İslam ve Ahlakın Gayesi

Din dışı ahlak görüşleri ahlak için genellikle dünyevi gayelerden söz etmişler ve bedensel haz, ruhsal haz, kişisel veya toplumsal yarar yahut mutluluk gibi farklı gayeler göstermişler; ünlü Alman filozofu Kant ise bütün bu görüşleri reddederek, ahlakın kendi dışında, diğer bir deyişle iyi veya ödevden başka bir amacının olamayacağını savunmuştur.

Kur’an ve Sünnet’te ise güzel ahlakı oluşturan erdemlerin bu dünyada fert ve toplum hayatına kazandırdığı maddi ve manevi faydalar, kötü ahlakı oluşturan erdemsizliklerin doğurduğu zararlar üzerinde durulmuştur. Allah, “Şükrederseniz (nimetlerimi) arttırırım” (İbrahim 14/7); “Şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve nefret sokmak ister” (el-Maide 5/91) buyurur; iyi kullarını yeryüzüne hakim kılacağını bildirir (el-Enbiya 21/105). Ayrıca birçok eski milletlerin yıkılışında ahlaki çöküntünün önemli ölçüde rol oynadığı haber verilir. Bununla birlikte, ahlak prensiplerine aykırı davranışların doğurduğu bu tür tabii ve fiziki zararlar, sosyal ve manevi sıkıntılar İslam’da ahlaki yaptırım sayılmaz; dolayısıyla kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Gerçi dünyevi musibetlerin günahlar için kefaret sayılacağına dair bazı hadisler vardır. Fakat bu, ahlaki fenalıkların doğurduğu musibet ve zararın zaruri sonucu değil, musibete uğrayan kişinin bu durumdayken gösterdiği sabır, rıza, tevekkül gibi Müslümana yakışır olumlu tavırların karşılığıdır.

Diğer yandan, kişinin ruhi benliğinde iyiliğin meydana getirdiği sevincin, kötülüğün meydana getirdiği pişmanlık ve elemin Kur’an ve Sünnet’te büyük bir değer taşıdığı görülür. Nitekim Peygamber efendimiz, “Bir insan iyilik yaptığında sevinç, kötülük yaptığında üzüntü duyabiliyorsa artık o gerçekten mümindir” (Müsned, I, 398) buyurmuş, hatta iyilik (bir) ve kötülüğü, kişinin vicdanında meydana getirdiği etkilenmenin mahiyetine göre tarif etmiştir. Ancak vicdan duygusu insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç olabileceği gibi kötülük karşısında duyarlılığını kaybederek “kaskatı kesilmiş kalp” haline de dönüşebilir. Bu yüzden İslam’da bütün ahlaki vazifeler uhrevi yaptırımlara bağlanmış, iyiler için cennet vaad edilmiş, kötüler cehennemle tehdit edilmiştir. Bununla birlikte ahlak kurallarının uygulanmasında, özellikle toplumsal düzenin sağlıklı işletilmesinde genellikle sadece bu motiflere dayanan bir ahlak tam olarak saygıya değer sayılamayacağından, Kur’an ve Sünnet’te Allah’ı en yüksek derecede sevmek, O’nun hoşnutluğuna layık olmak ve O’ndan hoşnut olmak temel ahlaki amaç ve motif olarak gösterilmiş, doğru inanç ve temiz yaşayışın en üstün gayesinin Allah rızası olduğu vurgulanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de her şeyin üstünde ve her şeyden daha değerli olduğu bildirilen Allah rızası yani Allah’ın kulundan hoşnut olması, inananlar için bu dünyada hissedilemez değildir. Allah’a derinden inanıp saygı duyan ve her durumda O’nunla birlikteliğinin bilincini yaşayan, bu inanç ve duygular içinde ruhunu erdemlerle ve hayatını iyiliklerle süsleyen, iradesinin bütün gücüyle kötülüklere karşı koyan, gücünü aşan durumlarda Allah’a sığınıp (tevekkül) inayetini dileyen insan, O’nun hoşnutluğunu kazanmış olmanın verdiği üstün manevi hazzı ve mutluluğu ruhunun derinliklerinde duyabilir; fakat bu mutluluğu en mükemmel derecede ahirette hissedecektir. İşte Hz. Peygamber’in, “gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiçbir aklın düşünemeyeceği kadar üstün”  olarak tanımladığı uhrevi ödül de bu mutluluktur.

İslam ahlakının bu dinamik yapısı, onun sadece bir kitle ahlakı veya sadece bir seçkinler ahlakı olmadığı, aksine maddi, zihni ve psikolojik bakımlardan her seviyedeki insanın kaygılarını, beklentilerini ve özlemlerini dikkate alan; bununla birlikte ona, içinde bulunduğu durumdan daha ideal olana doğru yükselme imkanı sağlayan kapsamlı ve uyumlu bir ahlak olduğunu gösterir. Buna göre hayır statik olmadığı gibi gaye de statik değildir. Bütün insanların yapabilecekleri, dolayısıyla yapmak zorunda oldukları iyilikler (farzlar) yanında, yapılması kişinin fazilet ve kemal derecesine bağlı hayırlar da vardır. Ahlak, bilgi ve fazilet bakımından sürekli bir yenilenmedir. Bunun için insan, Kur’an-ı Kerim’e göre, öncelikle inanç sevgisi kazanmalı, fenalıklardan ve isyankarlıktan nefret etmeli, kalbini yani iç dünyasını Allah şuuru (zikrullah) ile huzura kavuşturmalıdır. Bu suretle Allah şuuru insana ahlaki ve manevi hayattan zevk alma, hatalarının farkına varma, onlardan yüz çevirme ve Allah’tan bağış dileme fırsatı sağlayacaktır. İslam’ın öngördüğü bu ahlaki terakkinin ulaşacağı son nokta, insanın gaye bakımından çıkar kaygılarını aşması, hatta cennet ümidi ve cehennem korkusunun da ötesinde bütün düşünce ve davranışlarını Allah’ın emrine ve rızasına uygun düşüp düşmeyeceği açısından değerlendirmesidir.

Allah’ın Emirleri ve Yasakları

ALLAH; ADALETİ, İYİLİK YAPMAYI, YAKINLARA YARDIM ETMEYİ EMREDER; HAYÂSIZLIĞI, FENALIK VE AZGINLIĞI DA YASAKLAR

Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90) Yüce Allah, bu ayet-i kerimede toplumsal huzurun yapı taşlarından en önemlilerini sayarak bunları yerine getirmemizi emretmiştir. Her şeyi yerli yerine koyup, ölçülü hareket etmek, hakkı yerine getirmek anlamına gelen adalet; zulmün, haksızlığın, dengesizliğin karşıtıdır. Sahip olduğumuz konum her ne olursa olsun gücümüz nispetinde adaletli davranmak, adaletin sağlanması için gayret etmekle mükellefiz. Örneğin ailede ebeveyn olarak çocuklar arasındaki adaleti sağlamakla yükümlüyüz. Ebeveyn olarak bir çocuğumuz için yaptığımızı diğeri için de yapmaya çalışmalıyız. Bu asli ihtiyaçların giderilmesi, eğitim, çeyiz, miras paylaşımı vb. konularda olabileceği gibi, sevgi ve ilgi gibi hal ve tavırlarda da söz konusudur. Ailede sağlayacağımız adalet toplumun her alanına yansıyacaktır. Yine bir iş yerinde işveren veya patron konumunda isek emrimizdeki kişilere karşı iş dağılımında ve ücretlerde adaletli davranmamız gerekmektedir. Zira çalışanın hakkının daha alnının teri kurumadan verilmesi sevgili Peygamberimizin tavsiyesidir. Çalışanların yalnızca performanslarına göre değerlendirilmeye tabi tutulması, aynı işi yapanların aynı haklara sahip olması adaletin birer yansımasıdır.

Ayet-i kerimenin devamında iyilik yapmak emredilmiştir. Genel olarak iyilik, ihsan kişinin bir lütufta bulunması, bir işi en güzel şekilde yapması, Allah’a ihlasla kulluk etmesi anlamlarında kullanılır. İhsan adaletin de üstünde bir derecedir. Nitekim ihsanda kişinin üstüne düşenden daha fazlasını yerine getirmesi söz konusudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali, “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” demiştir. Birçok dini kaynakta ihsan, insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara hatta tabiata karşı tutum, davranış ve yaklaşımında adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının ötesine geçerek imkan ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması anlamında yorumlanmıştır. Kısacası ihsan ve iyilik etmek hem aile içi ilişkilerde hem komşuluk akrabalık ilişkilerinde hem de toplumun diğer alanlarında çok gerekli bir ahlaki özelliktir. Ayet-i kerimede ihsandan sonra yakınlara yardım etmemiz emredilmektedir. Bu itibarla Peygamberimiz de “Sevabı en çabuk olan taat, yakın akrabaları gözetmektir.” (İbn Mâce, “Zühd” , 23) buyurmuştur. Fitre ve zekat verilirken, fakir olan yakınlardan başlanması prensibi de akrabalara karşı sorumluluğumuzun çok büyük olduğunun bir göstergesidir. Yüce Rabbimiz ayet-i kerimenin diğer kısmında da bizleri hayâsızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyetmektedir. Ayet-i kerimenin ilk bölümünde toplumun gelişmesini, huzurunu, barışını sağlayan prensipler üzerinde durulmuş, ikinci bölümünde ise toplumu mahveden, huzurunu kaçıran, çökerten kötülükler yasaklanmıştır. İnsanların işlerinde çalışkan ve dürüst olması, başkalarının haklarına riayet etmesi, saygılı ve nazik olması, bencil olmaması, iftira, dedikodu ve yalana başvurmaması o toplumdan azgınlığı, hayâsızlığı ve fenalığı uzaklaştırır. Peygamberimizin Veda hutbesinde insanların kanlarının ve mallarının yanı sıra ırzlarının da mukaddes olduğunu söylemesi bu kabildendir.

Kaynak: http://kuran.diyanet.gov.tr/kutuphane/628161312.pdf

Kur’an-ı Kerim’de Ahlakı Anlatan Ayetler

Bakara Suresi, 129. Ayet:
Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pak eylesin. Hiç şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi Sensin.

Bakara Suresi, 151. Ayet:
Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.

Bakara Suresi, 172. Ayet:
Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.

Bakara Suresi, 232. Ayet:
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Nahl Suresi, 90. Ayet:
Muhakkak Allah adalet ve iyilikle ve kısımları görüp gözetmekle emin, aklın ve dinin kabul etmeyeceği çünkü işlerden ve haksızlıklardan da nehyeden bu hususta size öğüt verir.

Enfal Suresi, 53. Ayet:
Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.

Zümer Suresi, 17-18. Ayet:
Sözü işitip de en güzeline uyan kullarımı müjdele.

Tevbe Suresi, 103. Ayet:
Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükunettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.

Ali-İmran Suresi, 77. Ayet:
And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.

Nisa Suresi, 49. Ayet:
Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.

Ankebut Suresi, 8. Ayet:
Biz, insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. Şayet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.

Nur Suresi, 21. Ayet:
Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Nur Suresi, 28. Ayet: 
Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün!” denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.

Nur Suresi, 30. Ayet:
(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

Kehf Suresi, 74. Ayet:
Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!

Meryem Suresi, 19. Ayet:
Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.

Kalem Suresi, 4. Ayet:
Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

 

İslam Ahlakı

İslam dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyle ki Peygamber Efendimiz “İslam, güzel ahlaktır” buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlaka teşvik eden birçok güzel sözü vardır.

“Müminlerin imanca en kamil olanı, ahlakı en güzel olanıdır” “İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır” hadisleri bunlardan sadece ikisidir. Kur’an-ı Kerim’de adalet, ahde vefa, affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik, merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlaki hasletlere teşvik eden ve zulüm, haksızlık, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf, bozgunculuk… gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok ayetin yer alması, Kur’an’da ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir.

Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir.

Bu yüzden O’nun ahlaki, İslam ahlakının en güzel tatbikatını oluşturmaktadır. İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammed’in güzel ahlakından az da olsa söz etmek istiyoruz. Çünkü O gerçekten en güzel örnektir:

Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse “içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar…” Şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözü gereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allah’a hürmetsizlik olmadıkça, sahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkan geçince öç almayı düşünmezdi.

Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar, zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden O’na henüz peygamberlik verilmeden önce “Muhammed’ül-Emin” denilmişti. Nitekim Peygamberliğini haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile O’na “yalancı, yalan söylüyor” diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onları İslam’a davet için, “Size su dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanır mısınız?” dediği zaman: “Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin” diye cevap vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi. “Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan insani kötülüğe sevk eder. Kötülük de kişiyi Cehenneme götürür. İnsan yalan söylemeye ve yalan aramaya devam ede ede, Allah katında nihayet yalancılardan yazılır” buyurmuştur.

Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi.

Peygamberimiz son derece mütevazı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi boş bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu.

Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her anini faydalı bir isle değerlendirirdi. “İnsanların çoğu, iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: “Sıhhat ve boş vakit”, buyurmuştur.

İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice:

“Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin…” diyerek O’nun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt göstermemiştir.

Çocukluğundan itibaren Medine’de 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes: “Rasûlüllah (s.a.v)’e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı” demiştir.

Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki tablo, hiç şüphesiz İslam ahlaki hakkında bir fikir vermektedir.

*Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için arzulamadığını başkaları için de arzulamamak,

*Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak,

*Küçüklere sevgi büyüklere saygı,

*Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak,

*Öfkeye hakim olmak,

*Sözünde durmak, ahde vefa göstermek,

*Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek,

*Güvenilir olmak,

*Kibirden gururdan sakınmak mütevazi olmak,

*Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak,

*Her hususta sabırlı olmak,

*Asla adaletten ayrılmamak,

*Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek,

*Allah’ın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek,

*Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek.