Esma-ül Hüsna”El-Vehhab”

EL-VEHHAB : Karşılıksız ve sebepsiz olarak bolca ihsan eden, ikram ve ihsanlarda bulunan anlamına gelir.Zikir sayısı 14‘tür. Zikir vakitleri ise sabah gün doğumu, ikindinin son vakti, akşam namazından bir saat sonraki vakit ve gece yarısından sonraki ilk vakitlerdir.

El-Vehhab Esmasının Faziletleri

Ya Vehhab ismini sürekli zikreden kişinin rızkı artar, maddi sıkıntılarından kurtulup, refaha erer.

Dua edilirken 7 defa zikredilirse duanın kabulüne vesile olur.

Bir kimse her beş vakit namazın farzından sonra yerinden kalkmadan 14 kere bu ismin zikrine devam ederse, yaşadığı sürece yokluk ve geçim sıkıntısı çekmez.

Maddi sıkıntısı olup, bu sıkıntıdan kurtulmak isteyen; Ya Vehhab ismini devamlı okumalıdır.

Her gün, güneş doğmadan önce 196 kere “Ya Vehhab celle celalühu” zikrine devam eden, geçim sıkıntısından kurtulur. Rızkı bollaşır, işleri kolaylaşır.

Duha namazından sonra secdeye gidip “Ya Vehhab” zikrine devam eden kimse dünyalık olarak istediği mal ve menfaate sahip olur.

El-Vehhab Esmasının Geçtiği Ayetler

“(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Ali İmran,8)

“Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?” (Sad,9)

“Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye layık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.” (Sad,35)

Hz. Muhammed(s.a.v)’in Ramazan Sünnetleri

Ramazan ayında dua okumak, namaz kılmak, zekat vermek ve oruç tutmak farzdır. Bu farzların dışında bir de Peygamber Efendimizin sünnetleri mevcuttur.

  1. Peygamber efendimiz her zaman akraba ve yaşlı ziyaretlerine önem vermiştir fakat özellikle Ramazan’da hasta ve yaşlılara yaptığı ziyaretleri artırdığı bilinir. Ayrıca kendi yaptığı ziyaretlerin yanında diğer müminleri de akraba ziyaretlerine teşvik ederdi.
  2. Ümmetine zekat konularında tavsiyelerde bulunur,fakirlerin ihtiyaçlarının giderilmesini sağlardı.
  3. Her zaman olduğu gibi Ramazan ayında da bol bol Kur’an-ı Kerim okurdu.
  4. Tek başına ya da cemaatle birlikte teravih namazı kılardı.
  5. Sahur ve iftarda karnını çok doyurmaz, genelde hurma yeyip su içer,sahura mutlaka kalkardı. Sahurla ilgili bir hadisinde “Sahura kalkmak aynı zamanda o günkü Ramazan orucuna niyettir.” buyurmuştur.
  6. Ramazanın son on gününde dünya ile alakasını keser ve camiye giderek kendini ibadete verirdi.Hazret-i Aişe (r.a) rivayetlerine göre “Efendimiz (s.a.v) vefat edene kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girmiştir. Vefatından sonra eşleri itikafa girmeye devam ettiler.”

 

Dünya ve Ahiret Dengesi

Osman Bin Mazun(İslam dininin ortaya çıkmasından sonra ilk Müslüman olan 13. kişidir.), Medine’de mistik bir dini hayata yöneldiği zamanlar kendisi gibi düşünen bir grup insanla bir araya gelerek bekar olanlar evlenmeyecekler, evlenmiş olanlar dünyaya dalmayacaklar, bütün gece namaz kılacaklar, bütün gün oruç tutacak diye karar aldılar. Aldıkları bu karardan sonra geceleri hep ibadetle, gündüzleri de hep oruçla geçiriyorlardı. Bu sebepten dolayı evlerini de ihmal ettiklerinden aileleri de zor vaziyette kalıyorlardı.

Bir gün Osman’ın hanımı Havle, Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in hanımlarına Osman’ın bu halini anlattı. Durumu öğrenen Efendimiz hemen Osman’ın bu anlayışına müdahale etti:

“Osman” dedi, “sizin içinizde Allah’ın emirlerini en çok yerine getiren kimdir?”

“ Sensin ya Resulullah”, dedi Osman. Efendimiz, bunun üzerine;

“Öyle ise, ben geceleri namaz kılıyorum ama uyuyorum da. Gündüzleri oruç da tutuyorum; ama yiyorum da. Aile hayatımı yaşıyorum, ama onları ihmal etmiyorum da. Yani hem dünyama çalışıyorum; hem de ahiretime. Sizin her şeyi terk edip de kendinizi yalnızca ahirete yöneltmeniz benim tebliğ ettiğim dinde yoktur.” buyurdu ve ikazını şöyle bağladı:

“Osman, senin üzerinde ailenin hakkı vardır. Nefsinin de, çocuklarının da. Her hak sahibine haklarını vermeye mecbursun!”

Ashab arasında duyulan bu ikaz, herkesin kendini toplamasını sağlamıştı. Her aile reisinin üzerinde, ailesinin, nefsinin ve çocuklarının hakkı vardır. Her hak sahibine haklarını vermeye mecburdur.

Münafikun Suresi

Medine döneminde nazil olmuştur. 11 ayettir. Sure, adını münâfıklardan bahseden konusundan ve ilk ayetinde geçen aynı kelimeden almıştır.

Surede ağırlıklı olarak, iman ettiklerini söyledikleri için mMüslüman muamelesi gören ve onlarla iç içe yaşayan ama gerçekte inanmayan ve müminler aleyhine çalışmalar yapan münafıklar hakkında önemli bilgi ve tasvirlere yer verilmekte, onların görünüşlerine aldanmamaları ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık davranmaları konusunda Müslümanlar uyarılmakta, münafıkların bu tutumlarına devam etmelerinin kendilerinin aleyhine olacağı yönünde dolaylı bir ikazda bulunulmakta; son ayetlerde müminlere, hiçbir gerekçenin Allah’ı unutmayı ve sahip olduğu imkanları başkalarıyla paylaşmamakta direnmeyi haklı kılmayacağı hatırlatılmaktadır.

Münafıkun Suresi Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim

1. İza caekelmunafikune kalu neşhedu inneke leresulullahi vallahu ya’lemu inneke leresulullahi vallahu yeşhedu innelmunafikıyne lekazibune.

2. İttehazu eymanehum cunneten fesaddu ‘ansebiylillahi innehum sae ma kanu ya’melune.

3. Zalike biennehum amenu summe keferu fetubi’a ‘ala kulubihim fehum la yefkahune.

4. Ve iza reeytehum tu’cibuke ecsamuhum ve in yekulu tesma’ likavlihim keennehum huşubun musennedetun yahsebune kulle sayhatin ‘aleyhim humul’aduvvu fahzerhum katelehumullahu enna yu’fekune.

5. Ve iza kıyle lehum te’alev yestağfir lekum resulullahi levvev ruusehum ve reeytehum yesuddune ve hum mustekbirune.

6. Sevun ‘aleyhim estağferte lehum em lem testağfir lehum len yağfirallahu lehum innallahe la yehdiylkavmelfasikıyne.

7. Humulleziyne yekulune la tunfiku ‘ala men ‘ınde resulillahi hatta yenfaddu ve lillahi hazainussemavati vel’ardı ve lakinnelmunafikıyne la yefkahune.

8. Yekulune lein reca’na ilelmediyneti leyuhricennel’e’azzu minhel’ezelle ve lillahil’ızzetu ve liresulihi ve lilmu’miniyne ve lakinnelmunafikıyne la ya’lemune.

9. Ya eyyuhelleziyne amenu la tulhikum emvalukum ve la evladukum ‘an zikrillahi ve men yef’al zalike feulaike humulhasirune.

10. Ve enfiku mimma rezaknakum min kabli en ye’tiye ehadekumulmevtu feyekule rabbi lev la ahharteniy ila ecelin kariybin feassaddeka ve ekun minessalihıyne.

11. Ve len yuahhırallahu nefsen iza cae eceluha vallahu habiyrun bima ta’melune.

Münafikun Suresi Türkçe Meali

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

1. (Resûlüm!) Münafıklar (imanlarında samimi olmayan, içlerinden sana ve İslâm’a düşman olanlar) sana geldiği zaman: “Şehadet ederiz ki sen elbette Allah’ın Resûlü’sün.” derler. Allah da biliyor ki kesinlikle sen, elbette kendisinin Resûlü’sün. (Bununla beraber) Allah (yine) şehadet eder ki o münafıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.

2. Onlar yeminlerini (ve sözde imanlarını, canlarına ve mallarına) bir kalkan edinip (insanları) Allah’ın yolundan (çeşitli planlarla) alıkoyarlar. Doğrusu yapmakta oldukları (ikiyüzlüce) şeyler ne kötüdür!

3. Bu, onların (dilleriyle) iman edip sonra (kalpleriyle) inkar etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür vuruldu. Artık onlar (gerçeği) anlamazlar.

4. Onları gördüğün zaman, cisimleri (kalıp ve kıyafetleri) hoşuna gider. Eğer (dünyalık söz) söylerlerse, sözlerini dinler (yaldızlı vaadlere kanar)sın. (Ama) sanki onlar (elbise giydirilip) yaslanan keresteler gibidir. Her (İslâm’a ait bir toplantı ve) seslenişi, (korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar, (İslâm’a ve müslümanlara) asıl düşman onlardır. Onlardan sakın(ın). Allah kahretsin onları! Nasıl da (hakikatten aldatılıp) döndürülüyorlar.

5. Onlara: “Gelin, Allah’ın Resûlü(’nden özür dileyin ki o da) sizin için mağfiret dilesin.” denildiği zaman, başlarını döndürdüklerini ve (özür dilemeyi) kibirlerine yediremedikleri için yüz çevirdiklerini görürsün.

6. Onlar için mağfiret dilesen de mağfiret dilemesen de durum değişmez. Allah onları asla bağışlamaz. Şüphesiz ki Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.
7. Onlar öyle kimselerdir ki: “Allah’ın Resûlü’nün yanındaki (fakir muhacir)lere nafaka vermeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar. (Peygamber, Benî Mustalik gazvesinde iken, Müreysî suyunun başındaki su sırası yüzünden muhacirlere edepsizce dil uzatan münâfıklar:

8. “Eğer Medine’ye bir dönersek, andolsun ki üstün olan(ımız), zayıf ve düşük olan (sizler)i oradan çıkaracaktır.” diyorlar. Halbuki (asıl) şeref ve üstünlük, ancak Allah’a, Resûlü’ne ve mü’minlere mahsustur. Fakat münafıklar bilmezler. (Çünkü onlar, imanlarında samimi değillerdir.)
(Mekke’de müşrikler, Medine’de münafıklar, görünürdeki veya içlerindeki putları terk ederek gereği gibi Allah’a inanıp Hz. Muhammed’i ve onun Allah’tan getirdiği İslâm’ı içlerine sindiremediklerinden, önceki surelerde geçtiği üzere Hz. Peygamber’i ve mü’minleri daima küçük, potansiyel suçlu ve ülkenin sosyalitesini bozanlar olarak gördükleri için çeşitli baskı ve eziyetlere başvurmuşlar ve yurtlarından çıkartmak istemişlerdir. Ama Allah’ın da bir planı, programı olduğunu düşünememişlerdir.)

9. Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden (ibadet ve itaatinden) oyalayıp alıkoymasın. Kim bunu yaparsa (onlar yüzünden Allah’ın zikrinden/kulluk görevlerinden gaflet ederse) işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

10. Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar (öldürmeyip) ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın.

11. (Bilin ki) Allah, hiçbir canı, eceli geldiği zaman, asla geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.

“Kim Münâfikun suresini okursa, nifâktan kurtulur.

Kabeyi Görünce Yapılan Dua

 

Gaziantepli’iydi. Yalnızdı. Kocası öleli epeyce olmuştu. Çocukluğunda köyün hocasından öğrendiği kadarıyla namazını kılıyor, hiçbir vakti kaçırmıyordu. Altmış yaşlarında falan olmalıydı. Rahmetli annesi  çeşme yapıldığı sene doğduğunu söylerdi. Babasını hiç hatırlamıyordu. O küçük  iken ölmüştü. Oğlu yoktu. Altı kızı vardı. Onlar da evlenmişti.  Kocasından kalan beş altı parça tarlayı paylaşabilmek için damatlarının birbirlerine ettikleri, onu çok üzmüştü.

Eşiyle beraber oturduğu yıkık dökük evde artık tek başına yaşıyordu. Herkes kendi işiyle meşgul olduğundan, bayramda seyranda gelip gidenlerin dışında pek arayıp soran olmuyordu. Kızları da hâliyle el yanındaydı. Bu yüzden onların yanında zaten kalamazdı. Onlar da çoluğa çocuğa karışmışlardı. Ne kadar isteseler de pek gelemiyorlardı. Yalnızdı.

Daima ilk şafaktan önce horozlar ötmeye başladığında kalkardı. Zaten en çok hoşlandığı şey, şafak sökmeden kalkıp namaz kılmaktı. Zaten sık sık oruç tuttuğu için sahura kalkardı. Kendi elleriyle kurduğu zeytinler ise en çok hoşlandığı yiyecekti. Cenab-ı Allah’ın, hiç kimsenin sesini duymadığı zamanlarda sesini duyacağını, hiç kimsenin yanında olmadığı zamanlarda yanında olacağını, hiç kimsenin imdadına yetişemeyeceği zamanlarda imdadına yetişeceğini çok iyi biliyor ve O’na güveniyordu.

fiunun bunun işine giderek kendi el emeğiyle kazandığı üç beş kuruştan yıllardır tasarruf ediyor, belki bir gün mübarek yolculuk nasip olur diye, yapabildiği kadarıyla her ay, şehre inenlere beş on dolar ısmarlıyor, bunları yastığının altında biriktiriyordu.

Rüyasında Kâbe’yi görmüştü. Çok uzaklarda gibiydi. Fakat ilginç bir şekilde Kâbe’den çıkan bir ışık huzmesi, dağların taşların üzerinden uzanarak, ta ona kadar ulaşmış ve onu âdeta bulutların üzerinden uçuruyormuş gibi alıp götürürken uyanmıştı. Müthiş heyecanlanmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Acaba bu rüyasını birilerine anlatsa mıydı, yoksa anlatmasa mıydı. Kararsızdı.

O gün, işine gittiği adamın hanımı, hac kayıtlarının başladığını ve hacca yazılacaklarını söyleyince, kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. O kadar heyecanlanmıştı ki, ‘ben de sizinle gelip yazılabilir miyim?’ diye sordu, evin hanımına. O da ‘Tabi’ dedi. Onlarla birlikte şehre inip müftülüğe gidip hacca yazıldı.  Nihayet beklenen gün gelip çattı. Havaalanına gittiler. Hayatında ilk defa uçak görüyordu. Fakat bütün bunlar onu hiç ilgilendirmiyordu. Onun kafasında hep Kâbe vardı. Uçak nasıl kalktı nasıl indi, hava limanından nasıl ayrıldılar? Bütün bunlarla pek ilgisi olmadı. Uçakta olsun, otobüsle giderken olsun, hep birlikte söylenen telbiyeye sesini yükseltmeden, fakat bütün içtenliğiyle eşlik ediyordu.

Din görevlisinin, Mekke-i Mükerreme’ye girerken yaptırdığı duaya, yürekten  ‘Amin!’ dedi.  Eşyalarını kalacakları yere koyduktan ve abdest aldıktan sonra Kâbe’ye gitmek üzere çıktılar. Çok heyecanlıydı. Kafasında hep Kâbe’yi görünce yapacağı ilk dua vardı. Çünkü din görevlisi, Kâbe’yi görünce içten yapılacak ilk duanın geri çevrilmeyeceğini söylemişti. Buna öylesine inanmıştı ki, kafasında hep yapacağı o dua vardı. Ne istemeliydi?

Kafileyle birlikte yürüyordu. Yürümek ne kelime, âdeta uçuyordu. Ne aralarından geçtikleri  büyük büyük oteller, ne etrafında iki tarafa akan mahşeri kalabalık onu ilgilendiriyordu. Kafilenin okuduğu telbiyeye büyük bir içtenlikle, sessizce eşlik ediyor ve yürüyordu. Âdeta hedefe kilitlenmiş gibiydi.

Nihayet Harem-i fierif’e girdiler. Bir yığın direğin arasından geçtiler ve o an…Bir anda Kâbe’yi görüverdi. İnanılmaz bir heyecan yaşıyordu. Allah kendisine Kâbe’yi görmeyi nasip etmişti. Yıllardır beklediği, hayalini kurduğu ve özlemini çektiği tablo gerçek olmuştu. İçi içine sığmıyordu. Bunun gerçekleşmiş olduğuna bir türlü inanamıyordu. Beytullah karşısındaydı. O kadar güzeldi ki… Etrafında tavaf yapan insanlarla birlikte gördüğü manzara o kadar hoşuna gitti ki, o anda oradan hiç ayrılmamak geçti içinden. Hep orada bulunmak ve hiç ayrılmamak… Gözlerine hücum eden sevinç göz yaşlarına bir türlü hakim olamıyordu. Ve ağzından o ilk dua cümleleri dökülüverdi: ‘Allah’ım emanetini burada al. Sana burada kavuşayım.’ Hocanın yaptırdığı duaya da ‘Amin’ dedi. Sonra hoca tavafa niyet ettirdi ve tavafa başladılar.

Tavaf yapan kalabalığın arasında kendi dünyasındaydı. Bu kalabalığın içinde, gözü Kâbe’de olduğu hâlde yörüngeye girmiş ve âdeta kendi kontrolü kendi elinden çıkmıştı, kendiliğinden gidiyor gibiydi. Sanki bu yürüyüşünde kendisinin hiçbir etkisi yoktu. Hayatında hiç bu kadar heyecanlanmamıştı. Bulutların üstünde yürüyor gibiydi. Kâbe’nin etrafındaki kaçıncı dönüşündeyken bilmiyoruz, başı dönmeye başladı. Düşecek gibi oldu. Yanındaki kadının koluna tutunarak ayakta durabiliyordu. Hoca durumu fark edince, onu tavaf alanının dışına çıkararak, metafın dışındaki ilk merdivenlere oturttu ona ‘Biraz dinlen, sonra ben gelir, tavafını tamamlattırırım’ dedi ve yanına kafiledeki kadınlardan birini bırakarak ayrıldı.

fiimdi artık bu vaziyette, doya doya Kâbe’ye bakıyordu. Gözünü ondan hiç ayırmıyordu. Yanındaki kadın orada bulunan zemzem kaplarından su doldurup geldi. Zemzemi ona veren kadın, bir an zemzem bardağının elinden düştüğünü gördü. Başı kadının kucağına düşüverdi. Gözleri Kâbe’ye kilitlenmiş kalmıştı…

Yanındaki kadının telâşını görenler, sağlık görevlilerine haber verdiler. Bir sedyeye koyup Harem’in sağlık merkezine götürürlerken yanındaki kadın, son olarak Kâbe’yi gören gözlerini kapattı. Böylece bu göz kapakları, bir daha dünyaya açılmamak üzere kapandı. Gaziantep’in kırmızı topraklarında çalışarak, kendi el emeğiyle kazandığı helâl paralarla Kâbe’ye taşınan bu yorgun beden, bir ambulansa konarak Diyanet Mesfele Üçüncü Bölge bürosunun önüne götürüldü ve cenaze namazına katılmak isteyen kafile arkadaşlarına haber verildi. Mekke-i Mükerreme’de defnedilmek üzere ambulans hareket etti. Yıl 1995.

Dr. Ekrem Keleş

Din işleri Yüksek Kurulu Uzmanı

(Diyanet Aylık Dergi,Ocak 2005)