Allah Her Şeyi Bilendir

ALLAH, AÇIĞA VURDUKLARIMIZI DA GİZLEDİKLERİMİZİ DE BİLİR

“Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.” (Bakara, 2/77)

Allah, her şeye gücü yeten ve tüm eksikliklerden uzak yüce bir yaratıcıdır. O bütün mükemmel vasıfları zatında barındırır. Her şeye gücü yeten ve her canlıya rızkını veren O’dur. Rabbimiz, biz kullarını her an gözetlemekte ve kullarının yaptıklarından en ince ayrıntısına kadar her şeyden haberdar olmaktadır. Açıklamasını yaptığımız ayet-i kerimede de Rabbimiz, içi dışı farklı olan ve ağızlarıyla inandık deyip kalben inanmayan münafıklara seslenmektedir. Buna göre sözlerimizi gizlesek de açıklasak da Allah hepsinden haberdardır.

Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bu konuya farklı şekillerde vurgu yapmıştır. Yüce yaratıcımızın bu konuya bu kadar çok yer vermesinin sebeplerinden biri, biz kullarının gönüllerine “Allah’ın bizi her an gördüğü” inancını yerleştirmektir. Böylece, bütün düşünce, inanç ve davranışlarımızda O’na layık bir kul olmamız mümkün olacaktır. Rabbimiz öyle bir yaratıcıdır ki, O bizim gönlümüzün özünü bilir. Öyle ya yaratan yarattığı kullarının içini hiç bilmez mi?

Lokman suresinde bu konu bir örnekle şöyle anlatılmıştır: (Lokman öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokmân, 31/16) Böylesine yüce bir Yaratıcının huzurunda bizler nasıl günah işleyebilir ve başkalarının haklarına tecavüz edebiliriz? Mademki O, bulunduğumuz yer neresi olursa olsun bizimle beraber, mademki “Dört kişinin fısıltı ile konuştuğu yerde beşincileri O’dur” (Mücadele, 58/7), öyleyse gizli-açık konuştuğumuz her söze dikkat etmeli ve hesabını veremeyeceğimiz söz ve hareketlerden uzak durmaya çalışmalıyız. Bir ayet-i kerimede; “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16) buyrulmaktadır. O bize bizden daha yakındır. Öyleyse biz unutsak da, Allah her an bizimle beraberdir.

Bize düşen görev, O’nun bizi her yerde gördüğüne içtenlikle inanarak sorumluluklarımızı yerine getirmektir. Bizi gören birileri varken haramlardan uzak duruyor ama yalnız başımıza olduğumuz zaman bu haramları işleyebiliyorsak bu ayetleri gönlümüze bir daha okumalı ve kendimize şöyle seslenmeliyiz: Ey Nefsim! Sen Allah’ın her an seni gördüğünü ve nerede olursa olsun yaptıklarından hesaba çekeceğini bilmez misin? O halde bizler, Allah’ın bizi her an gördüğüne ve gizli açık söylediklerimizi bildiğine inanmış kimseler olarak önce söz ve davranışlarımızda dürüst olmaya çalışmalı, nerede olursak olalım hakkaniyetten ve adaletten asla ayrılmamalıyız. Rabbimizle irtibatımızı sağlayan ibadetlerimizle, insanlar arası ilişkilerimizde adalet, cömertlik, nezaket, tevazu ve hoşgörü gibi karşımızdaki insanlara huzur veren güzel ahlakımız ve herkesin güvenini kazanan dürüstlüğümüzle herkese örnek olmalıyız. Ancak bu seviyeyi yakaladığımızda gerçek anlamda imanın ve kulluğun tadına varabiliriz.

 

 

Kaynak: kuran.diyanet.gov.tr

Amel

AMEL

Sözlükte “iş, çaba, fiil ve çalışma” gibi manalara gelen amel kelimesi, Kur’an’da Rağıb’ın ifadesiyle, “Canlı varlıktan kasıt ve niyete bağlı olarak sadır olan her bir şey” anlamında kullanılmıştır. Bu itibarla Arapça fi‘l kelimesinden daha özeldir. Zira fiilde kasıt ve niyet şartı aranmaz. Bu sebepledir ki hayvana nisbet edilen fiil­lerin hiçbirine amel denilmemiştir. İyi veya kötü, sadece insanın maksatlı fiillerine amel adı verilmiştir.

dua

Kur’an-ı Kerim’in beyanına göre Allah Teala, yerleri ve gökleri, bu ikisi arasındaki nimetleri, hayatı ve ölümü insanlardan hangisinin daha güzel amel ortaya koyacağını denemek için yaratmıştır. Kur’an çoğu kez, imanın ardından salih amele yer vermiş ve böylece insanı başarı ve mutluluğa götürecek imanın, salih amellerle bütünleşmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Izutsu’nun, “Salih ameller, davranış yoluyla dışa yansıyan imandır” şeklindeki tespiti bir anlamda bu birlikteliğin derecesini ifade etmektedir. Amel ile iman arasındaki ilişki, tarih boyunca tartışılmış ise de hiç kimse, amelin imandan tümüyle bağımsız olduğunu söylememiştir.

Kur’an’da amelle ilgili çok sayıda ayet göstermek mümkündür. İlahi iradenin sınırsızlığını ve hiçbir şeyle mukayyed olmaması gerçeğini göz ardı etmemek şartıyla diyebiliriz ki mükafat ve cezada yegane ölçü, amelin kemmiyet ve keyfiyetidir. Kur’an’a göre hiç bir amel, asla so­nuçsuz bırakılmayacaktır. Nitekim şu ayetler bu gerçeği en güzel bir şe­kilde ifade eder:

Şu bir gerçek ki, yapılan iyi ya da kötü amel, bir hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, yahut göklerin derinliğinde veya yerkürenin derinliklerinde bulunsa Allah onu yine de ortaya çıkarır. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilen (latif) ve her şeyden haberdar (habir) olandır.” (Lokman 31/16).

Kim zerre miktar hayır ameli işlese onu görür ve kim de bir zerre miktar kötülük işlese onu görür.” (ez-Zilzal 99/7-8)

Yukarıda da ifade edildiği gibi amelin ortaya çıkması için öncelikle iradenin oluşması gerekmektedir. Arapça’da irade ( kelimesi, “istemek, arzulamak, emretmek, tercih etmek ve hayvanı otlatmak için salı­vermek” gibi manalarda kullanılmıştır. İradeyi, “emel, ihtiyaç ve arzu­nun toplamından oluşan bir kuvvet” şeklinde açıklayan Rağıb el-İsfehani, bu kelimenin, “Nefsin, bir şey hakkında yapıp-yapmama şeklin­deki verdiği bir karardan hareketle o şeye karşı harekete geçmesi” du­rumuna ad olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte bazen nefsin sade­ce “bir şeyi yapmak ya da yapmamak yönündeki temayülü”ne irade dendiği gibi bazen de “bir şeyin yapılması ya da yapılmaması kararı”na irade adı verilmiştir. Nitekim kavram, Allah’a izafe edilince “hükmet­mek” anlamı taşır. Yerine göre “emir ve kasıt” manasında kullanıldığı da olmuştur. Esasen irade meselesi dini olduğu kadar felsefi ve psiko­lojik bir kavram olarak da hakkında sürekli tartışmaların yapıldığı önem­li bir konudur.

İradede bir şeyi yapma veya yapmama tercihi söz konusu olduğuna göre tercih ettirici sebep, ister Cebriyye ve Eş’ariyye mezhebi mensup­larının söylediği gibi doğrudan Allah Teala olsun, isterse Mûtezile ve Maturidilerin ifade ettiği gibi kula Allah tarafından verilmiş güç ve istitaattan kaynaklanan idrak, duygu ve bilgi gibi bazı hususiyetler ol­sun netice itibariyle, iradenin kalpte oluşması gerçeğine işaret et­mektedir. Zira Kur’an’a göre kalp, bir taraftan Allah’ın insana yönelik birçok tasarrufunda odak nokta konu­munda olduğu gibi diğer taraftan da insanın idrak, duygu ve ilim ma­hallidir. Binaenaleyh kalp, amelin menşei diyebileceğimiz iradenin oluştuğu yerdir. İradenin ameli işlemeye yönelik güçlü talebine ve­ya niyet adı verilmiştir. Azim ve kasd arasındaki fark şudur: Azim, bazen gelecekte yapılabilecek işlere de taalluk ederken, kasd, hemen yapılacak amellere yöneliktir. Bununla birlikte kasd, azim ve ni­yet kavramları arasında herhangi bir farkın olmadığını söyleyenler de vardır.

İradeye dayalı ameller, tezahür ettiği yer itibariyle iki kısımda değer­lendirilmiştir:

Zahiri (bedeni) ameller: İnsanın bedeni veya uzuvlarıyla yaptığı iş ve eylemlere bu isim verilmiştir. Namaz, oruç, Hac, zekat ve cihad gibi ameller bu kısma girer.

Birlik Ve Beraberlik

Batıni (kalbi) ameller: Zahirde görünmeyen duygu, düşünce ve inançla ilgili amellerdir. Mesela iman, inkar, tefekkür, tezekkür, sevgi ve korku gibi ameller bu çeşit amellerdir. Mutasavvıfların hal ve makam dedikleri hususlar genellikle bu kısma dahildir.

Batıni amellerin oluşmasında kalbin merkeziyeti açıktır. Zahiri amellerin meydana gelişinde kalbin merkez oluşu ise daha ziyade irade vası­tasıyla amelin doğuşuna sebep olması yönüyledir.

Kalp, amellerin oluşmasında merkezi bir fonksiyona sahip olduğu gi­bi onların değerlendirilmesinde de aynı şekilde esaslı bir role sahiptir. Amelin salih ya da kötü (fasid) olmasında diğer bir ifadeyle Allah katın­da kabul edilip edilmemesinde kalbin fonksiyonu büyüktür. Kalbin amele bu yöndeki etkisi, genellikle niyet kavramıyla ortaya konmuştur. Niyetle ilgili yapılan bazı tanımlar:

-Niyet, kalbin, yapmak istediği bir amele meyletmesidir.

-Niyetle irade aynı şeydir.

-Niyet, ameli yalnız Allah için işlemek demek olan ihlasla beraber olan iradedir.

-Kalbin ameline niyet denir.

-Niyet, yakın ya da uzak bir menfaati elde etmek veya bir zararı gi­dermek için kalbin o şeye doğru harekete geçmesidir.

Niyet şu üç unsuru ihtiva etmek zorundadır:

  1. Yapılacak şeyi tasarlamak,
  2. Onu yapmayı istemek,
  3. Bu istekte ka­rarlı olmak.

Kur’an, insanın amellerine yön veren iradenin (niyetin) önemini şu ifadelerle vurgular:

Kim dünya menfaatini isterse kendisine ondan veririz, kim de ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz.”(Al-i İmran 3/145)

Hz. Peygamberin şu sözleri de amel-niyet ilişkisini en güzel bir şekilde ortaya koyar:

Yapılan ameller niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmış­sa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”