İlahi Kitaplar

Suhuf
Sahife kelimesinin çoğulu olan suhuf, dar bir çevrede, küçük topluluklara, ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen birkaç sayfadan oluşmuş küçük kitap ve risalelere denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhim ve Musa’ya indirilen sayfalardan bahseden iki ayet vardır. Bunun dışında Kur’an’da ve mütevatir hadislerde suhuf ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Ebû Zer’den rivayet edilen bir zayıf hadise göre sayfaların sayısı 100 olup şu peygamberlere indirilmiştir: Hz. Âdem’e 10 sayfa, Hz. Şît’e 50 sayfa, Hz. İdrîs’e 30 sayfa, Hz. İbrahim’e 10 sayfa. Bugün bu sayfalardan elimizde hiçbir şey yoktur.
Suhufa göre daha hacimli ve kitap şeklinde olan ve evrensel mesajlar içeren ilahi kitaplar ise Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an olmak üzere dört tanedir.

Tevrat
Tevrat İbrânîce bir kelime olup “kanun, şeriat ve öğreti” anlamlarına gelir. Hz. Musa’ya indirilmiştir. Tevrat’a Ahd-i Atîk ve Ahd-i Kadîm de (Eski Ahit) denilir. Tevrat’ın aslının Allah kelamı ve peygamberine indirdiği kutsal bir kitabı olduğuna inanmak her Müslümana farz olup, bunu inkâr etmek kişiyi küfre düşürür. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm‘de Tevrat’ın Allah’ın kutsal kitaplarından biri olduğu açıklanmıştır: “Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik…” (el-Mâide 5/44). Tevrat Hz. Mûsâ aracılığıyla İsrâiloğulları’na gönderilmiştir. Ancak onlar tarihte yaşadıkları sürgün ve esirlik dönemlerinde Tevrat’ın Allah’tan gelen şeklini koruyamamışlardır. Tevrat’ın asıl nüshası kaybolunca, Yahudi din bilginleri tarafından kaleme alınan Tevrat nüshaları ortaya çıkmıştır. Bugün elde mevcut olan Tevrat tahrif edilmiş, bütünüyle ilahi kitap olma özelliğini yitirmiştir.

Zebur
Kelime olarak “yazılı şey ve kitap” anlamına gelen Zebur, Hz. Dâvûd’a indirilmiş olan ilahi kitabın adıdır. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “…Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebur’u verdik” (el-İsrâ 17/55). Zebur, ilâhî kitapların en küçüğü olup, yeni dini hükümler getirmemiştir. Bugün elde mevcut olan Zebur nüshaları, lirik söyleyiş ve ilahilerden, Allah’a övgü ve hikmetli sözlerden ve birtakım nasihatlardan meydana gelmiştir. Mezmûrlar adıyla Eski Ahid’de yer almaktadır.

İncil
İncil kelime olarak “müjde, tâlim ve öğretici” anlamına gelir. Hz. Îsâ aracılığıyla
İsrâiloğulları’na indirilmiştir: “Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı
olarak peygamberlerin izleri üzerinde, Meryem oğlu Îsâ’yı arkalarından
gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki
Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i
verdik” (el-Mâide 5/46). İncil’e, Allah’tan Hz. Îsâ’ya indirildiği şekliyle inanmak imanın gereklerindendir. Fakat bugün İncil’in orijinal metni de diğer bozulmuş kitaplar gibi elde yoktur. Bozulmuş ve insanlar tarafından müdahaleye maruz kalmış şekli vardır. İncil’e Ahd-i Cedîd de (Yeni Ahit) denilir. Bir Müslümana önceki kutsal kitaplarda bulunan bir hususun haber verilmesi durumunda; eğer bu husus, Kur’an ve sahih hadislerdeki bilgilere uygunsa kabul edilir. Ayet ve hadislere aykırı ise reddedilir. Ayet ve hadislerde hiç bahsedilmiyor ve İslâm’ın temel prensiplerine de zıt düşmüyorsa Hz. Peygamber’in şu tavsiyesi doğrultusunda hareket edilir: “Ehl-i kitabı tasdik de etmeyin, tekzip de (yalanlamayın). Biz Allah’a, bize indirilene, İbrâhim’e… indirilene inandık deyin.”

Kur’an
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm, son peygamber Hz. Muhammed’e indirilmiştir. Sözlükte “toplamak, okumak, bir araya getirmek” anlamına gelen Kur’an terim olarak şöyle tarif edilir: “Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı, Peygamberimiz’den bize kadar tevâtür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibadet edilen, insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı ilahi kelamdır”. Bu tarifte bazı hususlar göze çarpmaktadır: “Peygambere indirilen” derken Hz. Muhammed kastedilmektedir. “Tevâtür yoluyla nakledilmiş olan” derken, her devirde yalan üzerine birleşmelerini aklın imkânsız gördüğü bir topluluk tarafından nakledildiği ve nesilden nesile böyle geçtiği için onun, Allah’a ait oluşunun kesinliği ifade edilmektedir. “Okunmasıyla ibadet edilen” derken de, okumanın ibadet olduğuna, namaz ibadetinde vahyedilen metnin okunması gerektiğine ve Kur’an tercümelerinin namazda okunmasının caiz ve geçerli olmadığına işaret edilmektedir.

Hz. Musa Kimdir? Hz. Musa’nın Hikayesi

Hz.Musa İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerden üçüncüsüdür. İsrailoğulları’ndan İmran’ın oğludur.  Allahü teala ile konuştuğu için O’na “Kelimullah” denilmiştir. Mısır’da doğmuş ve yaşamıştır. Hz. Musa Yakub Peygamber’in soyundandır. Harun’un ise kardeşidir.
Hz. Yusuf’tan sonra, İsrailoğulları büyüyüp genişledikçe farklı kabilelere bölünmeye başladı. Bunlar Hz. Yakub ve Hz. Yusuf’un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’da yaşayan Kıbti soyundan gelenler ve putlara tapanlar İsrailoğulları’nın büyümesini istemedikleri için sürekli onlara eziyet etmekteydi. Başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı.
Bu zamanda falcılık meslek haline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kahinler çoğalmaya başlamıştı. Firavun bir gece rüyasında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkını yaktığını, İsrailoğulları’na ise hiç zarar vermediğini gördü. Rüyayı yorumlayan kahinler, İsrailoğulları’ndan gelecek bir kişi devletinizi batıracak dedi. Bundan korkan Firavun İsrailoğulları’ndan doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kanun çıkardı.

Bu olay karşısında İsrailoğulları’nın sıkıntıları daha da arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu dönemde Hz. Musa dünyaya geldi. Annesi oğlunun ölmemesi için onu bir sala koyup ve Nil Nehri’ne bıraktı.

 Kur’an-ı Kerim’de bu olay şöyle ifade edilmektedir;
“Musa’nın annesine şöyle ilham ettik: Bu çocuğu emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas Suresi)

hz. musaMusa nehir üzerinde akıp giderken akıntı bebeği Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un karısı Asiye, bebeği görerek yakalayıp saraya götürdü ve evlat edindi. Onu emzirmek için pek çok süt anne getirtti. Musa bebek hiç birinin sütünü içmedi.

Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi ve saraya gitti. Firavun’un karısı Asiye Hanım onu süt anneliğine kabul etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında büyüttü.

Hz. Musa yetişkin bir insan olana kadar ileride devletini yıkacağı firavunun sarayında güvenle büyüdü. Bir gün gördü ki; İsrailoğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hz. Musa aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Adam yere kafasını çarptı ve öldü. Hz. Musa yaptığından pişman oldu ve şehri terk etti. Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada Hz. Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı.

Yolda Tur dağında mola verdiler ve burada Allahü teala ile konuştu. Allah ona peygamberlik verdi. Elindeki asanın yılan olması mucizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleri verildi. Büyük kardeşi Harun’la birlikte firavunu ikna edip Allah’a iman etmesini sağlamakla emrolundu. O da bu emri yerine getirmek için firavunun yanına gitti.

Kur’an-ı kerimde şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
“Bu iki mucize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi)

Harun ile birlikte Firavun’a gidip onu dine davet ettiler ve İsrailoğulları’nı serbest bırakmasını istediler. Firavun kabul etmedi. Bunun üzerine Musa elindeki asasını yere bıraktı. Kocaman bir yılan olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bir anda bembeyaz göründü. Bu mucizeler karşısında şaşıran Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o kahindir, büyücüdür dediler. Musa; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü tealanın verdiği bir mucizedir.” diyerek onları imana davet etti. Firavun ve adamları inanmayarak reddettiler. Firavun; “Ey Musa! Sihirbazlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tayin et.” diyerek ülkesindeki bütün büyücüleri topladı.

Hz. Musa Allah’a dua ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabul etti. Mısır halkı önünde karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Musa elindeki asasını yere bırakıverdi. Mucize olarak dehşetli ve çevik bir yılan olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri tek tek yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mucizedir.” dediler ve Musa’ya inanmayı kabul ettiler. Bu olay karşısında Firavun iyice sinirlenip zulmünü arttırdı.
Firavun ve kavmi küfre devam edince, Allah onlara çeşitli felaketler ve belalar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarat ve kurbağa istilasına uğradılar. Başlarına bela geldikçe Musa’ya gidip belanın kaldırılmasını ve inanacaklarını söylediler. Fakat bela geçince devam ettiler.

Firavun, Musa’nın mucizeleri karşısında İsrailoğulları’nın Mısır’dan ayrılmalarına izin verdi. Musa bir vakit belirleyerek gece vakti bütün İsrailoğulları’nı toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yakaladı. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrailoğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teala Musa ‘ya:
hz musa“Asan ile denize vur.” (Şuara suresi) diye vahyetti. Hz. Musa bu emir üzerine asasını denize doğru vurdu. Deniz asasının dokunduğu yerden ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibi açıldı. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki yol açıldı. On iki sülale olan İsrailoğulları bu yollardan yürüyüp hep birlikte karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola girince yol kapanıp sularla doldu. Firavun askerleriyle birlikte sular altında kalarak boğuldu.
Hz. Musa Kızıldeniz’i geçtikten sonra, İsrailoğulları’nı Kenan Diyarı’na götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz suretinden yapılmış bir puta tapıyordu. Onların bu halini gören İsrailoğulları onlara uydular. Hz. Musa’ya; “Ya Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler. Musa onlara; “Siz cahil bir kavimsiniz. Allah size nimet ve kurtuluş verdi. Allaha iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız…” diye nasihat etti.

Allah, Musa’ya bir kitap indireceğini vaat etmişti Hz. Musa’nın Tur Dağı’na çıkması bildirildi. Musa kardeşi Harun’u yerine vekil bırakıp, kendisi Tur Dağına çıktı. 40 gün orada kalıp, ibadet etti. Allah’ın kelamını işitti. Bu sırada Tevrat Hz. Musa’ya nazil oldu.

Musa dağda iken, Samiri adında biri İsrailoğulları’nın ellerindeki tüm altınları toplayıp eriterek bir buzağı heykeli yaptı. İşte sizin ilahınız budur diyerek İsrailoğulları’nı aldatınca, hepsi buzağıya tapmaya başladılar. Harun’u dinlemeyip, ona karşı çıktılar.

Musa Tur Dağı’ndan dönünce, bu hale çok kederlenip Samiri’yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Onlara, kendisine Tevrat’ın indirildiğini bildirdi. İsrailoğulları da Tevrat’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, iman ettiler.

İsrailoğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada bir süre susuz kadı. Allahü tealanın emriyle Musa asasını yere vurdu, on iki pınar fışkırıp İsrailoğulları için su çıkardı. Allah onlara “selva” denilen bıldırcın etinden kudret helvası ihsan etti. Bu nimetlere karşı nankörlük ettiler. İsrailoğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allah onları 40 sene Tih Sahrası’nda kalmakla cezalandırdı. 40 sene perişan bir halde dolaşan İsrailoğulları yok olup gittiler.

Uzun bir zaman sonra İsrailoğulları’nın çocukları savaşacak şekilde yetiştirilip büyüdüler.Musa, onları alıp Lut Gölü’nün güney tarafına yerleştirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zalim bir kralın ordusu ile savaşarak onları yendiler. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Kenan diyarı gözüküyordu. Bu sırada 120 yaşında bulunan Hz. Musa vefat etti.

 

Faziletli Dualar

Dua etmek

Hz. Fatıma Annemizin Duası

Hz. Muhammed kızı Fatıma’ya şöyle demiştir:

“Ey Fatıma! Sana yapacağım şu tavsiyeyi dinlemekten seni ne men edebilir ki?

‘Ey Hayy ve Kayyum olan Allah! Senin rahmetine sığınarak seni çağırıyorum. Beni, göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsime havale etme. Durumun tamamını benim için ıslah et.’ ”

dua-eden-kadın

Hz. Ebubekir’in Duası

Resulullah Hz. Ebubekir’e şöyle dua etmesini öğretmiştir:

“Ey Allah’ım! Peygamberin Muhammed’in hürmetine, dostun İbrahim’in hürmetine, kurtardığın (veya seninle konuşan) kulun Musa hürmetine, kelime ve ruhundan olan İsa hürmetine, Musa’nın Tevrat’ı, İsa’nın İncil’i, Davut’un Zebur’u ve Muhammed’in Furkan’ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bütün vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bütün kaza ve kaderin hürmetine, senden isteyip dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yaptığın zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmetine veya hidayet ettiğin sapığın hürmetine ihtiyacımı senden istiyorum. Beni mahrum eyleme.

Musa’ya inzal buyurduğun isminin hürmetine, kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan büyük isminin hürmetine, yeryüzünün karar bulması için, üzerine koyup da onda muvazeneyi temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine konup onların istiklale kavuşmasını temin eden isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup onlarda is­tikrarı temin ettiren isminin hürmetine, o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte onun hürmetine, senin Tuhur, Tahir, Tahhar, Samed ve Vitr isimlerinin hürmeti­ni, o mübarek ismin ki, kitabında senin nezdinde apaçık nurdan inzal buyrulmuştur, onun hürmetine.

O ismin ki, gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nurlanmasına vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu koy­muş, gecenin kararmasına vesile olmuştur, onun hürmeti­ne, senin azamet ve kibriyanın, kerim zatının hürmetine, senden bana Kuran’la onun bilgisini ihsan buyurmanı ister ve o bilgiyi etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz bir şekilde karıştırmanı senden dilerim ve bütün bunların hürmetine senden isterim ki, kuvvet ve kudretinle benim vücudumu kendi yolunda çalıştırasın. Çünkü günahtan

dönüş ve ibadete yöneliş, ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Al­lah!”

dua

Büreyde el-Eslemi’nin Duası

Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber Büreyde’ye şöy­le buyurmuştu:

“Ben sana birkaç kelime öğreteyim ki, Allahüteala kim için hayrı irade ederse bu kelimeleri ona öğretir ve o keli­meleri ebediyen unutturmaz!”

Büreyde: “Evet ya Resulullah! O kelimeleri bana öğret!” dedi.

Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:

“Ey Allah’ım! Ben zayıfım. Razı olduğun sahada beni kuvvetlendir, zafiyetimi gider. Benim alnımdan tutup beni hayra doğru götür. Rızamın en son noktasını İslam dini olarak kıl. Ey Allah’ım! Ben zayıfım, beni kuvvetlendir. Ben zelilim, beni izzete kavuştur. Ben fakirim, beni zengin et, ey rahmet edenlerin en rahmet edeni Allah!”

Kubeyse bin Muharik’in Duası

Hz. Peygamber Kubeyse’nin bir gün kendisine “Ey Allah’ın resulü! Benim yaşım hayli ilerlemiştir. Ben daha önce yaptığım birçok şeyi şimdi yapmaktan acizim. Bu ba­kımdan Allah nezdinde bana fayda verici birkaç kelime öğret ki, onunla kusurlarımı telafi edeyim” demesi üzerine şöyle buyurmuştur:

“Dünyan için bir şeyler öğrenmek istiyorsan, sabah namazını kıldıktan sonra üç defa şu duayı oku:

‘Allah her eksiklikten münezzehtir. Onun hamdına bürünerek bunu ikrar ediyoruz. Yüce olan Allah, her türlü eksikliklerden münezzehtir. Günahtan dönüş ve itaat ancak azim ve yüce olan Allah’ın kuvvet ve kudretiyle olur.’

Ey Kubeyse! Sen bu duayı okuduğun zaman üzüntünden, cüzamdan, cilt hastalığından ve felçten emin olursun. Ahiretin için ise şöyle söyle:

‘Ey Allah’ım! Beni, nezdinden gelen hidayete erdir. Faziletini üzerime oluk gibi yağdır. Rahmetinden benim üzerime saç! Bereketinden benim üzerime indir!’

Ey Kubeyse! İyi bil ki! Bir kul, bu söylediklerimi tam manasıyla yerine getirerek kıyamet gününde huzura gelirse bunları hiç terk etmemek şartıyla cennetin dört kapısı onun için açılır. İstediği kapıdan içeri girebilir!”

mekke-dua

Ebu Derda’nın Duası

Ebu Derda’ya “Evin yanıyor!” denildi. Gerçekten de Ebu Derda’nın mahallesi yanıyordu. Ebu Derda “Allahüteala benim evimi yakmaz!” dedi. Kendisine üç defa evinin yandığı söylendiği halde onun cevabı aynı oldu:

“Allah benim evimi yakmaz!”

Sonra kendisine biri gelip dedi ki: “Ey Ebu Derda! Ateş senin evine yaklaşırken söndü.”

Ebu Derda “Ben öyle olacağını biliyordum” diye karşılık verdi.

Cemaatten biri “Sen bunu nasıl biliyordun? Bu sözlerinin hangisinin daha acayip olduğunu anlayamıyoruz” dedi.

Bunun üzerine Ebu Derda şöyle dedi:

“Hz. Peygamber şöyle demişti: ‘Kim bu sözleri veya gündüz söylerse ona hiçbir şey zarar vermez.’ Bende o sözleri söylemiştim.”

O sözler şunlardır:

“Ey Allah’ım! Benim Rabb’im ancak sensin. Senden başka ilah yoktur. Ancak sana tevekkül ediyorum, arşın sahibi sensin. Günahtan dönüş ve ibadete ancak azim ve yüce olan Allah’ın kuvvetiyledir. Allah neyi dilerse o olmuştur. Neyi dilememişse o olmamıştır. Muhakkak Allah her şeye kadirdir. Muhakkak Allah ilmiyle her şeyi ihata etmiştir ve her şeyi adet olarak buyurmuştur.

Ey Allah’ım! Nefsimin şerrinden ve perçemi kudretinde bulunan her mahlukun şerrinden sana sığınırım. Muhakkak Rabb’imin yolu dosdoğrudur!”