Sözlükte “iş, çaba, fiil ve çalışma” gibi manalara gelen amel kelimesi, Kur’an’da Rağıb’ın ifadesiyle, “Canlı varlıktan kasıt ve niyete bağlı olarak sadır olan her bir şey” anlamında kullanılmıştır. Bu itibarla Arapça fi‘l kelimesinden daha özeldir. Zira fiilde kasıt ve niyet şartı aranmaz. Bu sebepledir ki hayvana nisbet edilen fiillerin hiçbirine amel denilmemiştir. İyi veya kötü, sadece insanın maksatlı fiillerine amel adı verilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in beyanına göre Allah Teala, yerleri ve gökleri, bu ikisi arasındaki nimetleri, hayatı ve ölümü insanlardan hangisinin daha güzel amel ortaya koyacağını denemek için yaratmıştır. Kur’an çoğu kez, imanın ardından salih amele yer vermiş ve böylece insanı başarı ve mutluluğa götürecek imanın, salih amellerle bütünleşmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Izutsu’nun, “Salih ameller, davranış yoluyla dışa yansıyan imandır” şeklindeki tespiti bir anlamda bu birlikteliğin derecesini ifade etmektedir. Amel ile iman arasındaki ilişki, tarih boyunca tartışılmış ise de hiç kimse, amelin imandan tümüyle bağımsız olduğunu söylememiştir.
Kur’an’da amelle ilgili çok sayıda ayet göstermek mümkündür. İlahi iradenin sınırsızlığını ve hiçbir şeyle mukayyed olmaması gerçeğini göz ardı etmemek şartıyla diyebiliriz ki mükafat ve cezada yegane ölçü, amelin kemmiyet ve keyfiyetidir. Kur’an’a göre hiç bir amel, asla sonuçsuz bırakılmayacaktır. Nitekim şu ayetler bu gerçeği en güzel bir şekilde ifade eder:
“Şu bir gerçek ki, yapılan iyi ya da kötü amel, bir hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, yahut göklerin derinliğinde veya yerkürenin derinliklerinde bulunsa Allah onu yine de ortaya çıkarır. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilen (latif) ve her şeyden haberdar (habir) olandır.” (Lokman 31/16).
“Kim zerre miktar hayır ameli işlese onu görür ve kim de bir zerre miktar kötülük işlese onu görür.” (ez-Zilzal 99/7-8)
Yukarıda da ifade edildiği gibi amelin ortaya çıkması için öncelikle iradenin oluşması gerekmektedir. Arapça’da irade ( kelimesi, “istemek, arzulamak, emretmek, tercih etmek ve hayvanı otlatmak için salıvermek” gibi manalarda kullanılmıştır. İradeyi, “emel, ihtiyaç ve arzunun toplamından oluşan bir kuvvet” şeklinde açıklayan Rağıb el-İsfehani, bu kelimenin, “Nefsin, bir şey hakkında yapıp-yapmama şeklindeki verdiği bir karardan hareketle o şeye karşı harekete geçmesi” durumuna ad olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte bazen nefsin sadece “bir şeyi yapmak ya da yapmamak yönündeki temayülü”ne irade dendiği gibi bazen de “bir şeyin yapılması ya da yapılmaması kararı”na irade adı verilmiştir. Nitekim kavram, Allah’a izafe edilince “hükmetmek” anlamı taşır. Yerine göre “emir ve kasıt” manasında kullanıldığı da olmuştur. Esasen irade meselesi dini olduğu kadar felsefi ve psikolojik bir kavram olarak da hakkında sürekli tartışmaların yapıldığı önemli bir konudur.
İradede bir şeyi yapma veya yapmama tercihi söz konusu olduğuna göre tercih ettirici sebep, ister Cebriyye ve Eş’ariyye mezhebi mensuplarının söylediği gibi doğrudan Allah Teala olsun, isterse Mûtezile ve Maturidilerin ifade ettiği gibi kula Allah tarafından verilmiş güç ve istitaattan kaynaklanan idrak, duygu ve bilgi gibi bazı hususiyetler olsun netice itibariyle, iradenin kalpte oluşması gerçeğine işaret etmektedir. Zira Kur’an’a göre kalp, bir taraftan Allah’ın insana yönelik birçok tasarrufunda odak nokta konumunda olduğu gibi diğer taraftan da insanın idrak, duygu ve ilim mahallidir. Binaenaleyh kalp, amelin menşei diyebileceğimiz iradenin oluştuğu yerdir. İradenin ameli işlemeye yönelik güçlü talebine veya niyet adı verilmiştir. Azim ve kasd arasındaki fark şudur: Azim, bazen gelecekte yapılabilecek işlere de taalluk ederken, kasd, hemen yapılacak amellere yöneliktir. Bununla birlikte kasd, azim ve niyet kavramları arasında herhangi bir farkın olmadığını söyleyenler de vardır.
İradeye dayalı ameller, tezahür ettiği yer itibariyle iki kısımda değerlendirilmiştir:
Zahiri (bedeni) ameller: İnsanın bedeni veya uzuvlarıyla yaptığı iş ve eylemlere bu isim verilmiştir. Namaz, oruç, Hac, zekat ve cihad gibi ameller bu kısma girer.
Batıni (kalbi) ameller: Zahirde görünmeyen duygu, düşünce ve inançla ilgili amellerdir. Mesela iman, inkar, tefekkür, tezekkür, sevgi ve korku gibi ameller bu çeşit amellerdir. Mutasavvıfların hal ve makam dedikleri hususlar genellikle bu kısma dahildir.
Batıni amellerin oluşmasında kalbin merkeziyeti açıktır. Zahiri amellerin meydana gelişinde kalbin merkez oluşu ise daha ziyade irade vasıtasıyla amelin doğuşuna sebep olması yönüyledir.
Kalp, amellerin oluşmasında merkezi bir fonksiyona sahip olduğu gibi onların değerlendirilmesinde de aynı şekilde esaslı bir role sahiptir. Amelin salih ya da kötü (fasid) olmasında diğer bir ifadeyle Allah katında kabul edilip edilmemesinde kalbin fonksiyonu büyüktür. Kalbin amele bu yöndeki etkisi, genellikle niyet kavramıyla ortaya konmuştur. Niyetle ilgili yapılan bazı tanımlar:
-Niyet, kalbin, yapmak istediği bir amele meyletmesidir.
-Niyetle irade aynı şeydir.
-Niyet, ameli yalnız Allah için işlemek demek olan ihlasla beraber olan iradedir.
-Kalbin ameline niyet denir.
-Niyet, yakın ya da uzak bir menfaati elde etmek veya bir zararı gidermek için kalbin o şeye doğru harekete geçmesidir.
Niyet şu üç unsuru ihtiva etmek zorundadır:
- Yapılacak şeyi tasarlamak,
- Onu yapmayı istemek,
- Bu istekte kararlı olmak.
Kur’an, insanın amellerine yön veren iradenin (niyetin) önemini şu ifadelerle vurgular:
“Kim dünya menfaatini isterse kendisine ondan veririz, kim de ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz.”(Al-i İmran 3/145)
Hz. Peygamberin şu sözleri de amel-niyet ilişkisini en güzel bir şekilde ortaya koyar:
“Yapılan ameller niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
“Amel” için 3 yorum