenmeye başlanmıştır.

Günümüzde müslümanların, gerek dinlerini daha iyi anlayıp dini ahkamı günlük hayatlarına ve canlı problemlerine intibak ettirebilmeleri gerekse kendileriyle ve dinleriyle uyum ve barış içinde yaşayabilmeleri için ictihad ve re’y faaliyetine eskiye göre daha çok ihtiyaçları vardır. Bunu yaparken de sağlam bir Kur’an ve hadis bilgisinin yanı sıra ilgili ayetler ve hadisler etrafında oluşan geleneksel fıkıh kültürünü, ayet ve hadislerin bütününü, genel ilke ve amaçlarını, toplumun değişen şart ve ihtiyaçlarını ayrı ayrı iyice kavramış olmaları gerekmektedir. Bu itibarla, günümüzde ictihadı bireysel bir çaba ve başarı olarak nitelendirmek yerine, değişik ilim dallarında uzmanlaşmış kimselerden oluşan bir ictihad şûrasının ortak faaliyeti olarak görmek daha isabetli görünmektedir. Öte yandan, günümüzde ictihad faaliyetinin amacı doğrudan bireye yol göstermek ve onun olaylar karşısındaki tavrını belirlemek değil de ibadetler ve ahval-i şahsiyye alanında fetva-ilmihal çizgisinde, diğer alanlarda ise kanunlaştırma hareketine katkıda bulunma ve alternatif görüş sunma şeklinde bir rol üstlenmek olmalıdır. İctihada kimlerin ehil olduğu ve ictihad faaliyeti sonunda ulaşılacak görüşün doğruluğu hususları kişi ve gruplara göre değişkenlik taşıdığı gibi, nasların açık hükmüne aykırı düşmeyen her bir içtihadın doğru olma ihtimali de teorik olarak eşittir. Bu sebeple de ictihad ürünü görüşlerin doktrin açısından isabet derecesinin tartışılması kadar toplumsal ihtiyaç ve beklentilere uygunluğu da ayrı bir önem taşımaya başlamıştır. Eski dönemlerde de ictihad ve fetvalar arasında benzeri pratik mülahazalarla bazı tercihlerin yapıldığı bilinmektedir. Böyle olunca toplumsal düzen ve hukuki istikrar için sözü edilen prosedürel ve pratik bir geçerlilik ve meşruiyet çizgisine ihtiyaç bulunmaktadır. Bundan hareketle, İslam hukuk doktrinindeki zengin tartışmalar ve görüş farklılıklarının, günümüzde yukarıda sözü edilen asli ve fer‘i deliller ve metotlar işletilerek buna ilave edilebilecek yeni yorum ve ictihadlarla birlikte, modern toplumların hukuki düzenlemeleri için yeni bir ufuk ve alternatif bir çözüm niteliği taşıdığı söylenebilir.

 

Hz. Muhammed’in İnancı

Peygamberimiz (s.a.v.) kamil, hakiki ve muvahhit bir mü’min/Müslüman idi. Son din İslamın ilk iman edeni idi. Kur’an’da, onunla ilgili olarak,

 6َ ِ ِم ْسل ُ اَّوَل ْ الم َ ا ُك َون َ ْنَ ِ لا ْ ُت ِر ام َوُ

“Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu” denilmiştir. (Zümer 39/12)

Kur’an’da “hakîki mü’min” kavramı geçmektedir:

 َ ُاتُه ْ I اي ِ م ْه عَلي َ ْت َ ي ِ ا تل َذ ُ ِ وا َ ْ قُل ُُوcم و ِجَل ْت ُ اOَ ُ َ ِر َذ ُ ا ذك ِ ِ َ ين ا ُ َون الَّذ ن ِ نَّ َp ْ المُ ْؤم ِ ا ِ َّ ـp وم ِ ُيم َون َّ الصIل َوة َ ِ َ ين يُق * الَّذ َ ََّكُل َون َو ْ يَت ِ م ّه ِ رَب ا وَعَ\ َ ً ْ اِ َيpن ُم ادْl َز َ ْ ِ م ّه ِ رَب َْد d ات عِ ن َ َج در َ ْ حًّق َُ ا Rم َ ُ َون ن ِ ُ ْ المُ ْؤم ِ َك ُ هم * اولIئ ُ ُق َون ِ ْف ْ يُن َ ُاهم َ َز ْقن ر d يم dق َ ك ِر ِ ْز ور ة َ dَ ِر َ ْغف َو

“Mü’minler ancak Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman (o âyetler), imanlarını artıran ve yalnız Rab’lerine güvenen kimselerdir. Onlar, namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar hakiki müminlerdir…” (Enfal 8/2-4)

Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamberlik öncesinde de asla putlara tapmamıştır. Peygamber olarak görevlendirildikten sonra insanları tevhide, gerçek imana davet etmiştir. Peygamberin davet ettiği ve Kur’an’da Allah’ın gerçek mü’min olarak nitelediği manada imana sahip olabilmek için; kesin bir şekilde iman edilmesi, imanda asla şüphe olmaması, Kur’an’ın ve Peygamberin haber verdiği şeylerin bütününe, azapla karşılaşılmadan, yeis haline düşülmeden önce iman edilmesi, imana şirk karıştırılmaması, iman esaslarının kalp ile tasdik edilmesi, ayetlerden yüz çevrilmemesi ve Allah ve Resulünün hükümlerine razı olunması, ayetlerin ve dini hükümlerin alay konusu edilmemesi (Kehf, 18/106) gerekir.